Kayıplar

Türkiye 31 Mayıs sonrasında despotizme karşı halkın başkaldırısı günlerini yaşadı, yaşıyor. Bu başkaldırının toplumsal ve siyasal kazanımları henüz tüm sonuçlarıyla ortaya çıkmamış olsa da muazzam oldu. Kuşkusuz kayıplar da verildi. Doğrudan polis şiddetine hedef olan beş canımızı yitirdik. Bir polis memuru da düşerek yaşamını yitirdi. Sakat kalanların sayısı daha fazla. Bu kayıplar ve sakatlanmalarda Başbakan Erdoğan’ın kışkırtıcı tavrı belirleyici oldu. Ama polisin içindeki Erdoğancı veya Fethullahçı polislerin şiddetseverliği arasında belirgin bir fark yoktu. Şimdi de polis ve yargı şiddetini iktidar-cemaat birlikte uyguluyorlar. Cezaevi koşullarını da ilave bir baskı/ürkütme uygulaması olarak sahaya sürüyorlar. Bunlara karşı da gereken hukuksal/ toplumsal/ siyasal tepkilerin verildiğine ve verileceğine kuşku yok.

***

Bazı kayıpların ise telafisi yok. Gezi direnişi öncesinde Nail Satlıgan’ı yitirdik; bu ayın başlarında Uğur Hüküm’ü kaybettik; dört gün önce de, geride büyük bir boşluk bırakarak Alpaslan Işıklı aramızdan ayrıldı. Alpaslan Hoca, gerçekten Işıklı bir insandı. Akademik çalışmaları yanında iki yönü belirleyiciydi: Emek mücadelesine hem kuramsal hem uygulamalı olarak (sendikaların eğitim programları üzerinden) destek vermek ile gericiliğe karşı yılmaz bir mücadelenin insanı olmak…

Bu sonuncusuna, birlikte yaşadığımız bir örnekle değinmek istiyorum. 1998 yılında Cumhuriyetin 75. yılını anmak üzere bir uluslararası sosyal bilimler kongresi düzenlemek düşüncesini geliştirmiştik. Üç kuruluşun ortaklığında ve Cumhurbaşkanlığının (Sn. Süleyman Demirel’in) himayesinde girişilen bu projenin hazırlıkları 1997 yılında başlatıldı. Kuruluşlar, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA), Türk Sosyal Bilimler Derneği (TSBD) ve Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı (Tarih Vakfı) idi. (İki ek kutlama projesi daha vardı ama bunlarda TSBD görevli değildi). Hazırlıklar için geniş bir düzenleme komitesi oluşturulmakla birlikte bu üç kuruluş adına birer temsilci günlük karar alma süreçlerini yönetmekteydi. O dönemde başkanlığını üstlendiğim TSBD adına ben, TÜBA adına Prof. İlhan Tekeli, Tarih Vakfı adına da Yiğit Gülöksüz.

Sn. Gülöksüz aynı zamanda TOKİ Başkanı olduğu için Cumhurbaşkanı ve Hükümetle kurulan ilişkilerin merkezindeydi. 10-12 Aralık 1998’de gerçekleştirilecek «Bilanço 1923-1998: Türkiye Cumhuriyeti’nin 75 Yılına Toplu Bakış Uluslararası Kongresi”nin ön-programı 1998 başlarında ortaya çıktığında, o zaman için beklenmedik bir tepkiyle karşılaştık. Prof. Alpaslan Işıklı’nın «Cumhuriyetin İki Anti-Tezi: Said Nursi ve Fethullah Gülen” başlıklı bildirisine karşı Gülen Cemaati harekete geçmişti. Bu bildirinin kongre programından çıkarılmasını talep ediyorlardı. Her yere ulaşmışlardı: Cumhurbaşkanı, Başbakan Mesut Yılmaz, Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit, Kültür Bakanı İstemihan Talay. Baskılar her yönden geldi. TSBD olarak akademik özgürlüğe hiçbir baskıyı kabul edemeyeceğimizi bildirdik ve Alpaslan Hoca’nın da onayını alarak, bizzat Fethullah Gülen’in (o zamanlar Türkiye’deydi) veya bir temsilcisinin o oturuma katılarak bildiri sunmasını önerdik. Açıktan dövüşü göze alamadığı için cemaatin bunu kabul etmediği bilgisi bize ulaştı.

TSBD olarak bu baskıda ısrar edilirse düzenleyici kuruluş olarak çekileceğimizi ve bunu Türkiye çapında bir olaya dönüştüreceğimizi beyan ettik. Papucun pahalı olduğu görülünce, önümüze «hiç olmazsa bildirinin başlığı değiştirilsin” önerisi getirildi. TSBD olarak bunun ancak Alpaslan Hoca’nın kararıyla olabileceğini, aksi takdirde çekilme kararımızın masada olduğunu bildirdik. Daha sonra bu yeni durumu resmen görüşmek üzere Tekeli, Gülöksüz ve ben SBF lokantasında öğle yemeğinde buluştuk. Sanırım Alpaslan Hoca, içeriği daha önemli bulduğu ve bunun mutlaka sunulması gerektiğine inandığı için ve belki de kongre hazırlığına akademisyen arkadaşlarının verdiği emeğe saygıdan ötürü, içerik aynı kalmak üzere başlığı değiştirmeyi kabul etti. Daha sonra bu bildirinin genişletilmiş halini, «Said Nursi, Fethullah Gülen ve Laik Sempatizanları” başlığıyla kitap olarak yayınladı (8. baskısı Kaynak Yayınları’ndan çıktı).

Gülen hareketine herhangi bir şekilde «demokratlık” kisvesi yakıştıranlara bu örnek olay, eğer hala gerekliyse, yeni bir yanıt olabilir. Ama belki de, engizisyonun 1600 yılında yakarak katlettiği büyük bilim insanı Giordano Bruno’nun sözleri daha iyi bir yanıttır: «Tanrı iradesini egemen kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini egemen kılmak için Tanrı’yı kullanırlar”. Türkiye’de iktidarlarını egemen kılmak için Tanrı’yı kullananları tarife gerek var mı?

Şimdi Cumhuriyetin 90. yılındayız. Herhangi bir özel kutlama projesi var mı, olabilir mi? Cumhuriyeti tarihe gömmek isteyenlerin projesi 2023’te ikinci cumhuriyetin mutlak zaferini ilan etmekti. Gezi direnişi bu heveslerin de çanına ot tıkadı.

Bunları da sevebilirsiniz