Aşağıdaki yazı: 2011 yılında yazdığım ve dar bir grupta dönen Emperyalizm Nedir? adlı kitabımın ”Hegemonya” başlıklı bölümünden alınmıştır. Bu yazıdan hareketle yapacağım konuşmayı 30. Ütopyalar Toplantısı’nda Karaburun’da dostlarımıza sunacağım.
Torbacılık ve Tuzaklar
Uyuşturucu satıcısına, uyuşturucu trafiğine en aşağı düzeyde aracılık eden kişilere argoda torbacı denir. Yukarıda uyuşturucu baronları sermaye biriktirirken aşağıda bu torbacılar türlü ayak oyunlarıyla uyuşturucu satmanın inceliklerini öğrenip uygularlar.
Medya da tekellerin hizmetinde bir torbacı gibi çalışır. Buradan sadece reklamcılık anlaşılmamalı. Herhangi bir ürünün satılması için reklamlar aracılığıyla halkın aldatıldığının görülmesi çok kolay bir olgu, hatta bu olgu kapitalistler ve sosyal demokratlarca da sıklıkla eleştirilir. Reklamların en zayıf yanı reklam oldukları halktan gizlenmez ama reklam işlevini en iyi yerine getiren halkla ilişkiler uygulaması, gizli reklamlardır. Ölüm döşeğindeki birinin ya da bir idam mahkumunun son olarak sigara içmeyi istemesi, yakışıklı jönün güzel bir kadınla flört ederken pahalı saatini teşhir edercesine sigarayı havalı bir şekilde tutması, cinsel birliktelik sonrası anında sigaraların yakılması bütün bunlar gizli reklamcılık örnekleri. Bunlarla sigaranın ölümden önce vedalaşılması gereken bir dost olduğu, onsuz cinselliğin eksik olduğu, karizma kazanmak istersek bir sigara yakıp havalı bir şekilde tutmanın yeterli olduğu düşünceleri toplumun bilincine kazınmaktadır.
Ürün Satma, Uyuşturma ve Aldatma
Sistem torbacısının yardımıyla hayalleri satabilmektedir. Kısa süreli de olsa halkın vicdanını uyuşturabilmektedir. Ancak yenilmek zorunda olduğu yer toplumun gerçekliğidir. Hepimiz pop yıldızı olamayacağız. Hepimiz kara para aklayamayacağız, hepimiz pahalı araçlara binemeyeceğiz, hepimiz film yıldızı olup yalnızlıktan depresyona giremeyeceğiz. Sistemin biz fakirlere sunduğu teselli zenginlerin sonu gelmez mutsuzluğu, kıskançlıklarıdır. Sistem halkı uyuşturmak için bile olsa onurlu bir fakir yerleştirmeden edemiyor namussuz filmlerine. Hala Leyla ile Mecnunların aşkına muhtaç Batı’nın film endüstrisi. İmkansız aşkları sunmadan yaşanan aşkları sıradanlaştıramazlar çünkü.
Çalışmaya ve Yaratıcı Düşünceye Biçilen Kefen
Sistemin imgeleri kendisi gibi şizofreniktir. Çalışan bir genç, başarılı bir genç muhakkak bedensel olarak çekilmez olmalıdır, bunun için bir karikatür mevcuttur: şişman, gözlüklü, sivilceli olmazsa yeterince çalışıyor olamaz. Çünkü sistem kendini yansıtmaktadır. Çalışmaktan zevk alınamaz, gönüllü çalışma yoktur. Çünkü çalışma zorunludur, geçim içindir. Çalışan, işine yabancıdır.
Sistemin idealinde işkolik baba çocuğuyla ilgilenmez, işkolik kadın duygusuzdur, çünkü artık erkekleşmiştir. Kadın duygusal olmalıdır ve erkekler dünyasına girince bunu kaybeder. İşte sistemin zihinlere kazıdığı kabuller bunlardır. İş erkeklerin dünyasıdır. Kadınlar buranın hoş karşılanmayan misafirleridirler. Sistem gerçekliğini gizleyememektedir.
Yaratıcı insan imgesi sakatlanmıştır. Matematikçiyseniz, filozofsanız, ressamsanız, müzisyenseniz biraz da kaçık olmalısınız. O yüzden her biliminsanının yaşamı için iki gerçek mevcuttur: biri sistemin yarattığı çakma biliminsanıdır, diğeri tepeden tırnağa insan olan yaratıcı ve bilge zihindir. Örneklere başvuralım:
-Bir film yapılacaksa ‘normal’ bir biliminsanının yaşamöyküsü yeterli değildir, normalse bile biraz ‘anormalleştirilmelidir’. Akıl Oyunları filmini anımsayalım: matematikçi John Nash hastalığı çerçevesinde adına film çekmeye değer görülmüştür. Sistemin yarattığı Einstein imgesine dikkatle bakalım: Einstein’ın sosyalist olduğunu söylemeye hiçbir gerek duyulmaz. Onun yerine onun delilikleri, küçük takıntıları yer almaktadır. Biliminsanının ‘arıza’ları sunulmaktadır. Ama bunlar yapılırken, Faşizme nasıl meydan okuduğu, incelikli bir insan olup keman çaldığı, Sovyetlere dair okumalar yaptığı ve Almanya’daki yahudi biliminsanlarının kurtarılması için uluslararası çalışmalar yaptığı bir türlü anımsatılmaz. Belki de adından en çok bahsettiren ressam olan Pablo Picasso’yu düşünelim. İspanya Komünist Partisi üyesi olan bu aydının düşüncelerinin yerine resimlerinin anlamsızlığı dalga konusu olarak medyanın muhabbet konusu olabilmektedir. Yazarlarımızın ölüm haberlerinin verildiği günler medyada onların aşkları sefaletleri konuşulur ama birkaç istisna hariç, mücadeleleri, düşünceleri hep es geçilir nedense. Mücadeleciler yerine bohem olarak nitelenebilecek olanlar haber yapılır ya da mücadeleci olanların bohem denebilecek birkaç anısı şişirilir bütün bir hayat bu anılardan ibaretmiş gibi sunulur. Dolayısıyla sistem öncelikle aydınların imgesini ehlileştirir, sonrasında da gerçek olan buymuş gibi kamuoyunun zihnine yerleştirir. Sistem için Attila İlhan, Cemal Süreya, Nazım Hikmet biraz dargın biraz da çapkın aşıklardır. Bir de muhaliftirler ufaktan, o kadar. Örgütlü olup olmadıkları, düşünce sistemleri, giriştikleri mücadeleler birden unutulur; gürültülerin arasında apaydınlık bir biçimde çıkan bir kısım medyanın sesi dışında gerçek artık sistemin dediği olur ta ki sistem devrilip hakiki gerçeklik çakma gerçeklikleri yok edene dek.
Sistem sadece bilinç altına mesaj vermekle yetinemiyor. Sürekli olarak düşmanlar yaratıp onlara karşı halka kin ve nefret tohumları ekmesi gerekiyor. Tek bir örnek bile bunun için yeterli: Holywood film endüstrisi Kuzey Kore, Çin ve SSCB gibi sosyalist ülkelere karşı çalışan ünlü ajan James Bond’un serüvenlerini konu alan 22 film yapmıştır. Toplam bütçe 1 milyar dolardır. Emperyalizm konu kendisini tehdit eden odaklar olunca hayli bonkör olabiliyor.
Özetle, reklam ve filmler sistemin ideolojisinin çok belirgin ve bilinçli bir biçimde yansıtıldığı araçlardır. Sistemin fonladığı filmler ve reklamlar son derece ideolojiktir. Reklam metinleri sistemin ideolojik metinleridir. Propagandanın insani bir kılıfla pazarda yer aldığı araçlar açık açık yapılan ideolojik yorumlardan çok daha etkilidir. Bu nedenle falan gazetedeki falanca siyasi yorumcunun etkisinin çok ötesinde bir etki yukarıda özetlenen yöntemlerle sağlanmaktadır.
Aydının Yanılsaması ve Halkın Yanılsaması
Aydınlar herhangi bir üretim zincirinde yer almadıklarından içinde bulundukları yanılsamalar halkınkinden farklılıklar taşır. Aydınlar saflarını ideolojik konumlarına göre belirlerler. Aydınların ideolojik konumları ise hem yaşadıkları deneyimlerden hem de edindikleri teorik kaynaklardan etkilenir. Türkiye’nin eğitim sistemi Batı’ya entegre olmaya çalıştığı için bizde belirli bir aydın tipi doğmuştur: Tanzimat aydını. Bu tip aydınlar Batılı olamamanın üzüntüsüyle halka küfrederler, halkın yetersizliğinden dem vururlar ve Batı’nın şablonlarına göre düşünürler. Kurtuluş savaşımızda mandacı aydınların çıkmasının tek nedeni onların bir kısmının satılık olması değil, Batı’nın eğitiminin ve kültürünün altında ezilmeleridir ayın zamanda. Batı’nın tarihindeki devrimci atılımları görürler ama Türkiye’deki ve ezilen dünyadaki atılımları üstün körü inceleyip ‘bu kültürler devrim yapamaz’ der geçerler. Oryantalist yaklaşımın tipik bir yansıması olan bu tutuma her gün televizyonlarda rastlıyoruz.
‘Askeri vesayete’, ‘militarizme’, ‘milliyetçiliğe’, ‘darbelere’ karşı olma adına, ya da ‘demokrasiye’, ‘özgürlüklere’ sahip çıkma adına kimileri AKP’ye yahut ABD’nin güdümündeki sivil toplum örgütlerine destek vermektedirler. Bunu yaparken, ABD’nin askeri gücünü ve dünya halklarına karşı giriştiği operasyonları görmezden gelmektedirler. AKP’nin askeri vesayeti kaldırdığını, ırkçılıkla mücadele ettiğini dillendirmektedirler. AB’nin Türkiye’yi demokratikleştirdiğini, ABD’nin Türkiye’nin dostu olduğunu, ulus-devletlerin çağının geçtiğini, Dünya’da emperyalizmin kalmadığını ve onun yerini karşılıklı bağımlılığın aldığını söylemektedirler. Sakallı Celal’in güzel ve özlü bir sözü vardır: ”Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür”. ABD’nin askeri harcamalarını, Dünya’nın dört bir yanındaki darbecilerin kimler tarafından desteklendiğini, çeşitli ülkelerin kaynaklarının kimler tarafından sömürüldüğünü, kimlerin kara para akladığını, kimlerin dolar vurgunculuğu yaptığını, kimlerin Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünde engel olduğunu görmemek için zihinlerin yalanlarla eğitilmesi gerekmektedir. Kimi aydınların bunlara inanabilmesi işte bu nedenle halkın kandırılmasından farklıdır. Batı’nın eğitim kurumlarında, Batı’nın fonladığı merkezlerinde beyinleri hayata ters düşen ‘bilgi’lerle donatılmış bu kişiler Türkiye gerçekliğinden koparılmışlardır. Tabii burada doğrudan satın alınmış kişilerin tutumlarını göz ardı ederek bunları söylüyoruz. Bir de bu satılık aydınlar dikkate alındığında aydınların halktan daha farklı yollarla esir alındığını ya da emperyalizmin hizmetine girdiğini görebiliriz.
Çarpıtılmış Gerçeklere Karşı Savaş
İnsanların ve toplumun temel ihtiyaçları üzerine bina edilerek oluşturulan propaganda gerçekliği ters yüz etme işlevi görmektedir. Kitleye çarpık bir bilinç dayatma amacıyla yapılmaktadır. Bu çarpık bilinç ideolojidir. Marx, ideolojinin tanımını bu açıdan yapmaktadır: ona göre ideoloji çarpıtılmış bilinçtir1. Kişi kendi gerçekliğinin dışındaki bir gerçekliğe bağlanır. Bunun yerine alınacak tutum bilimselliktir. Nesnel koşullara göre kişinin konumu ve çıkarları saptanmalıdır. İdeoloji bir anlamda da toplumu üretmenin bir aracıdır. Toplumun zihnini belirlemenin, zihnini yakalayarak bedenine (maddesine) yani emeğine egemen olmanın aracıdır. Çünkü toplumun ”maddi egemen gücü olan sınıf, aynı zamanda egemen zihinsel gücüdür” (Marx). Bu nedenle egemen maddi gücün kendi çıkarı için tasarruf edeceği ideolojik araçlarını en yüksek sömürü için kullanacaktır, ya da egemenliğini güçlendirmek için kullanacaktır. O nedenle elindeki kitle iletişim araçlarını iktidarını sağlamlaştırmak ve zihinleri daha da fazla kontrol edebilmek için kullanacaktır. Dolayısıyla hedefini iyi belirlemeli ve hedefe odaklanan yayınlarını yapıp gerçeği yeniden yaratmalıdır. Düşmanlarını kendi minderine çektiğinde onlara yaptığı yayınlardaki kısmi doğruları söyleterek gücünü arttırır.
Bu oyuna gelmemek için onun yalanlarına karşı konumlanmak gerekmektedir. Emperyalist sistemin ideolojik aygıtlarının tam karşısında konuşlanıp onun minderine oturmamak gerekmektedir. Emperyalizmin elindeki bol kaynakları bu denli tasarruflu kullanmasına karşı emekçilerin de ellerindeki kısıtlı kaynakları olanca gücüyle üstü karartılmaya çalışılan gerçeği aydınlık tutmak için kullanmaları ve israf etmemeleri gerekmektedir. Emperyalizmin minderinde onun haberlerini doğru ve yanlışlar olarak ayıklamaya geçmek, onun benimseyeceği dille ‘nesnel’ bir tutum almak, savaşın kontrolünü ve dolayısıyla sonucunu Emperyalist odağın iradesine vermek demektir. Örnek vermek gerekirse, Ergenekon davasında sistemin muhaliflere söyletmeye çalıştığı şey: ”kurunun yanında yaş da yanıyor, bari masumları çekelim”dir. Oysa Emperyalist odak kuru olarak oraya koyduğu kişileri asıl suçları nedeniyle değil, haksız ve asılsız iddialarla oraya koymaktadır. Bu durumu da kuru olarak sınıflandırılan kişilerin önceki suçları ile gizlemektedir. Bu şuna benzemektedir: Bir katili herhangi bir suç işlememiş başka biriyle beraber tutuklayıp tecavüz suçundan yargılıyorsunuz. Sonra da delil olarak katilin geçmişteki öldürme eylemini tecavüz için delil olarak sunuyorsunuz. Sonra buna toptan karşı çıkacağı yerde ‘muhalif kişi’ katil olmayanı dışarı çıkaralım yargılama devam etsin diyor. Doğru tutum tecavüz davasının esası taciz eylemi olduğundan ve sanıklar öyle bir eylemde bulunmadıklarından davaya tümüyle karşı olmaktır. Dolayısıyla Ergenekon Davasının esasını oluşturan darbe iddiaları asılsız olduğundan bu dava kapsamıyla alınan herkes suçsuzdur şeklinde bir karşı çıkış Emperyalist odağın ideolojik saldırısına karşı en doğru tutum olacaktır.
Son bir örneği daha anmak da fayda var. Amerikanın Irak’ı işgali sırasında kamuoyu genel olarak, bir avuç liberal aydın dışında, işgale tepkiliydi. Emperyalizmin güdümündeki zihinler, naif duygularla, ne Saddam ne Bush sloganını benimsediler. Burada sanal bir terazi kurulmuştu ve geçmiş eylemleriyle Saddam’a belirli bir kötülük değeri verilirken Irak’ı işgali ile Bush’a başka bir değer veriliyordu; sanırım bu değerler çok yakın çıkmış olacak ki bir tercih yapılmak istenmiyordu. Oysa bu tam da emperyalizmin istediğiydi. Doğru bir tavırla olaya yaklaşırsak, söz konusu eylem nedir? Irak’ın işgalidir. Irak neden işgal edilmektedir? ABD’nin Doların egemenliğini ve Irak’ın petrol kaynaklarını ele geçirme arzusu nedeniyle işgal gerçekleşmiştir. Saddam ise işgale karşı savaşmaktadır. Olay çok yalındır. Oysa bu olayı da bulandıracak gerçekler medya tarafından seri olarak sunulur. Düne kadar Saddam’ın bütün eylemlerini stratejik müttefik ABD’nin isteği nedeniyle savunan medya, birden Irak halkına yapılan zulmü anımsadı. Irak işgali karşısında ABD’ye karşı değil de Savaşa karşı konumlanmak için ancak zihinlerin bulandırılması gerekiyordu. İşgale karşı değilseniz, savaşa karşı olmanız hiçbir şeyi değiştirmez. İşgale karşıyım değil de savaşa karşıyım demek Vatanları saldırı altındayken Irak askerlerini niye siz de yanıt veriyorsunuz demek anlamına gelecektir. Elbette savaşa karşı eylemlerine katılan insanlar samimiydi ama onların samimi niyetleri yanlış bir ideolojik tavırla heba edilmiştir.
Emperyalizmin ve onun işbirlikçilerinin halkın devrimci eyleme geçmesini engellemek için yapması gereken ve yaptığı şey halkın potansiyel öncülerinin, yani aydınların, zihinlerine bazı düşünceleri yerleştirmektir. Böylelikle aydınlar savaşmadan yenilmiş olacak, hatta kimi maddi unsurlarla da desteklenince emperyalizmin ajanlığını yapabilecek noktaya gelmektedir. Ancak bunun yanısıra aydınların zihninin değiştirilmesi ile kimi durumlarda devrimci konum alabilen aydınlar başka konularda zihinleri üzerindeki bu etki nedeniyle sisteme bilinçsizce meşruluk ve güç kazandırmaktadırlar. İşte zihinler üzerindeki bu etkiye ideolojik hegemonya diyoruz. Bunun ülke halkını kuşatmasıyla zihinler hapsedilmiş ve böylece zihinleri taşıyan beden yani emek gücü sistemin hizmetine çalışmaktadır.
1İdeolojinin Marx’ın metinlerinde özel bir anlamı vardır. Çarpıtılmış bilinç anlamına gelir. Sözcüğün kökeni Napolyon dönemindeki egemen sınıfın aklayıcılarının yapılan uygulamalar için ürettikleri safsatalarına gönderme yapmaktadır. Oysa Lenin’in kullandığı ve bugün genel olarak kullanıldığı anlamıyla ideoloji dünya görüşü anlamına da gelmektedir. Bugünkü anlamı itibarı ile bir sınıfın kendi çıkarları gereği oluşturduğu programının teorisi anlamına gelmektedir. Bu anlamda ideolojisiz kitle egemen sınıfın ideolojisi ile uyutulur. Dolayısıyla kurtuluşu için üretenler, emekçiler kendi çıkarları doğrultusundaki programın ideolojisi ile donatılmalıdır ve kafasındaki çuvalı çıkarmalıdır.