1940’ların sonundan itibaren Ortadoğu’nun kontrolü ABD’nin küresel stratejisinin merkezi konusu olmuştur. Bundan 30 yıl kadar sonra 1978 başında Sovyetler Birliği (:SB) ile Afganistan’da bir vekalet savaşına girmiştir. Daha sonra ise SB ortadan kalkmış ve Çin gelecekte izleyeceği yolu belirlemeye çalışırken siyasal ve ekonomik mücadelesine devam etmiştir. SB’nin dağılmasından kısa zaman sonra neokonlar ABD için tek taraflı bir küresel strateji çizmiş ve uygulamışlardır.
Bunun en dramatik sonuçları Afganistan ve Irak’ın saldırıya uğraması ve işgalidir.
Askeri zaferler ABD’nin Ortadoğu tutkusunu güçlendirmektedir. Dize getirilmiş Kaddafi rejimi de dahil olmak üzere Tüm Kuzey Afrika ve Batı Asya’nın önemli bir parçası ABD’nin kontrolü altındaydı. Ancak hala Suriye, İran ve Filistin’deki İsrail karşıtı direniş ve Lübnan alt edilmeliydi ki ABD, İsrail’in de yardımıyla onunla ilgili planlarını yürütsün.
Aşağıdaki gelişmeler ortaya çıkıncaya değin ABD’nin dış ve iç siyasal söyleminde bir zafer çoşkusu havası hakimdi:
(1) Irak ve Afganistan’da direniş patladı;
(2) Lübnan’daki direnişi alt etmeyi hedefleyen ABD-İsrail stratejisi Temmuz 2006’daki savaşta İsrail’in yenilmesiyle sonuçlandı ve daha sonra İsrail 2008 Gazze işgalindeki Filistin direnişini kıramadı; ve
(3) 2008 Küresel finansal kriz ABD’yi ekonomik ve politik olarak zayıflattı.
Çok geçmeden Obama Yönetimi altında ABD oğul Bush döneminin fiyaskolarını geride bırakmaya başlamıştı ki bu kez de Arap ayaklanmalarının Ortadoğu stratejisine getirdiği sorunlarla uğraşmak durumunda kaldı.
ABD Tunus’taki ayaklanmayı daha sonra da Mısır’dakini kontrol altına almayı başardı. ABD (1)Suriye rejimini yıkma, Lübnan direniş hareketini ortadan kaldırma ve Filistin direnişini kıskaca alma planlarına; ve saldırmadan once (2) İran’ı Suriye’den ayırma planlarına koyuldu. Bu planlar kullanılabilecek insan varlığı ve bu hedeflere karşı harekete geçireceği kaynaklar hesaba katıldığında işleyebilir gözüküyordu.
Suriye stratejisi ABD yanlısı bölgesel devletlerin yardım ve desteğiyle dünyanın çeşitli yerlerinden getirilen İslamcı teröristlerce ayaklanmayı çökertmeyi hedefliyordu.
Çoğunlukla ayaklanmalar sırasında ABD kayıplarını telafi etmek için bu ülkelerin ordularına dayandı. Bundan da öte birçok Ortadoğu ülkesindeki Müslüman Kardeşlerle simbiyotik bir ilişkinin kurulması için anlaşmıştı.
Ne var ki olaylar ABD’nin umut ettiği gibi gelişmedi. Suriye rejimi İslamcı savaşçılara karşı stratejik zaferler kazanmaya başladı.
Mısır ve Tunus’taki kitle eylemleri hızla büyüdü. 30 Haziran 2013’te on milyonlar Mısırlı Müslüman Kardeşlerin (MK) yönetimine son verilmesi için sokağa döküldü.
3 Temmuz’da Mısır Ordusu sözde Mısır Halkının taleplerine karşılık vermek için Mursi ve MK yönetimine son vermek için müdahale etti. Tunus’taki kitle hareketi de kendi açısından Nahda’nın (Tunus’taki Müslüman Kardeşler) hükümetten çekilmesini talep ediyordu.
Daha yakın zamanda bunları Türkiye’deki kitle eylemleri izledi ve halihazırdaki işaretlere bakılırsa bunlar daha da artacak. Bahreyn’deki hareket fevkalade anormal koşulların varlığına rağmen güçlenmeye devam ediyor. Ortadoğu’da ABD bölgesel politikalarına kitlesel muhalefet zayıflamadan sürüyor.
Öte yandan küresel ortam da önemli ölçüde değişti. Hem Rusya hem de Çin ABD’nin Suriye, İran ve daha yakın zamanda Mısır’a yönelik diplomatik, siyasi ve askeri hareketlerine karşı pozisyon aldı. Rusya en azından Snowden olayında ABD’ye karşı propaganda savaşında öne geçti.
Ortadoğu’nun fevkalade hassas durumu karşısında deneme-yanılma yaklaşımını benimseyen gergin ve ne yapacağını bilemeyen ABD karşısında Rus diplomasisinin nasıl yavaş ancak belirgin bir ilerleme kaydettiğini gözlemek mümkün.
Görünen o ki Ortadoğu siyaseti söz konusu olduğunda ABD bir sorunsal içinde. Mısır’da nasıl bir yol izlemeli? Acaba ordu nihayetinde ABD tarafında kalmayı mı tercih edecek?
ABD Suriye’ye askerini yollayıp bölgesel bir batağın içine çekilme riskini almalı mı? Bölgede daha geniş bir yangının ortaya çıkmasını hatta bundan da ötesini göze alabilir mi?
Türkiye bu çatışmanın içine daha derin çekildiğinde NATO’nun geleceği nasıl etkilenecek? İsrail bu cehennemden sağ çıkabilir mi? Nihayet ya ABD?