Bu yazıya, içeriğini düşünmeksizin hemencecik söyleyiverdiğimiz “egemenlik“ sözcüğünün, Türk Dil Kurumu Sözlüğünden alıntıladığım anlamını hatırlatarak başlamanın doğru olacağını düşünüyorum.
“Egemenlik: Egemen olma durumu. Milletin ve onun tüzel kişiliği olan devletin yetkilerinin hepsi, hükümranlık, hakimiyet.”
Konu bir “ulus” olduğunda, “egemenlik kavramı”, Mustafa Kemal Atatürk’ün de sürekli üzerinde durduğu, önemini vurguladığı iki temel niteliğe işaret eder. “Ekonomik bağımsızlık” ve ulusun bir parçası olduğunun bilincinde olan “yurttaş.
Yazıya, bu kavramın anlamını tekrar ederek başlama nedenim, seçim sürecinde siyasi partiler, ittifaklar adına söylenen sözlere, yapılan vaatlere, 103’üncü yıl dönümünü kutladığımız 23 Nisan nedeniyle sosyal medya da paylaşılan mesajlara baktığımda, bu kavramların anlamlarının unutulmuş olduğunu görmem.
Nasıl mı?
İktidar açısından bakarsak durum şu şekilde; Ülkeyi, tarihte hiç olmadığı kadar borçlandırmış, tersanelerini, limanlarını, hava alanlarını, fabrikalarını, finans şirketlerini, su, elektrik dağıtımını dahi yabancıya satmış, ülkeyi yabancının borç parasına muhtaç duruma düşürmüş, Bağımsız Düzenleyici Kurullar/Kurumlar, vb. eliyle, küresel sermayeyi ülkenin yönetim yapısına sokmuş yani ulusal egemenliğin kullanımına yabancıları ortak etmiş 21 yıllık iktidar, ulusal egemenliğin kutlandığı bir bayramda yerli ve millilikten bahsedip, hamasi nutuklar atabiliyor.
İktidar öyle de, muhalefet farklı mı? Aynı satma, savma ve borç para politikalarını sürdüreceğini ilan eden muhalefet cephesi de, yabancıdan alacakları “temiz borç parayla”, yabancıların kendi sermaye, sanayi ve fikri mülkiyet haklarıyla tekel oluşturdukları bilgilerini bizlerle paylaşmaksızın, bizim ülkemizin doğal kaynaklarını, ucuz iş gücünü kullanarak yapacakları üretimle ülkemizin ekonomik olarak nasıl uçuşça geçeceğinden bahsediyor. O ekonominin aslında “bizim ekonomimiz” olmayacağını söylemiyor. Başka bir ülkede daha uygun koşulları bulduğunda ya da Rusya’da olduğu gibi, siyaseten hoşlarına gitmeyen bir tavır aldığınızda çekip gideceğinden bahsetmiyorlar. Daha da ileri gidip, içerisinde yabancı sermayeli şirketlerin çıkarlarının da temsil edildiği bağımsız kurumların bağımsızlığını güçlendirecek anayasa değişikliklerini yapayı vaat ediyor, Atatürk’ün çocuklara emanet ettiği ulusal egemenliğin ne olduğundan bir haber olma ya da anlamını görmezden gelme konusunda iktidarla yarışıyorlar. Bir yandan ulusal egemenliğe sahip çıkar görünürken, diğer yandan Atatürk’ün karakterim diyerek tanımladığı ulusal bağımsızlığın olmasa olmazı ekonomik bağımsızlığı tümüyle ortadan kaldıracak eylemleri vaat etmekten çekinmiyorlar.
Yeri geldiğinde yerli ve millilik iddiasıyla yeri geldiğinde Atatürk’e ve devrimlere sahip çıkar görünerek yani Atatürk’le aldatarak ikiyüzlü siyaseti sürdürmeye çalışıyorlar.
Hiç hoşlanmadıkları şey ise bu ikiyüzlülüklerinin açık edilmesi. Madem yerli ve millisin, neden sattın bu ulusun varlıklarını dediğinde ya da Atatürk’ün, ekonomik bağımsızlık olmadan siyasi bağımsızlık olmayacağını ifade eden sözlerini hatırlattığınızda hemen savunmaya geçiyor, o günden bu yana dünyanın değiştiğini, çağımızda bağımsızlık diye bir şeyin olamayacağını evrensel bir doğrudan bahseder gibi söyleyiveriyorlar.
Böyle bir durumda, her iki tarafta da bolca bulunan satılık/kiralık gazeteciler, akademisyenler, sosyal medya trolleri işin özünü görünmez kılacak şekilde harekete geçiyor, konjonktüre bağlı olarak popülist, ırkçı, kızıl elmacı, darbeci, vesayetçi ya da laikçi sıfatlarıyla bir linç kampanyası düzenliyorlar.