Büyük Hun İmparatorluğu, Batı Hun İmparatorluğu, Avrupa Hun İmparatorluğu, Ak Hun İmparatorluğu, Göktürk Kağanlığı, Avar Kağanlığı, Hazar Kağanlığı, Uygur Kağanlığı, Karahanlı Devleti, Gazne Devleti, Büyük Selçuklu Devleti, Harzemşahlar Devleti, Altın Orda (Altınordu) Devleti, Timur İmparatorluğu, Babür İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu…
Bunlar, resmi yazılı tarih kayıtlarına göre biz Türkler’in M.Ö. 220 yılından bu yana tam 2235 yıl süren, Moğol Stepleri’nden başlayıp 3 kıtanın neredeyse tamamına yayılan yolculuğu boyunca kurmuş olduğu ve şu anda da Cumhurbaşkanlığımızın forsunda 16 yıldızla simgelenen Türk Devletleri… Zırhlara bürünmüş, kılıçlı, mızraklı, kalkanlı 16 asker yeni Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda Azerbaycan Devlet Başkanı Haydar Aliyev’i karşılayıncaya kadar tarih dersi kitaplarındaki birer isimden ibaretti hepsi. Şimdi ise herkesin dilinde. Böylesine bir karşılama komitesi gerekliydi, gereksizdi, yok efendim kıyafetleri doğruydu, yanlıştı… Muhalif bir gözle, bu uygulamayı ve detaylarını eleştirmek adına aslında yazılacak, söylenecek çok şeyler var ama bu konuya farklı bir bakış açısıyla yaklaşmak istedim bu sefer.
Türkler, 2000 küsur yıllık tarih yolculukları boyunca seferler, savaşlar, fetihler dolayısıyla hep göçebe bir toplum olarak yaşamış ama ne yazık ki at sırtında destanlar yazarken yerleşik yaşam kavramını bir türlü içine sindirememiş bir toplum. Tarih süresince ya uzak diyarları fethetmek için göç etmişler, ya da savaşlar boyunca birbirlerini oradan oraya kovalarken göç etmişler. Hem kovalamışlar, hem kaçmışlar… Tarihçilerin işine burnumu sokmak kesinlikle haddim değil ama ne demek istediğimi daha açık ifade edebilmek adına cumhurbaşkanlığı forsumuza yıldız veren bu 16 devletle ilgili çok kısaca bilgi vermek isterim. En başından başlayacak olursak;
Büyük Hun İmparatorluğu, Mete Han’ın ölümünden sonra yaşanan taht kavgaları yüzünden parçalanmış.
Batı Hun İmparatorluğu, Çinliler’in desteğini alan Doğu Hun İmparatorluğu’na yenilerek yıkılmış.
Avrupa Hun İmparatorluğu, Atilla’nın ölümünden sonra oğulları arasındaki taht kavgaları nedeniyle parçalanmış.
Akhun İmparatorluğu, Göktürkler’in Sasani’lerle birleşerek saldırmasıyla yıkılmış.
Göktürk Devleti, Çinliler’in kışkırtması sonucunda Doğu ve Batı olarak bölünmesi sonucunda yıkılmış.
Avar İmparatorluğu, Slovenlerin ve Hırvatların desteğindeki Frank Ordusu’nun saldırısı sonucunda yıkılmış.
Çoğunluğu Yahudiliği seçmiş olan Hazarlar, İslam Halifesi Hz. Osman liderliğindeki İslam devleti ve Sasanilerle giriştikleri savaşlar ve doğudan gelen Peçenekler’in zayıflatması sonucunda Kiev Dükalığı tarafından yıkılmış.
Uygur Kağanlığı, Kırgızlar tarafından sona erdirilmiş.
Karahanlı Devleti, taht kavgaları yüzünden bölünmüş, bir kolu Harzemşahlar, diğer kolu ise Kara Hitaylar tarafından yıkılmış.
Gazneliler, sünni Müslüman bir hanedan olan Gurlular tarafından yıkılmış.
Büyük Selçuklu Devleti, Moğol Hanedanı Kara Hitaylar tarafından yıkılmış.
Harzemşahlar, Anadolu Selçuklular’ı tarafından yıkılmış.
Altın Orda (Altın Ordu) Devleti, Timur İmparatorluğu’nun saldırısı ve taht kavgaları nedeniyle bölünerek tarihten silinmiş.
Timur İmparatorluğu, Özbekler tarafından yıkılmış.
Babür İmparatorluğu, iç ayaklanmalar sonucunda İngiliz müdahalesiyle son bulmuş.
Son olarak Osmanlı İmparatorluğu zaten herkesin malumu…
Dikkat ettiniz mi, gerçek düşmanları tarafından yenilgiye uğratılarak ya da toprakları fethedilerek tarihten silinen Türk Devleti neredeyse hiç yok. Pek çoğu taht kavgalarıyla, kışkırtmalarla bölünerek ya da yine bir başka Türk Devleti’nin saldırıları sonucunda yıkılmış. Tarihimiz boyunca 16 devlet kurmakla, at üzerinde, cenk meydanlarında yazdığımız destanlarla övünürken bu devletleri yine kendi kendimize yıktığımız sanırım pek aklımıza gelmiyor. 2000 yıllık serüvenin sonunda elimizde avucumuzda, at koşturduğumuz üç kıtayı düşünecek olursak, küçücük bir yarımada olan Anadolu toprakları kalmışken, dişimizle, tırnağımızla kazıyarak, kanımızla, canımızla bedelini ödeyerek işgalden kurtardığımız bu kutsal toprakları hak edecek şekilde gereken saygıyı gösteriyor muyuz acaba? Her zamanki gibi birbirimizi yemekle meşgulüz. İktidar «paralel” diye ağlıyor; muhalefet, «bunlar din tüccarı” diye ağlıyor; halkın yüzde ellisi bıraksanız sokaktan eve girmeyecek, geri kalan yüzde ellisi evde zor duruyor… İktidarıyla, muhalefetiyle, halkıyla bu toplum bizden ibaret değil mi? Cumhurbaşkanı, başbakan, 550 tane milletvekili, 81 tane vali, binlerce kaymakam, belediye başkanı, muhtar, parti yöneticisi, yüzlerce rektör, dekan, okul müdürü. Bir koltukta oturup bir şekilde bizi yöneten bu insanlar bizim içimizden çıkmadı mı, yurt dışından ithal mi geldi tüm bu insanlar? Neyi şikayet ediyoruz, kimi kime şikayet ediyoruz?
Gece parkta içilen içkilerin şişeleri bankın üzerinde kalıyorsa, çocuk parkları, oyuncakların çevreleri sigara izmaritlerinden geçilmiyorsa, denizlerimizden kamyon lastikleri çıkıyorsa, yürüyüş alanları çekirdek kabuğundan geçilmiyorsa, üç beş kuruş rant için saatler içinde yüzlerce ağaç dozerlerle sökülüyorsa, dünyanın üzerine titrediği deniz kaplumbağalarının üreme alanına iş makinalarıyla giriliyorsa, 2 saatlik mangal keyfi yüzünden her yıl binlerce dönüm ormanımız yanıyorsa, her kurban bayramında İstanbul Boğazı kana bulanıyorsa, kırmızı ışıkta duran arabanın kapısı açılıp dolu küllük caddeye boşaltılıyorsa, hala yerlere tükürülüyorsa, demek ki toplum olarak bir yerlerde bir yanlışımız var. Hatırlarsınız, geçtiğimiz günlerde bir yavru domuz muhtemelen doğal yaşam alanı gasp edildiği için açlıktan ve soğuktan şehre kadar inmiş ve bizim insanlarımız tarafından taşlarla, sopalarla resmen hunharca linç edilmiş ve aynı insanlarımız çok matah bir şey yapmışlar gibi zavallı hayvanın başında güle güle fotoğraf çektirmişlerdi. Aynı gece yabancı bir belgesel kanalında Alaska’yı konu alan bir program yayınlandı. Programda, Alaskalı bir yerli, evinin bahçesine giren kutup ayısını, kışlık erzakını koruyabilmek için öldürmek zorunda kaldığını gözleri dolarak anlatıyordu. Aslında, yakaladığı yavru yaban domuzunun başında gülerek poz veren adamla, kutup ayısını öldürmek zorunda kaldığı için gözleri dolan Alaska yerlisi arasındaki fark, bizim toplum olarak nerede yanlış yaptığımızı gayet net bir şekilde özetliyor. Ama bu yanlışın sorumlusu ne bugünün iktidarı, ne bizi yetiştiren anne babalarımızı yöneten iktidarlar, ne Atatürk devrimleri, ne de Osmanlı dönemi. Sorunumuz insan olabilmek ve insanca yaşayabilmek.
Dolayısıyla artık birbirimizi yiyip duracağımıza; kurtuluş savaşımızın, dökülen kanlarımızın ve verdiğimiz canların en büyük kazanımı olan «son kalemiz” Cumhuriyetimizi ve bu toprakları hak edebilmek için, koruyabilmek için çuvaldızı biraz kendimize batıralım. Sarkık bıyıktan ibaret ülkücülüğü, yeşil parkadan ibaret sosyalistliği, sakaldan ibaret dindarlığı, badem bıyıktan ibaret muhafazakârlığı bir yana bırakıp önce İNSAN olalım, İNSANCA yaşamayı öğrenelim.
İnsanca kalın…