Davos’un Düşündürdükleri

Küresel ölçekli büyük sermaye, bunların, yerel yani ulusal ölçekteki yancıları ile büyük sermayenin sermayesiyle yani verecekleri borçlar ve yapacakları yatırımlar sayesinde ülkelerini daha “iyi” yönetebileceklerini ya da kendi toplumlarını borç para sayesinde yaratılacak ödünç refahla kandırmaya devam edebileceklerini düşünen “piyasa dostu” politikacıları, sözde bağımsız düşünce kuruluşlarının yetkililerinin, The Economist gibi adı bağımsız, sermayenin sesi basının yetkilileri ve bağımsızlığını sermayeye satmış akademisyenlerin moderatörlüğünde bir araya getiren Davos Forumu, 20-24 Ocak tarihleri arasında “Akıllı Çağ İçin İşbirliği” temasıyla gerçekleştirildi.

Akıllı çağ derken kastettikleri şey ise, Dünyayı ve insanlığın geleceğini yeniden ve çok daha güzel, çevreci, vb şekilde yapılandıracağını, çevreyi koruyup, refahı ve demokrasiyi yaygınlaştıracağını iddia ettikleri, üzerlerine gidip tam da bu başlıklardaki sakıncalarını ifade ettiğinizde ise kaçınılmazlığını gerekçe göstererek, bu gelişmeye karşı koymanın olanaksızlığını ileri sürerek, uyumlu olmaktan, olumsuzluklarını ortadan kaldıracak şekilde orta yolu bulmaktan başka çaremiz olmadığını söyleyerek savunmaya çalıştıkları, iki elin parmaklarından az şirketin -büyük çoğunluğu doğrudan ABD sermayeli- hukuki/fikri mülkiyet ve denetiminde, insanlığın kaçınılmaz yolu olarak dayatılan “yapay zekanın” yayınlaştırılması.

Bu yazıda, bu konuyu ya da bu iddiayı üç başlıkta/soruda değerlendirmeye çalışacağım.

Birinci soru ya da başlık, kaçınılmazlık. Bu iddianın gerekçesi olarak önümüze koyulan en temel gerekçe, teknolojinin gerek bireyler, gerek şirketler, gerekse devletler açısından bunca hızla günlük yaşamın parçası haline geldiği bir dünyada, buna karşı çıkıyor olmanın akıntıya kürek çekmek anlamına geleceği yani başarı şansı bulunmadığı.

Francis Fukuyama’nın, “Tarihin Sonu mu?”, gölge CIA diye de adlandırılan George Friedman’ın “Gelecek 10 Yıl” ve “Gelecek 100 Yıl” adlı kitapları ile “bizden biri”, Atatürk’ü despot olarak sunarak Nobel almaya hak kazanmış olan Daron Acemoğlu, ve James Robinson tarafından ulusların yok olmasını “Ulusların Düşüşü” adlı kitaplarıyla “siyaseten”, Michio Kaku, Yuval Hariri gibi medyatik ikonlarının yazdığı kitaplarla “bilimsel olarak”, teknolojinin merkezinde olduğu yeni bir uygarlığı, kaçınılmaz bir gelecek olarak sunan bir algı saldırısı söz konusu. Benzer bir algı operasyonunun da eş zamanlı olarak çocuklar ve gençler hedef kitle seçilerek Milletlerin Sonu (End of Nations) adı altında piyasaya sürüldüğünü de ilave edelim.

Bu açıdan bakıldığında, 1980’lerin ikinci yarısından itibaren başlayıp 1990’larda, Washington Uzlaşısı ile, uluslar üstü olarak “kurumsallaşan”, “kurallara dayalı dünya düzeni” adı altında ABD’nin liderliği, Almanya, İtalya, Fransa, Japonya, Kanada, Avustralya’nın yancılığında G7 adı altında piyasaya sürülen, şimdilerde çatırdamakta olan neoliberal küreselleşmeci dünya düzenin de aynı kaçınılmazlık iddiasıyla pazarlandığını hatırlamamak mümkün değil.

İkinci soru ya da başlık, teknolojinin, yapay zekanın küresel ısınmanın geriletilmesi ve daha adaletli, daha demokrat, daha eşitlikçi bir dünya için kaçınılmaz olduğu iddiası.

Big data” adı altında insanların sosyal, fiziki, finansal, psikolojik, tıbbi, vb tüm eylemlerini ve özel yaşamına ilişkin zevklerini, tercihlerini ve bilgilerini sistematik ve sürekli bir şekilde izleyip, toplayıp, büyük şirketlerin ve bu şirketlerin ardındaki ülkelerin malı yapan bir büyük distopyayı, ütopya olarak sunan, teknoloji, sağlık ve finans şirketlerinin kontrol ettiği, yarı aydınların, yukarıda bir kısmını saydığım yazarların kitaplarından alıntılarla misyonerliğini yaptığı bir “büyük biraderi” demokrasi olarak sunan/sunmaya, pazarlamaya çalışan, dünyadaki suyun ve enerjinin en büyük kullanıcısı, kirleticisi olmuş, teknolojinin gereksinim duyduğu nadir metallere sahip olmak, işleyip piyasaya sunmak için her türlü doğa katliamını yapmaya, ulusları savaşa zorlamaya hazır şirketlerin, siyasiler eliyle devletleri esir aldığı bir büyük operasyonu insan ve çevre dostu diye sunan bir büyük manipülasyon.

Bu yazı kapsamında ele alacağım üçüncü başlık ya da soru, büyük çoğunluğu ABD ve ABD kontrolündeki ülkeler sermayeli bu bir avuç teknoloji şirketinin, finas sermayesiyle içli dışlı bir şekilde mülkiyet ve denetiminde olan, siyasileri siyasi iktidarları parasıyla esir almış bir yapının, nasıl olup da insanlığın genelinin yararına, daha adil bir dünya yaratacağı iddiası. Bu açıdan bakıldığında durumun, toprağın sahibi olan, istediğinde çıkın toprağımdan diyerek İrlandalı ve İskoç sıradan insanları yurtlarından kovan feodal toprak sahipleri ve ardındaki siyasi güçlerden, Osmanlıya Borç verip ülkeyi siyaseten batı ülkelerine pazarlayan para satıcılarından, parasıyla Papalık makamını dahi satın alan Medici sülalesinden insanlık ve adalet bekliyor olmaktan bir farkı yoktur. “Mala” yani maalesef insanlığın tüm bilgilerine, borçlandırma yoluyla insanların tüm varlıklarına –devletlerin ve siyasilerin çapsızlığı nedeniyle- sahip olma şansı bulan şirketlerin, tüm tarih boyunca olduğu gibi, bu gücü insanları mutlu etmek için değil, daha kolay yönetmek, beklide daha doğru bir tanımla gütmek için kullanacaklarına ve Davos Forumunun da, bu güçlerin ortak politika üretme ve sunma merkezlerinden biri olduğuna şüphe yoktur.

Yukarıda yazdıklarım çerçevesinde bakıldığında durum, insanlar ve insanlık için kontrolden çıkmış görünse de, özellikle son yıllarda hızla artan bir entelektüel, sorgulayan bir aydınlanma ve muhalefet, aynı küreselleşme konusunda olduğu gibi oluşmaya başlamış durumda. Demem o ki, Davos’a gidenler, orada konuşanlar, bizdeki ve dünyadaki gözü Davos’ta olan dijitalleşme misyonerlerinin dediği gibi, madem kaçınılmaz, o zaman zevk alalım demek için henüz çok erken.

Son olarak, bizim gündemimizde olan anayasa değişikliği konusunun da, bu küresel işgal hareketinin bizim ülkemize yönelik olarak uygulanması tartışmalarından bağımsız olmadığını da ilave edip bitireyim.

Bu konuya devam edeceğiz.

Bunları da sevebilirsiniz