Düğünün, davetli başına maliyeti 250 bin, toplam maliyeti ise 50 milyon dolarmış, misafirlere çok pahalı özel hediyeler verilmiş, Michlen yıldızlı lokantalardan kişiye özel 1000 dolarlık yemekler sipariş edilmiş, falan, filan şeklinde kamuoyuna yansıyan bir büyük görgüsüzlük, ama öyle böyle bir görgüsüzlük değil. Görgüsüzlükten öte birçok boyutu da olan bir görgüsüzlük.
Konuyla ilgili olarak İngiliz Daily Mail Gazetesinde yer alan habere göre, dünyanın en zengin erkekleri ve kadınları, Amazon kralının düğününü kutlamak için 16. yüzyıldan kalma Bazilika’da bir araya gelmişler ve bu kişilerin toplam serveti 461 milyar dolardan fazlaymış. Gazeteye göre bu rakam, Güney Afrika’nın 380 milyar dolar – Danimarka’nın 407 milyar dolar, Bangladeş’in 437 milyar dolar, Yunanistan’ın243 milyar dolarlık Milli Gelirinden daha fazla. Aralarında teknoloji ve finans dünyasından milyarderler, film ve TV yıldızlarının da bolca olduğu davetliler, yerel halkın bu görgüsüzlüğe olan tepkisine aldırmadan, sabahın erken saatlerine kadar Venedik kanallarında, bırakın Venedik’i dünyanın sahibi biziz edasıyla dans etmişler.
Bizim medyada da, yılın düğünü ya da yılın magazin olayı olarak nitelenen ve çokça yer kaplayan düğün ya da görgüsüzlük, yalnızca bir “magazin haberi” olarak tanımlanabilir mi, yoksa bundan öte bir anlam taşıyor mu bu düğün sorusunu akla getirdi.
Bizde de tarikat şeyhleri, toprak ağaları sonradan görme yandaşlar benzer düğünler yapıyor, insanların çöpten yiyecek topladığı ülkede, gösteriş uğruna ortalığa paralar saçıyor, ne var bunda deyip, adamın onca parası var, nasıl harcayacağına o karar verir deyip geçmekte mümkün şüphesiz ki. Ama bu yazı kapsamında ben öyle yapmayacak, yaşanan bu görgüsüzlüklerin, kişisel görgüsüzlükleri ortaya koyan tekil olaylar olmadığını, yaklaşık 50 yıldır dünyanın ve ülkemizin başına bela olan neoliberal küreselleşmeci dönemin en yalın göstergelerinden biri olduğunu anlatmaya çalışacağım.
Bu iddiamı açıklamak için öncelikle yapmam gereken şey de, son 50 yılda dünyada yaşanan neoliberal küreselleşmeci değişimin ya da daha doğru tanımla deformasyonun ne olduğu ve tabii ki sıradan insanlar ve ülkeler açısından neden olduğu tahrip edici sonuçları kısaca hatırlatmak. Devletlerin başına çöreklenmiş “liderler” -Lider kelimesinin Almanca karşılığı Führer-, kamu kaynaklarıyla ve hukuki düzenlemelerle beslenen, şişirilmiş şirketler ve şirketlerin kölesi olmuş/haline getirilmiş büyük insanlığın durumunu ortaya koymak.
Son dönem yazılarımda sıklıkla tekrar ediyorum, bir kez daha tekrar edeceğim. Yaşanan şeylerin siyasi ve hukuki temeli ya da anayasası olarak, 15 Kasım 1975’de, Richard Nixon’ın, 15 Ağustos 1971’de, Bretton Woods Anlaşmasının gereği olan dolar-altın eşitliğini ortadan kaldırarak, ABD dolarının döviz piyasalarında serbestçe dalgalanmasına izin vermesiyle yani elinde rezerv olarak dolar tutan ülkeleri kazıklamasıyla başlayan sürecin devamı olarak, batının gelişmiş kapitalist ülkelerinin küresel düzeyde çıkarlarını korumak ve diğer ülkelerdeki ihtiyaç duydukları doğal kaynaklar dahil her türlü şeye, o ülkelerin egemenliklerini yok sayarak ulaşmalarını sağlayacak bir dünya düzeni kurgulamaları ve bu kendi çıkarları için yapılmış kurguyu, “kurallara dayalı uluslar arası sistem adı altında dünyaya zorlamalarının siyasi çerçevesini oluşturan 1989 tarihli Washington Uzlaşısını kabul etmek doğru olacaktır.
Washington uzlaşısının dünyaya zorladığı sistemin olmazsa olmazları şunlardı. Kamuda mali disiplinin sağlanması, Özel Mülkiyetin korunması, Kamu harcamalarının azaltılması dolayısıyla Kamu iktisadi kuruluşlarının özelleştirilmesi, özel sektörü teşvik edecek, dolaylı vergileri yaygınlaştıracak vergi düzenlemelerinin yapılması, ulusal düzeyde düzenlenen gümrük tarifelerinin istisnai duruma getirilmesi yoluyla ticaretin küresel sistemin kontrol ve denetiminde işlemesi/serbestleştirilmesi, uluslararası ticaretin önünde engel olan ulusal regülasyonların kaldırılması -Dünya Ticaret Örgütünün kuruluşu, GATTS Anlaşmaları-, finansal reform yani paraların değiştirilebilir/dönüştürülebilir, alınabilir/satılabilir hale getirilmesi, ulusal paraların değerinin ve buna bağlı olarak faiz hadlerinin küresel piyasalarda belirlenmesi, sermaye hareketlerinin yani ulusal piyasalara yabancı para girişlerinin ve tabii ki çıkışlarının serbestleştirilmesi. Bizde Demirel/Özal- Evren yani TÜSİAD destekli 24 Ocak-12 Eylül ortak darbeleriyle kurumsallaştırılan yeni sömürgeci sistemin, küresel hale getirilmesi olarak nitelemek de mümkün.
Bu yeni sömürgeci sistemin, insanlar, devletler, siyasi, idari ve ekonomik yapılar üzerinde neden olduğu sonuçlar, kamu hizmetlerinin, sosyal güvenliğin özelleşmesi/piyasalaşması ve pahallılaşması/erişiminin zorlaşması, devletin boşalttığı yerlerin şirketlerce doldurulması, kişisel ve ulusal verilerin, şirketlere yapay zeka sermayesi yapılması, insanlar ve devletler üzerindeki şirket kontrolünün daha önce hiç düşünülemeyecek şekilde artırılması, ulusal ölçekli şirketlerin küresel sermaye tarafından satın alınması yoluyla ulusal düzeyde teknoloji ve tasarım üretimi ve mülkiyetinin neredeyse olanaksız hale getirilmesi, emperyalizmin merkezlerinden başlayarak sermaye ya da şirketler hiyerarşisinin ve ilişki/karar ağının oluşturulması oluşması, sistemin tepesinde yer alan ve “küresel” olarak adlandırılan şirketlerin tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar büyümesi, doğrudan ya da finansal manipülasyonlar yoluyla dolaylı olarak dünyanın malının gerçek sahibi olması, medyanın küreselleştirilmesi, siyasetin şirketlerin yani paranın kontrolüne girmesi yani küresel ölçekte örgütlenmiş, taze damat Bezos gibilerin içinde olduğu yeni bir hanedanlık sistemi oldu.
Yönetimler ve yönetenler açısından bunlar olurken, bu değişimin sıradan insanlar üzerindeki etkisi; mülksüzleşme, parayla aldığı cep telefonu, otomobil vb. malların üzerindeki denetim ve kontrol yetkisinin dahi kendi elinden alınması, satıcı firmalara geçmesi, geçinmek hatta yaşanabilir barınma ihtiyacını dahi karşılamak için yetersiz ücretler, yine tarihin hiçbir döneminde örneği olmayan şekilde bozulan gelir dağılımı, sosyal ve ekonomik olarak yoksullaşma, kültürel olarak yoksunlaşma, küresel finans sistemine borçlu hale getirilmek ve tüm bunların doğal sonucu olarak siyasete demokratik müdahale güçlerinin hızla azalması oldu, finans ve teknoloji şirketleriyle, küresel düzeyde örgütlenmiş -Davos gibi toplantılar ve uluslararası kuruluşlar eliyle- siyasi elitlerin kontrolünde, insanlara ve uluslara ait her şeyin hunharca ve pervazsızca izlendiği bir küresel diktatörlük oluşturuldu. İşin enteresan kısmı, bütün bunlar daha çok özgürlük, demokrasi vaadiyle yapıldı ve Bezos’un düğününe katılan şarkıcılar, artistler, medya starları bu sistemin, sıradan insanlara kabul ettirilmesi için “fenomen”/”misyoner” olarak kullanıldılar.
Sonuç olarak, Bezos’un düğünü bu yeni düzenin, kendini dünyaya ve hatta evrene ait her şeyin sahibi gören, insanları doğayı, evreni köleleştirmek, sömürmek isteyen yeni küresel oligarşinin, haddinizi bilin diyerek sıradan insanlara verdiği mesaj, küstahça bir meydan okumadır, gözdağıdır. Bezos’un yerli versiyonlarının yaptığı da farklı değildir. Neoliberal Küreselleşmeci düzen savunucularının “Küresel düşün, yerel davran” sloganının ete, kemiğe bürünmüş halidir, aynı şeyin küstahlığın, aldırmazlığın yerel olanıdır.
Magazinin değil, sosyolojinin, ekonominin, siyasetin, psikolojinin, antropolojinin ve tabii ki felsefenin konusudur.
Ahmet Müfit