Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın yani ulusal egemenliğimizi kullanma erkini elinde bulunduran -son anayasa değişikliği sonrasında bu ne kadar geçerli o ayrı bir tartışma konusu- Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının (TBMM) 100. Yılını kutladık. Yaşanan küresel virüs salgını ve ona bağlı olarak alınmış olan tedbirler nedeniyle bu yılki kutlamaların odak noktası, geçmiş yıllardan, hele ki cumhuriyetin ilk yıllarından farklı şekilde açık alanlar değil televizyon ekranları oldu. Bağımsız medya çok uzun zamandır kalmadığı, medyanın çok büyük bölümüne sahip olan yerel ve küresel sermaye ve sırtını dayadıkları yerel ve küresel siyaset çevrelerinin sözcüsü haline dönüştüğü için, hiç kimse “egemenlik” kavramının anlamı dahil işin özüne girmedi. Medya, büyük ekseriyetiyle beslendikleri siyaset ve sermaye çevrelerinin konuyu görmek/göstermek istediği şekilde, bayramı toplumu manipüle etmenin sıradan bir aracı olarak kullanmakta hiçbir beis görmedi.
Yakın geçmişteki diğer yıldönümlerinden farklı olmayan şekilde, gerçekte neyi kutladığımızı ya da kutladığımız şeye yani ulusal egemenliğe günümüzde halen sahip olup olmadığımızı ya da ne derece sahip olduğumuzu tartışmadık. Cumhuriyetin kuruluşundaki amaç ve ilkeler halen ve aynen geçerliymiş gibi yapmayı, konuşmayı tercih ettik.
Bu yazımızda dün yapılmayanı yapmaya, “egemenlik” kavramından başlayarak, 100. Yılını kutladığımız şeyin gerçekte ne anlama geldiğini tartışmaya çalışacağım.
En genel anlamıyla egemenlik, belli bir toprak parçasında tek söz sahibi olma, kural koyma ve bu kurallar çerçevesinde yönetme yetkisini yani kendi yaşamına, geleceğine ilişkin konularda yalnızca kendisinin söz sahibi olmasını ifade ediyor.
Konu “kişi” olduğunda egemen olmanın yani kişinin kendine ilişkin konularda yalnızca kendi iradesiyle karar alabilme hakkının kullanılabilmesi için temel koşul “özgürlük” olurken, konu ulus olduğunda olmazsa olmaz koşul “bağımsız olmak”.
Konu bu şekilde netleştirilince, bu kez akla gelen soru “özgürlük” ve “bağımsızlık” kavramlarının insan ve toplum yaşamındaki anlamının ne olduğu, kendisini “özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” diyerek tanımlayan Mustafa Kemal Atatürk’ün, bizlere ne söylemek istediği oluyor doğal olarak.
TDK sözlüğünde “özgürlük” kelimesinin karşılığı, “Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu, serbesti” olarak tanımlanırken, “bağımsızlık” kelimesinin karşılığı, “Bağımsız olma durumu, istiklal” olarak ifade ediliyor.
“Tam bağımsızlık ancak ekonomik bağımsızlık ile mümkündür” diyen, bir devletin maliyesi bağımsızlıktan yoksun olduğunda, o devletin bütün hayati kısımlarında bağımsızlığın felç olacağını söyleyen Atatürk’ün, bu konudaki görüşü yani “bağımsızlık” kavramına yüklediği anlam son derece net. Benzer yaklaşım, “Dışarıdan yalnız para verenin, yalnız para muamelesi yapması son derece güç bir şey. O, parayla beraber bir ek menfaat istiyor. Muhitine göre, meselesine göre kabili tahammül olur veya olmaz, istiyor.” diyerek borç alınan paranın, sadece ekonomik değil siyasi faturasının da olacağını söyleyen İsmet İnönü için de geçerli.
Ülkeyi emperyalizmin pençesinden kurtarıp, ekonomik ve siyasi olarak bağımsız, egemenliğin bizatihi ulusa ait olduğu yeni bir devlet kuranların düşünceleri bu şekilde. Günümüz siyasi partileri açısından ise durum oldukça farklı. Ulusal olanı, ekonomik ve siyasi bağımsızlığı savunmayı demokrasi karşıtlığı olarak görüyor, daha da ileri giderek ırkçılıkla eş tutuyorlar.
Kimi Babacan gibi doğrudan söyler, ekonomik ve siyasi bağımsızlığı yani ulus devletin egemenlik hakkını savunmayı hastalık olarak nitelerken, kimi bir yandan Atatürk’e ve eserlerine sahip çıkıyor gibi yapıp diğer yandan ekonomik ve siyasi bağımsızlığı savunmanın günümüzün “küreselleşmiş” dünyasında geçerliliği kalmamış, çağını doldurmuş düşünceler olduğunu söylemekte bir sakınca görmüyorlar. “Çağdışı düşünceler” olarak niteleyerek, gerçekte vazgeçtikleri şeyin ulusal egemenlik yani Atatürk’ün karakterimdir diyerek, tüm devrimlerin temeli yaptığı “özgürlük ve bağımsızlık” olduğunun fark edilmeyeceğini düşünüyor, Ulusal Egemenlik Bayramı’nın 100. yıl dönümünde hamasi nutuklar atmaktan geri durmuyorlar.
Akademinin, basının, demokratik kitle örgütlerinin, sendikaların durumu da farklı değil. Yaşadıklarımıza, yaşadıklarımıza verilen tepkilere bakıldığında, 24 Ocak Kararları ve bu kararların “sorunsuz” şekilde hayata geçirilmesi amacıyla gerçekleştirilen 12 Eylül Darbesi marifetiyle, ülkenin ekonomik, idari ve siyasi yapısını, neoliberal küreselleşmeci dünya düzenine uygun şekilde yeniden yapılandırma operasyonunun, en azından bu kesimler açısından büyük ölçüde tamamlanmış olduğunu söylemek de mümkün.
Kaynakça
http://www.yenimesaj.com.tr/ataturk-tam-bagimsizlik-ve-milli-ekonomi-H1284018.htm, https://www.sozcu.com.tr/2019/gundem/kilicdaroglu-cumhuriyeti-gercek-bir-demokrasi-ile-taclandirmak-zorundayiz-5231448/
https://www.atam.gov.tr/duyurular/ataturke-gore-ataturk
https://www.ulusal.com.tr/gundem/ali-babacan-cozum-imf-dedi-ulusalciligi-hedef-aldi-h257451.htmlmı?
(İsmet İnönü; İstiklâl Savaşı ve Lozan; Belleten, Türk Tarih Kurumu Yayını, Cilt: XXXVIII, Ocak 1974, Sayı: 149; İsmet İnönü; İstiklâl Savaşı ve Lozan; Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu-Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 1993… 23.10.1973)