Anneler günü gene geldi. Reklamların anneler günü atağı yavaş fakat emin adımlarla ekranları kaplamaya başladı. Küçük ev aletlerinin, pırlantaların, terlik, bardak, ıvır zıvır bir çok öteberinin anneler günü için reklamları çoktan çekilmiş olmalı. Anlamı bilinmeyen, büyük kısmı yabancı dillerin baskısı altında, teknolojik tanımlamalarla dolu sözcüklerden oluşan reklamlar tüketimin artmasını sağlıyor mu acaba?
Anneler günü, annelere özel bir gündü yıllar önce. Onları mutlu etmek için kahvaltı hazırlanırdı örneğin. Harçlıklar zaten çok azdı ama yine de bir çiçek parası biriktirilirdi. Bir resim yapılırdı belki. Aile içindeki duyguların, sevginin parayla böyle içli dışlı bir ilişkisi yoktu eskiden. Para tek tek bireylerin değerini belirleyen, insanca yaşamayı, dostluğu, sevgiyi, insanı yabancılaştıran bir rol oynamıyordu .Biz büyüdük ve kirlendi dünya diyor şair. Dünyayı kirleten bizim büyümemizden çok emperyalizmin obezliği olsa gerek. Herşeyi, tüm insanlığı, doğayı, toprağı, suyu, iklimi bile yedi fakat doymuyor. Emperyalizmin yıkıcı etkisi, insanın insana, doğaya, doğallığa yabancılaştırdığı bu saldırısı altında anneler günü de elbette tüketimin arttırılmasına hizmet edecek.
Yılın hemen her günü ekonomik,sosyal, kültürel, siyasal eşitsizlikler içinde sıkışmış kadını bir günlüğüne kutlamak, kutlarken de bundan çıkar sağlamak kapitalizmin iki yüzlülüğüdür. Üstelik ağır bir ekonomik kriz herkesi yoksulluğun çemberine almışken bu ikiyüzlülük çok rahatsız edici olmaktadır. Ekonomik krizin gündelik hayatı felç eden baskısı ile kadınların yoksulluğu ve yoksunluğu kronik bir hastalık halini almıştır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, ayrımcılığın yarattığı sorunlar, ekonomik krizin baskısı tek başına ayakta kalmaya çalışan kadınların yaşamlarını çok zorlaştırmaktadır. Kadının yoksulluğu toplumsal sonuçları olan bir süreci içinde barındırır. Özellikle kız çocuklarının erken yaşta evliliğe zorlanması, okuyamama, yetersiz beslenme ve buna bağlı hastalıklar yoksullukla yakından ilişkilidir. Yoksul kadınlar, acımasız kent koşullarında dikkate değer bir hayat mücadelesi vermektedirler. Çeşitli yoksunlukları bulunmasına ve toplumsal cinsiyet eşitsizliklerine uğramalarına rağmen, yoksul kadınlar bütünüyle hayata küsmemekte, değişik iş sahalarında çalışarak, evde parça başı işler yaparak , sömürünün her biçimini görmezden gelerek ve çeşitli yardım kuruluşlarında haklarını talep ederek yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Ancak, her türlü konfordan yoksun olan bu kadınlar, tüm geçinme çabalarına rağmen, sağlıksız ev koşullarında kronik yoksulluğu yaşamaya devam etmektedirler. Çok azı yaşam koşullarını değiştirecek ve dolayısıyla yoksulluktan kurtulacak imkana sahiptir.
“Yoksulluğun kadınlaşması” kavramını ilk kez Pearce 1978 yılında kullanmıştır. Yoksulluğun kadınlaşması kavramı, kendilerini ve ailelerini geçindirmek zorunda olan kadınların bütün yoksullar içinde çoğunluğu oluşturduklarını ifade etmek için kullanılmaktadır. Sadece bekar olan kadınların değil, aynı zamanda yoksul hanelerdeki evli kadınların da bu kapsamda değerlendirilmesi gerekir. Dünyadaki yoksulların %70’ini ve okuryazar olmayanların üçte ikisini kadınlar oluşturur. Erkeklerle kıyaslandığında yoksullaşma riskiyle daha fazla yüzleşmekte ve yoksulluğu daha yoğun bir şekilde yaşamaktadırlar. Kadınlar dünyadaki toplam iş gücünün 2/3’ünü oluşturdukları, günlük çalışma süreleri bakımından erkeklerden %25 daha fazla çalıştıkları ve dünyadaki toplam gıdanın yarısını ürettikleri halde, gelirleri dünya gelirinin yalnızca %10’u kadardır. Kadın yoksulluğunun bir dünya sorunu haline geldiğini, kadınların aleyhine olan yukarıdaki rakamların toplumsal cinsiyet eşitsizlikleriyle ilgili olduğu kabul edilmelidir.
Kadınların erkeklere göre daha fazla yoksul olması ve yoksulluğun kadınlaşmasının üç temel sebebi olarak ; hak ve yeteneklerde kadınların dezavantajlı bir konumda olmaları, kadınların ağır çalışma koşulları ve düşük ücretler ile karşılaşmaları, kültürel, yasal ve işgücü piyasası engelleri yüzünden çeşitli sınırlamalar sayılabilir. Boşanma, yeniden evlenme ve bekar annelik ile ilgili değişiklikler, bu değişikliklerin geliştiği kültürel zemin kadınların yoksulluğu üzerinde çok etkili faktörlerdir.
Hayat yoksullar için gerçekten çok zordur; fakat kadınlar söz konusu olunca, bu zorluk ikiye katlanmaktadır. Evi geçindirme, çocukların bakımı ve eğitimi, sağlık sorunlarını tedavi etme, gündelik hayatın değişik etkinliklerine katılma gibi hususlarda, yoksul kadınlar birçok güçlükle karşılaşmaktadırlar. Çalışan ve iş güç sahibi olduğu için, dışarıyla ilişkili olan erkektir. Erkeğin evdeki hakimiyet ve zorlukları da kadının yükleri arasındadır. Erkeğin işsizliği ve kazandığının yetersizliği durumlarında da yuvayı yapan dişi kuş hep fazla mesai içindedir.
Julıet Mıtchell “Kadınların durumu diğer toplumsal grupların durumlarına benzemez. Benzememesinin sebebi, bir bütünlüğün (insan türünün) yarısı olmalarından gelir. Kadınlar temeldir ve yerleri doldurulamaz.” der. Neredeyse herkesin bir önceki döneme göre yoksullaştığı şu günlerde insanlığın yarısını oluşturan kadınların artan yoksulluk ve yoksunluğu, anneler günü çığırtkanlığı ile karşı karşıya gelmektedir. Kadınların zorluklar karşısında geliştirdiği direnç, çözüm geliştirme kabiliyetleri, hayata dört elle sarılma becerileri insanlığın diğer yarısını da harekete geçirerek emperyalizmi tedirgin edecek sonuçlar doğuracaktır.
PINAR GÜL