Karamsar Bir Tablo ve Uyku – ”Yumuşak” ve Otoriter Devletler

”Yumuşak” ve Otoriter Devletler

”Otoriter Ülke” addedilen ülkelerin genel özelliklerini anımsayalım: Batı ittifakının (şayet böyle bir ittifak gerçekten kaldıysa) şer ilan ettiği (1), ekonomik olarak yeterince güçlü olmayan (2), toplum üzerinde baskı kurma araçları arkaik (3) ülkeler olmak gibi bir ortaklıkları var. Batı ittifakına dahil olmadıklarından, bu ülkelerin insan hakları ihlalleri, antidemokratik uygulamaları ve yetersizlikleri Batı medyasının radarına girer. Bu ülkeler de gerçekten katı ve otoriter bir tutum benimsediklerinden, muhaliflerini yabancıların kucağına iter. Muhalifler ”dış güçlere” açıktan yönelirse eninde sonunda halktan kopar; gizli kapaklı yönelirse bir başarı şansı yakalar; şayet ”dış güçlere” hiç yönelmezlerse ya sisteme dahil edilirler ya da silinip giderler. Bu ihtimallerin ötesine geçebilenler mevcut iktidarı indirme fırsatını yakalayabilir.

İşin garip yanı bu otoriter iktidarlar Batı ittifakıyla dolaylı veya örtülü bir işbirliği halindedir. Rusya fiilen Ukrayna üzerinden AB ülkelerini ABD ile paylaşma imkanı bulur. Çin ekonomik yükselişini sürdürüp sosyalizm davasını terk eder. Batı ittifakı ise kimi tavizler verir veya ittifak içi çatışmalarını bastırır.

Otoriter ülkelerin Batı’nın ”örtük otoriter” (”yumuşak otoriter” mi desek acaba?) devletleri kadar mahir değildir baskı kurmakta. En azından yakın zamana kadar böyleydi. İngiltere Terör Yasasıyla sokak ortasında yurttaşlarını vurmayı, Sarkozy Fransası metro duraklarına kadar silahlı, kamuflajlı kolluk yığmayı, AB ülkeleri Rus kültürüne dair ne varsa yasaklamayı, susturmayı gizleyemedi. Rusya ise Avrupa Sağının tüm söylev ve vaatlerini yaymaya, Çarlığın eski topraklarını ya açıktan ilhak etmeye ya da fiilen yönetmeye başladı.

Yumuşama Bitiyor! Devletin Özü Kuvvet!

Soğuk Savaş sonrası ”yumuşak” siyaset terk ediliyor. Dünyanın dört bir yanında demokratlar kaybediyor. Bernie Sanders ve Jeremy Corbyn ile neoliberal askeri endüstriyel kompleksten sapma ihtimali varken hızla bu yoldan sapan Anglosakson dünya. Evcilleştirilmiş sağdan da beterine teslim olacak gibi görünüyor. İtalya’da faşist bir hükümet kuruldu bile. Darısı Avusturya ve Fransa’nın başına.

”Sol” kendisini kaybetti!

”Sol” bu alt üst oluşu tarihin tribünlerinden kaygılı bir şekilde izliyor. ”Sol”un algısı, yükselenin kadın düşmanı, homofobik, ırkçı, şoven bir zihniyet olduğu yönünde. ”Sol” anlaşılan o ki bu yükselişin ardında kalan yine kadın düşmanı olup kadın dostu görünen, homofobik olup eşitlikçi görünen, ırkçı olup kozmopolit olan ve basbayağı neoliberal bir sisteme ağıt yakacak durumda.

Gelgelelim, ”sol”un kendisinin bile unuttuğu gerçek soldan duyulan korku nedeniyle Batı’nın iletişim ofislerinde, karanlık dehlizlerinde sola karşı kim varsa bir şekilde destekleniyor. ”Bernie Sanders’a karşı ister Clinton ister Biden ister Trump olsun, yeter ki Bernie olmasın” anlayışı hakim. Benzer şekilde ”Melenchon olmasın da ister Macron ister Le Pen olsun” anlayışı hakim. ”Sol” ise kozmopolit kapitalistlerle birlikte yeter ki Le Pen olmasın kim olursa olsun diye teslim oluyor. Oysa daha dün Yunanistan’da gördük; şimdilerde Fransa’da, Almanya’da görüyoruz ki sol adına iktidara gelenler yönetmeye hiç hazır değil; hızla sistemin efendilerine koltuğu devretmek üzere emanetin üstünde oturuyorlar.

Kozmopolit solun alternatifi olduğu iddiasındaki ”yerli ve milli” sol ise otoriter devletlerin ırkçı, şoven, homofobik, komplocu zihniyetine sapıyor. Bu sefer ”ilerici” bir yerden. Sistemin merkezindeki aklın kültür endüstrisi üzerinden verdiği söyleve o kadar karşılar ki 2+2’nin 4 ettiğine dahi inanmayacak derecede güvensizler. Yalnızlar mı? Yok, hayır! Kitleler bu komplocu refleksi benimsiyor. Çünkü sistemin ”meşru” kanallarından o kadar yalan söylendi ki artık güvenilmeyecek derecede itibarsızlar. Şimdi sistem ”yeni” kanallar açıyor. Üstelik bir kısmı konvansiyonel kanal bir kısmı sosyal medya kanalı bir kısmıysa ”ilerici” zümreler. Tüm bu kanallarla yalanlar kılıf değiştiriyor, ama eski yalanlar yeniden yutturuluyor.

Kısacası, gerçekten ”yerli ve milli” ama aynı zamanda ”ilerici” bir sol ortalıkta yok. O halde kim var? İrili ufaklı çıkar grupları, öfkeli ve bölünmüş kitleler, gerçeklikten tamamen kopmuş bireyler, devlet ciddiyetini kaybetmiş hükümetler… Bunların tamamı üzerinde yükselen ve bunlardan yararlanan azınlık bir grup var bir de. Bunlar bilgi asimetrisi sayesinde üstünler. Bu bilgi asimetrisinin ardında beşeri sermayeleri, kültürel bellekleri ve askeri endüstriyel kompleksin sahip olduğu tüm maddi güç var.

Akıl ve Örgüt Gerek!

Bu gücün sahipleri, yakın bir gelecekte kitlelerden, hukuktan ve paradan kurtulacakları ve aslında bu yüzden de sahip oldukları sosyal gücü yitirecekleri (daha doğrusu bu güce ihtiyaç duymayacakları) bir sistemi hazırlıyorlar. Ufku dar bir kısım ”sol” da hala ahlak, yolsuzluk-yoksulluk ekseninde bir siyasal söylem arayışında.

Otoriter olsun yumuşak olsun mevcut iktidarlar kitleleri uyuşturuyor, onları baskılıyor. Bu iktidarların karşısında görünenler veya karşısında olduklarını iddia edenlerse türlü uyuşturma kanallarına hapsolmuş durumda.

İsmet Paşa, namuslulara en az namussuzlar kadar cesur olma çağrısında bulunmuştu. Bugün ihtiyacımız, ezilenlere en az ezenler kadar akıllı ve örgütlü olma çağrısında bulunmak. Eften püften siyasal gündemi bir kenara atıp kitleleri gerçekten uyuşturan ve oyalayan söylemleri, kanalları ve araçları hedef almak gerek. Ne zaman mı? Kim belki yarın belki yarından da sonra… Şimdi uykum var!

Bunları da sevebilirsiniz