Bu yazıyı yazma amacım, nedenlerinden bağımsız olarak, yalnızca sonuçları, yarattığı travma ve gerginlikler üzerinden, “yardımseverlik”, “ırkçılık”, “çok kültürlülük” gibi soyut ve çoklukla manipülatif değer yargıları üzerinden tartıştığımız yasadışı göç konusunun, somut nedenleri üzerinde durmak. Daha da ileri giderek, somut ve nesnel nedenler doğru dürüst ortaya konulmaksızın, sorunu ortadan kaldıracak doğru çözümlerin bulunmasının mümkün olamayacağını anlatmaya çalışmak.
İktidar “ensar” vb. dini referanslarla yaşananları “makul” göstermeye çalışırken, yasadışı göç konusunda, son tahlilde iktidarla aynı noktada olan muhalefet ve muhalefet yandaşlarının, “sorunu” topluma hazmettirmek, karşı çıkanları baskı altına almak için kullandığı kavramlar “ırkçılık” ve “nefret söylemi”.
Sorun kelimesini tırnak içerisinde yazma nedenim, bu durumdan kar eden oldukça geniş bir kesimin bu işi gerçekte sorun olarak görmüyor olması. Yaşananları, “insan hakları”, “çok kültürlülük” gibi kavramları içeriğini boşaltarak meşrulaştırmaya, karşı çıkanları “ırkçılıkla” suçlayarak sindirmeye çalışmaları. ABD iç savaşının nedeninin, sanayileşen kuzeyin ucuz emek talebi olduğunun görmezden gelinip, ırkçılık eksenli bir kavgaymış gibi gösteriliyor olması gibi.
Bugün de durum farklı değil. Konuya, günümüzde yaşanan göç sorununun ekonomik ve siyasi olarak adlandırabileceğimiz iki temel nedeninin söz konusu olduğunu, bu nedenlerin hiç birinin yukarıda sizlerle paylaştığım “manipülasyon amaçlı kavramlarla” açıklanamayacağını ve sorunun yalnızca bizim ülkemize yönelik olmadığını ifade ederek başlayayım.
Birazdan aktaracağım gibi, bu iki ana nedenin çoğunlukla iç içe geçmiş olduğunu, göçe neden olan “başlatıcı eylemlerin” -siyasi, ekonomik krizler, doğrudan müdahaleler, darbeler, vb- sorumlularının, her zaman biri göçe kaynaklık eden ülkenin siyaseten yeniden yapılandırılmasına, diğeri ise hedef ülkenin “ucuz ve geçici” yani güvencesiz emek ihtiyacının karşılanmasına, emek örgütlerinin sosyal ekonomik taleplerinin baskılanmasına yönelik iki farklı hedefi olduğunu unutmamak gerekiyor.
Unutulmaması gereken diğer bir önemli konu, son yıllarda yaşanan “büyük/kitlesel göç” dalgalarının diğer bir belirleyici özelliğinin, görünüşte “yasadışı” olarak adlandırılsa da, ülke yöneticilerinin el altından fiili onayı/desteği olmaksızın gerçekleşmesinin olanaksız olduğu. Neresinden bakarsanız bakın tam bir iki yüzlülük söz konusu.
Ne demek istediğimi daha net anlatmama olanak sağlayacak biri ABD’den, diğeri AB’den iki farklı göç örneğiyle devam edeceğim.
ABD’den örneğimiz, ekonomik olarak en gelişmiş eyaletlerden biri sayılan Kaliforniya’ya yönelik olarak yaşanan -Meksika, Orta ve Güney Amerika kaynaklı- “yasa dışı” göçmen sorunu.
ABD’nin en kalabalık eyaleti Kaliforniya örneğinde baktığımızda, 2,25 milyon kişinin (Toplam nüfusun yüzde 5,7’si) kayıt dışı/yasadışı göçmen olarak bu eyalette yaşadığını, bu kişilerin yaklaşık yüzde 55’inin lise altı eğitime sahip olduklarını, yaklaşık yüzde 80 küsurunun 44 yaş ve altında yani verimli olarak çalışabilecek nitelikte olduğunu söylemek mümkün. (¹)
Bu yasadışı göçmenlerin yaklaşık yüzde 70’i hizmetler, maden, inşaat, “üretim” ve nakliye sektöründe yani nitelikli emeğe ihtiyaç duymayan çalışma alanlarında, güvencesiz olarak istihdam ediliyorlar. Kaliforniya özelinde ve özellikle İspanyol asıllı yasadışı göçmenler açısından bakıldığında, hizmetler derken kastedilenin ev işçiliği, üretim derken kastedilen şeyin ise tarım işçiliği olduğunu söylemek mümkün. İnşaat ve maden sektörleri içinde sanırım çok fazla açıklama yapmaya gerek yok. Kendi halimize bakmak yeterli. Ne demek istediğimi daha iyi anlatabilecek bir örnek olarak, “25 yılı aşkın süredir” ABD’de “kaçak göçmen” olarak tarım sektöründe çalışan Paula Cortez Medrano’nun yaşadıklarını, sizlerle paylaştığım linkte görmeniz mümkün. (²)
“Medeniyetin beşiği” Avrupa’dan örneğimiz Fransa ve özellikle eski sömürgeleri -mali konularda bu sömürü ilişkisinin halen sürdüğünü de ifade edelim- sahra altı ülkeleri kaynaklı göç. Yazı ekinde linkini paylaştığım dokümanlara baktığınızda, günümüzde “yasa dışı” olduğu söylenen köle emekle ilgili iç acıtan detayların, Paula Cortez Medrano’nun, ABD’de yaşadıklarından farkının olmadığını, her fırsatta insan haklarından bahsetmeyi alışkanlık haline getirenlerin, bu acımasız koşulları, nasıl “huzur içerisinde” içlerine sindirdiklerini görmeniz/görmemiz mümkün. (³)
Sorun, Trump gibi AB’nin mevcut yönetiminin de yeni göçmenler istemiyor oluşu. 2000’li yılların ilk on yılında yaşanan göçmen eylemleri ve neoliberal ekonomik politikaların neden olduğu yoksullaşma yüzünden artan yabancı karşıtlığı, AB’yi bu konuda daha dikkatli olmaya sevk etmiş durumda.
Artık göçmenleri kendi ülkelerinde istemiyorlar ama yasadışı ucuz ve güvencesiz emeğin çekiciliğinden de kurtulamıyorlar. Buldukları çözüm, Gümrük Birliği Antlaşmasıyla mandalaştırıp, kendi ülkeleri gibi kullandıkları, kendi şirketleriyle üretip, gümrüksüz olarak ithalat yaptıkları bizim ülkemizi ucuz üretim üssü olarak kullanmak. Ucuz üretim için gereken şey de belli, istediğin gibi kirletebileceğin toprak, ucuza kullanabileceğin doğal kaynaklar ve ucuz işçi. Bilmem anlatabildim mi, Avrupalıların ülkemizdeki yasadışı göçmenleri niçin entegre etmemizi istediklerini?
Bakarsanız, bu basit ilişkiyi görmek ve göstermek için bu kadar şey söylemeye de gerek yok. İçişleri Bakanı, “Fabrikanda Suriyeliyi çalıştır, sömür, sigortasını yaptırma. Bir milyon insan gidecek. Kim isyan edecek biliyor musun? O iş sahipleri” diyerek, “yasadışı göç” olayının altında yatan gerçeği, olayı tanımlamak için siyaset kurumunca kullanılan, başta sizlerle de paylaştığım kavramların acımasız bir sömürüyü gizlemek için paravan yapıldığını tüm açıklığıyla ifade etti aslında.
Ahmet Müfit
(¹) https://www.cdfa.ca.gov/Statistics/
(²) https://calmatters.org/california-divide/2022/04/california-undocumented-immigrants/