NATO Zirvesi, Jeopolitik Fırtına ve Türkiye’nin Rota Değişikliği

Gelecek yıl 75. Yılını kutlayacak olan NATO, en önemli zirvelerinden birisini 12 Temmuz 2023 tarihinde tamamladı. Bu zirvenin tarihi tesadüfen 28 yıl önce Srebrenizta’da yaşanan Boşnak katliamı ve Türkiye’de 15 Temmuz 2016’da yaşanan FETÖ darbe girişimi ile aynı haftaya denk düştü. Zirve kısaca Ukrayna NATO üyesi yapılmadan, Rusya Ukrayna savaşının devamını ve bu şekilde gerek etki alanı gerekse kuvvet ve komuta yapısının genişlemesini hedeflemiştir. Bu şekli ile başarılı olmuştur.

Ankara’nın Tarihsel Rota Değişikliği Zirvenin bu yıkıcı etkisi kadar Ankara’nın cumhuriyet tarihimizde eşine ender rastlanacak bir volte face (yüz değiştirme, 180 derecelik dönüş) hamlesi yaparak ABD/AB odaklı 2002 yılı ayarlarına geri dönmesine de aracılık ettiğini söyleyebiliriz. 14 Mayıs seçimlerinde iktidar cephesi propagandası tamamen Türkiye’nin güvenlik endişelerine ve iktidar partisinin anlatımı ile dış mihraklar veya üst (Anglosakson) akıl tehdit ve risklerine odaklı iken, seçimlerden 2 ay sonra aynı odaklarla gerçekleşmesi mümkün görülmeyen AB üyeliği havucu üzerinden el sıkışılması Türkiye’nin ortasında kaldığı jeopolitik fırtınaya ekonomik ve siyasi temelde ne kadar hazırlıksız yakalandığının da bir ifadesi oldu. Türkiye’nin bu ani rota değişikliğinin Biden için 2024 seçimlerine giden yolda büyük bir zafer olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye maalesef İkinci Dünya Savaşının açlık ve sefalet dolu yıllarına rağmen devam ettirdiği aktif tarafsızlık politikasını bugün terk etme aşamasına gelmiştir. Bu safhadan sonra ABD ve NATO’nun baskı ve istekleri artarak devam edecektir. Amerikan düşünce kuruluşları Rusya’nın karşısında konumlanan Türkiye’nin gerek NATO gerekse ABD için büyük bir jeopolitik ikramiye olduğunu biliyorlar. Her zaman dediğimizi tekrarlayalım. Jeopolitik ideoloji dahil her şeyin üzerindedir. ABD jeopolitiği için Türk Boğazları ve Anadolu yarımadası her şeyin üzerindedir. Türkiye son 75 yıldır daldığı derin Atlantik uykusu ile bu gerçeğin farkında değildir. Kırılgan, kutuplaşmış ve muhalefetsiz bir iç cephe, çökmüş bir ekonomi ile cumhuriyetimizin 100. yılına işte böyle giriyoruz. Türkiye’nin 21. Yüzyıl jeopolitiği güncel ve acil ekonomik yaraların kapatılmasına feda ediliyor. Diğer bir deyişle Türk jeopolitiği mali kriz uğruna harcanıyor. Maalesef Türkiye’nin bağımsız ve bloksuz rota çizebileceği en uygun şartların oluştuğu, 200 yıllık Avrupa Atlantik hegemonyanın çöküşe geçtiği ve Asya Pasifik güç odakları ile dengelendiği tarihsel bir dönüm noktasında Türkiye yeni rota çizmek yerine, çöken bir hegemonun yanında tekrar yerini almaya karar vermiştir. Bu arada her ikisi de imkânsıza yakın olsa da Ukrayna’nın NATO üyeliğinin gerçekleşme olasılığının Türkiye’nin AB’ye tam üyelik olasılığından yüksek olduğunu vurgulayalım. AB’ne tam üyeliğin Yunanistan ve GKRY’nin onayına bağlı olduğunu ve karşılığında Seville Haritasına ve Kıbrıs’ta Federal çözüme evet denmesi gerektiğini artık sokaktaki çocuk biliyor. Kısacası 12 Temmuz 2023 günü yayınlanan NATO Zirve Bildirisi ile 2 gün süren zirvede ve sonrasında yaşananları birlikte okuduğumuzda ortaya genelde dünya ve özelde Türkiye için 3 sonuç çıkıyor: Birincisi; Ukrayna’nın NATO üyeliği uzak bir hedeftir. İkincisi Ukrayna Rusya Savaşı, ABD Rusya Jeopolitiğinin çatışma alanı olarak devam edecektir. Üçüncüsü iç cephesi ve ekonomisi dağılmış Türkiye, Asya Pasifik eksenden Avrupa Atlantik eksene geri çekilecektir.

Zirve Bildirisindeki 1 Milyar Vurgusu. NATO zirvesinin 90 maddelik sonuç bildirgesi her zirveden sonra tekrarlanan ve artık kalıplaşmış ‘’kişisel hürriyetler, insan hakları, demokrasi, hukukun gücü, uluslararası hukuka saygı, kural temelli dünya düzeni ve BM Anlaşmasına uyum’’ gibi bilinen kavramlarla başlıyor. Bu bildiride 1 milyarlık NATO nüfusunun güvenliğine vurgu yapılması dikkatlerden kaçmıyor. 7 milyarlık dünyaya bir nevi ‘’lider biziz, standartları ve güvenlik çerçevesini biz çizeriz. Jeopolitik kuralları biz koyarız, herkes bize uymalıdır’’ mesajı veriliyor.

Bildiri çelişkiler ile dolu. Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky’i zor durumda bırakan ABD Başkanı Biden’ın Kiev’in savaş devam ederken NATO üyeliğinin mümkün olmayacağını açıklamasına rağmen bildiride Rusya’nın jeopolitik tezlerine tehdit teşkil edecek ve savaşın devamını adeta isteyecek şekilde ’Ukrayna’nın geleceği NATO’dadır. Ukrayna’nın NATO üyesi olacağına dair 2008 Bükreş Zirvesinde verdiğimiz taahhüdü bir kez daha teyit ediyoruz’’ ifadesi savaşın devamına ve ancak Ukrayna’nın oyalanmasına yönelik iradenin devamı olarak düşünülmelidir. Benzer şekilde 2008 yılında savaşan Rusya ve Gürcistan gerçeğine rağmen Gürcistan’ın NATO üyeliğinin desteklendiği metinde güçlü şekilde vurgulanıyor. Bildirinin 19. maddesinde ‘’NATO ile Rusya arasında ve Avrupa Atlantik bölgede istikrar ve tahmin edilebilir bir geleceğin arandığı’’ söylenirken, NATO’nun hiçbir şekilde Rusya’ya çatışma aramadığı ve tehdit teşkil etmeyeceği vurgulanıyor. Bu madde tek başına bildirinin içeriği ve hayatın gerçekleri ile çelişiyor. Savaşın çıkış nedeni Ukrayna’nın NATO üyeliği olduğuna göre bu süreç teşvik edilmemeliydi ancak tam aksine Rusya’nın geri adım atması beklenerek sadece Ukrayna’nın değil Rusya’yı güneyden çevreleyen Gürcistan’ın da NATO üyeliği teşvik ediliyor ve destekleniyor. Bu şartlar altında NATO’nun Rusya’yla sıfır toplamlı uzun soluklu ve kapsamlı bir gerilim sürecine girdiğini söylemek mümkün. Rusya hiçbir koşulda Ukrayna’nın ve Gürcistan’ın NATO üyesi olmasına yeşil ışık yakmaz. Rusya’da bir rejim değişikliği olsa bile böyle bir sonuca varmak imkansıza yakındır. Zira böyle bir durum Rusya’nın geniş kaynaklara sahip bir devlet olarak parçalanmasının yolunu açacaktır.

Acil Müdahale Kuvveti 10 Kat Büyüyor. Bu kapsamda NATO’nun zirve sonunda 300 bin kişilik acil mukabele gücü kurması ve Ukrayna’ya Rusya’yı da menziline alabilecek silah yardımının artırılması kararı savaşın en az bir yıl daha devam edeceği şeklinde yorumlanmalıdır. NATO teoride savaşan taraf değildir. Ancak pratikte ‘’Kapsamlı Yardım Paketi (CAP)’’ ile senelere programlanmış askeri yardım akışını sürekli kılarak açık ve belgeli taraf olmuştur. Örneğin Hollanda ağustos ayında F-16 pilot eğitimlerine başlarken yıl içinde Almanya, iki Patriot hava savunma füze sistemi, 40 Marder zırhlı savaş aracı, 25 Leopard 1A5 tankı; İngiltere, Challenger 2 tankları ve 70 farklı zırhlı araç için mühimmat; Danimarka, iki NASAMS hava savunma sistemi ve 1000 Black Hornet İnsansız Hava Aracı; Fransa, Rusya içlerin vurabilecek SCALP-EG seyir füzeleri bağışlıyor. (Türkiye’nin büyük bir hata ile Ukrayna’ya SİHA satışını da bu listeye ekleyelim.) Zirve sonunda savaşan taraf olan Ukrayna ile NATO – Ukrayna Konseyinin kurulması da ayrı bir gelişmedir.

NATO, Avrupa ve Denizlerin Kontrolü NATO, ABD’nin Avrasya’nın batı cephesindeki en büyük jeopolitik enstrümanıdır. Asli görevi Avrupa Savunmasının ABD’ye bağımlı olmasını sağlamaktır. Aynı önemdeki diğer görevi de sorumluluk alanındaki okyanus ve deniz alanlarında Rusya ve dolaylı olarak Çin’i Arktik Okyanusu, Kuzey Denizi, Akdeniz, Baltık ve Karadeniz’den uzak; Cebelitarık, Türk Boğazları, Süveyş Kanalı, Danimarka Boğazları, Arktik Geçitleri, Panama Kanalını daima NATO etki alanında tutmaktır. Bu uğurda Rusya Ukrayna savaşının her geçen gün devamı ile İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği ABD/AB jeopolitiği ile son derece uyumludur. Baltık Denizi artık bir NATO gölüne dönüşmüştür. NATO gönüllüsü Ukrayna üzerinden Atlantik etkisinin her alanda daha da güçlenerek artması hedeflenmektedir. Buna artık Kuzey Kutup Bölgesi yani Arktik de dahildir. Böylece NATO’nun yaşaması ve büyümesi için raison d’etre (varoluş nedeni) güçlenmiştir. Zaten bildiride bu açıkça yazılmış. ‘’Avrupa Atlantik bölgesinde barış bozulmuştur…Rusya, ittifakın güvenliğine yönelik en önemli ve doğrudan tehdittir… Çin’in hedefleri ve zorlayıcı (coercive) politikaları çıkarlarımıza, güvenliğimize ve değerlerimize meydan okumaktadır.  Çin ve Rusya’nın stratejik ortaklık ve kurallara dayalı uluslararası düzene meydan okuma girişimleri, değerlerimize ve çıkarlarımıza ters düşmektedir…’’ ifadeleriyle alt yapısı hazırlanan şu cümle çok önemlidir. ‘’Bu zirve ittifakın güçlendirilmesinde bir dönüm noktası teşkil etmektedir.’’  Ukrayna krizi sadece NATO’nun güçlenmesine hizmet etmiyor, aynı zamanda Avrupa’yı savunma alanında tamamen ABD’ye bağımlı getiriyor. Bugün bağımsız Avrupa Savunmasından bahsetmek mümkün değil. ABD’nin Ukrayna’ya yaptığı askeri yardımlar Pentagon bütçesinin sadece % 6’sı civarında. Ancak bu küçük yatırımla Ukrayna’nın ABD çıkarları için savaş devam etmesi sağlanırken, 2022-23 yıllarında Avrupalı ülkelerin Amerikan Savunma Sanayiinden yaptığı silah ve cephane ithalatı savunma bütçelerinin yarısını aşıyor. (New York Times, NATO Isn’t What It Says It Is. 11 Temmuz 2023- https://www.nytimes.com/2023/07/11/opinion/nato-summit-vilnius-europe.html) Diğer yandan ABD için Ukrayna Savaşının gelecek dönemdeki külfet paylaşımının Avrupalı devletlere bırakılması artık daha yüksek sesle dile getiriliyor. 14 Temmuz’da TIME Dergisinde yayınlanan ve Elbridge Colby tarafından kaleme alınan ‘How We Can Help Ukraine While Genuinely Prioritizing Asia’’ başlıklı makalede (https://time.com/6294670/us-strategy-ukraine-prioritizing-asia/)ABD’nin savunma sanayini savaş durumu üretim seviyesine çıkarılarak Ukrayna’ya yapılan yardımların Çin ile Batı Pasifik’te gerek Tayvan Krizi gerekse Güney Çin Denizi krizlerinde Birinci Adalar Zinciri içinde kalan alanda kullanılmak üzere tasarruf edilmesi tavsiye ediliyor.

Küresel Jandarmalık Görevi İttifak, İsveç’in NATO üyelik sürecinin Türkiye tarafından kabul edilmesi ile yakın gelecekte 32 üyelik bir yapıya kavuşmakla kalmıyor, Asya Pasifik havzaya uzanıp küresel jandarmalığa da soyunuyor. NATO tarihinde ilk kez bir zirvede Avustralya, Japonya, Yeni Zelanda ve Güney Kore devlet başkanları/başbakanları ile Gürcistan ve Moldova Dışişleri Bakanları ve Bosna-Hersek Bakan Yardımcısı da aile fotoğrafında yer aldı. Bu arada bildiride Çin, Beyaz Rusya ile İran’a metnin ayrı ayrı yerlerinde Rusya’ya desteklerini kesmeleri; Rusya’nın Gürcistan’da Osetya ve Abazya’dan; Moldava’da Transdinyester bölgesinden geri çekilmesi konusunda tehdit mahiyetinde ikazlar yapılıyor. Bildiride NATO’nun Afrika, Basra Körfezi ve Orta Doğu ‘daki etki alanını güçlendirecek hamleler de bulunma ivmesi de gözden kaçmıyor. Bu çerçevede söz konusu bölgelerde ekonomik ve siyasi etkisi büyük olan Çin ile rekabet ve düşmanlık vurgulanırken bir yandan da uzlaşı mekanizmalarının açık bırakılması dikkatten kaçmıyor. Amerikan Dışişleri ve Maliye Bakanlarının kısa süre önceki Çin ziyaretinden sonra bu yaklaşımın NATO’ya yansımasının  normal olduğunu değerlendiriyorum. Çünkü Amerikan ekonomisi için nükleer çatışmada olduğu gibi karşılıklı garantilenmiş bir yok oluş (MAD) sürecini başlatmak istemiyorlar. Bugün Amerika’daki tüketim mallarının yarısından çoğu Çin’den geliyor. Bildiride Arktik Okyanusuna özel bir yer ayrılarak NATO’nun Rusya’nın hâkim olduğu bu bölgede etkisini artırması çağrısı da yapılıyor.

Çelişkiler bitmiyor. Bildirinin 20. maddesinde Türkiye gibi hemen hemen her hafta teröre kurban veren bir NATO müttefikine rağmen kategorik olarak terörizmi en güçlü şekilde reddedip lanetledikleri ve terörle mücadelenin kolektif savunmaya esas teşkil ettiği bildiriliyor ancak gerçek hayatta PKK, PYD, YPG ve FETÖ’ye müttefiklerin askeri ve siyasi desteği devam ediyor. Sevr’i kutsayan 100. Yılında Lozan’ı lanetleyen sözde Kürt bağımsızlık hareketini savunan konferans ve sözde akademik çalışmalar NATO müttefiklerinin gözetiminde Avrupa’da tam yol devam ediyor.

Büyüyen NATO Kuvvet Yapısı Diğer yandan Vilnius Zirve Bildirisi ile NATO’nun Soğuk Savaş sonrasının en yüksek harbe hazır kuvvet seviyesine çıkma kararlılığı somutlaşmış oluyor. Yeni eylem planına göre çokuluslu, çok ortamlı, 300 bin asker gücünde yüksek hazırlıklı, hızlı reaksiyon gücü, bölgesel ihtisaslaşma ve coğrafi yakınlık gibi konular dikkate alınarak Rusya sınırına yakın bölgelerde oluşturuluyor. İttifak, birimleri ağır silahlarla güçlendiriliyor, uzun menzilli füze ve topçu sistemlerinin stokları artırılıyor. Avrupa’daki NATO kuvvetlerinin başkomutanının bazı kararları ittifaka danışmadan alabileceği de medyaya sızan bilgiler arasında. Plana göre NATO sorumluluk alanı üçe bölünüyor. 1.Arktik bölge ve Kuzey Atlantik; 2.Alplerin kuzeyinde kalan bölge 3.Güney Avrupa. Bu plana göre Almanya, ittifak kuvvetleri için ana lojistik merkez olurken, NATO kara kuvvetlerinin ikinci karargahı Wiesbaden’da oluşturuluyor. Ayrıca ittifak yeni entegre hava ve balistik füze savunma sistemi kurarken Avrupa’daki boru hatlarının ve diğer kritik altyapıların korunmasını güçlendiriyor. Türkiye’nin geçmiş dönemde Kıbrıs nedeni ile veto koyduğu bu planın icra safhasında Ankara tarafından onaylanıp onaylanmayacağını, ya da 300 bin kişilik müdahale kuvvetinde muharip görev alıp almayacağını bilemiyoruz. Bu durum Soğuk Savaşın savaş planları dönemine geri dönüş olarak değerlendirilebilir. O zaman NATO devletleri 16 adetti ve başta Sovyetler Birliği olmak üzere batı Avrupa 8 Varşova Paktı devleti tarafından çevrelenmişti. Şimdi tam tersi bir durumla Rusya 32 NATO devleti tarafından kuşatılmış durumda. O zaman ideolojik ayırım komünist-kapitalist temeldeyken bugün demokratik- otokratik olarak söz konusu ediliyor. Ancak o yıllara kıyasla bugünün en önemli açığı NATO’nun siyasi hamle ve faaliyetlerinin askeri faaliyetlerinin önünde olması. NATO devletlerinin özellikle G7 üyesi endüstrileşmiş refah devletlerinin 5. Madde gereği kendi evlatlarını Ukrayna veya başka bir devlet için ölüme gönderip gönderemeyeceği sorusunun cevabı halen verilemiyor. Benzer şekilde Ukrayna savaşında ortaya çıkan en büyük sorun NATO devletlerinin savunma endüstrisinin savaş ihtiyaçlarını karşılama sorunuydu. ABD gibi askeri endüstri devi bir devlet bile Ukrayna’ya kendi savaş stoklarını vererek yardım edebildi. Hatta Japonya ve Güney Kore’den destek istedi. Bu nedenle zirvede NATO’nun ‘’Savunma Üretim Aksiyon Planı’’ hazırlaması kararı alındı. Bu karar sonrası her devlete iş bölümü ile savaş malzeme üretim sorumlulukları verilecektir. Türkiye’ye de SİHA üretim kararı çıkması sürpriz olmaz!

Yeni Tehditler Bildiride Engelleyici (Disruptive) ve Gelişen Teknolojiler konusunda NATO devletlerine çağrıda bulunarak gayretlerin artırılması istenirken, sualtındaki alt yapının (muhabere ve enerji nakil hatları) korunmasına yönelik olarak İngiltere’de bulunan Deniz Komutanlığında (MARCOM) yeni bir komutanlığın kurulduğu deklare ediliyor. (Almanya’nın Kuzey Akım boru hatlarının sabotaj sonucu imha edilmiş olmasına yönelik Almanya’da bir soruşturma bile açılmaması ve ünlü gazeteci Seymour Hersh’in bu hatların Amerikan ve İngiliz istihbaratının ortak çalışmasıyla imha edildiği iddiasına halen bir tekzip gelmemesi herhalde bu gelişmede rol oynamıştır.)

Nükleer Silahlar. Kanaatimce bildiride dikkat çeken çelişkili yorumlardan birisi de nükleer silahlar ve kontrolü üzerine. Bu konulara vurgu yapan maddelerde her kapsam ve açıda Rusya ve Çin suçlanırken ABD’nin tek taraflı olarak anlaşmalardan çekilmesine hiç gönderme yapılmaması dikkatlerden kaçmıyor. Sanki 2019 sonrası ABD’nin ABM, INF ve Açık Semalar Anlaşmalarından çekilmesi Avrupa’daki istikrara zarar vermemiş gibi bir tablo çiziliyor.  

NATO-AB İşbirliği Bildirinin lafzına ve ruhuna yansıyan önemli hususlardan birisi de NATO ve AB iş birliği ve eşgüdümünün tarihte örneği görülmemiş boyutlara terfi etmiş olmasıdır. Öyle ki devam eden Ukrayna Rusya savaşında iki yapının eşgüdümüne yönelik olarak Kiev’de NATO- Avrupa Birliği ortak karargahının kurulduğu belirtiliyor.  

Savrulan Türkiye’ye Sunulacak Jeopolitik Fatura. Belli ki, Ankara’nın aşırı merkeziyetçi yönetim sisteminin en üst düzeyde yaptığı açıklamalar, Türkiye’nin mali krizi önlemek uğruna jeopolitik servetini kullanma yolunu seçtiğini gösteriyor. Bunun benzerini 2008 yılında Yunanistan da yaşamıştı. Bugün ABD’nin 51. Eyaleti, AB’nin ise bir nevi parya konumuna gerilemiş üyesi konumundalar. Diğer yandan oynanan kumar Rusya gibi denizden komşu olduğumuz bir devlet ile düşmanlaşma sürecini tetikleyebilir ki bunun jeopolitik sonuçları halen karşı karşıya kaldığımız ekonomik sıkıntıları mumla aratır. Bugün her deniz alanındaki çıkışları kapatılmak istenen Rusya, jeopolitik savunma refleksiyle hareket ediyor. Gerileyen Avrupa Atlantik cephe Rusya üzerinden Çin’i de çevrelemek için bir nevi ateşle oynuyor. Eğer Ukrayna savaşı Rus topaklarına yayılır ve Rusya başta Polonya olmak üzere NATO devletlerinden birisine saldırırsa büyük yangın başlar. Bu yangından Türkiye’nin kaçması çok zordur. Zira Rusya’nın nefes borusunu kontrol ediyoruz. Zirve sonrası NATO’nun Ukrayna’yı NATO üyesi yapmadan savaşı devam ettirme azmi Rusya’yı Ukrayna’yı yıpratma ve masaya getirme sürecinde Karadeniz’i ve deniz ortamını kullanma senaryolarını artıracaktır. Bu da doğrudan ve dolaylı olarak Türkiye’yi etkileyecektir. Bu çerçevede Rus donanma varlığına rağmen Ukrayna tahıl gemilerinin Türk Boğazlarına yönelmesi askeri müdahale ile karşılaşacaktır. Diğer yandan Türkiye’yi yönetenler büyüyecek bu çatışmada Rusya’nın kaybeden cephede olacağını düşünüyorlarsa, kaybeden Rusya’nın yanında Türkiye’nin de kaybedeceğini düşünmek zorundadırlar. Zira parçalanmış Rusya, parçalanmış Türkiye demektir. Rusya parçalanırsa deniz hegemonyası Türkiye’den çok daha fazlasını isteyecektir. Bu kapsamda 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişiminin 7. Yıldönümünde Türkiye’nin Ukrayna Rusya savaşında aktif tarafsızlık politikasını terk ederek NATO’nun aktif taraflılık politikasına eklenmesi ve Rusya ile düşmanlaşma sürecine girmesi son derece riskli ve hatta tehlikelidir. Güneydoğumuzdaki PKK terörü devam etmektedir. PKK’nın Suriye’deki kolu PYD/YPG Türkiye’nin düşmanı, ABD ve NATO’nun müttefikidir. Başta ABD, İngiltere ve Fransa’nın Birinci Dünya Savaşı sonundan kalan jeopolitik miras paralelinde Akdeniz’e erişen Kürt Koridorunun tesisi ve bağımsız Kürdistan’ın ilanı Türk jeopolitiğine büyük tehdit oluşturmaya devam etmektedir. Benzer şekilde Kıbrıs ve başta Doğu Akdeniz ve Ege olmak üzere Mavi Vatandaki hak ve çıkarlarımız mevcut askeri politik konjonktür paralelinde ciddi tehlike altındadır. Pek yakında Ege ve Doğu Akdeniz’de tamamen batı çıkarlarını gözeten yeni bir yumuşama planı karşımıza çıkabilir. Nitekim Yunanistan Başbakanı Ege ve Doğu Akdeniz’de Kıta Sahanlığı ve MEB sınırlandırılması için Uluslararası Adalet Divanına gidebileceklerini deklare etmiştir. 1994 ve 2015 yıllarında Yunanistan’ın Adalet Divanı kararlarını tam da bu konuda tanımayacağına dair çekincesi devam ederken Yunanistan’ın bir anda karar değiştirmesinin ABD baskısı ile olduğuna şüphe yoktur. ABD ve AB hızla Rus gazından kurtulmaya çalışmakta ve bunun için Akdeniz gazı öne çıkarılmaktadır. Akdeniz’de istikrar ise Türkiye’nin Seville haritasına evet demesi üzerine kurgulanmıştır. Mısır ile yakınlaşma dahi bu çerçevede değerlendirilmelidir. Şüphe yok ki aylardır Ege’de uçuşlarımızın kesildiği, Akdeniz’de son 2 yıldır hiçbir sismik ve sondaj faaliyetimizin olmadığı bir ortam, ciddi bir boyun eğme ve teslim olma durumunu yansıtmaktadır. Öyle ki hızını alamayan Yunanistan, ABD’yi yanına alarak NATO’da İstanbul ve Çanakkale Boğazları yer isimleri yerine Bosphorus ve Dardanelles kelimelerinin kullanımını teklif edebilmiştir. Egemen bir devletin kendine ait bir yerin adını verme hakkını kim elinden alabilir? Yakında Kıbrıs’ta da iki devletli çözümün yerine Annan Planı benzeri Federal Kıbrıs Devletine yönelik bir yeni planla karşılaşmak şaşırtıcı olmayacaktır. Kısacası Türkiye’de Balyoz, Ergenekon ve diğer kumpas davalar Türk ordusu ve donanmasının batıya tam entegrasyonu ve kenar kuşak jeopolitiğinin konsolidasyonu için yapılmıştı. Ancak 17-25 Aralık süreci, devletin kılcal damarlarına kadar girmiş olan FETÖ yapılanmasının Türkiye’yi Amerikan eyaletine dönüştürecek şekilde güçlendiği gerçeğini ortaya çıkardı. Ancak geç kalınmıştı. Neticede 15 Temmuz 2016 kanlı darbe teşebbüsü yaşandı. Tarihimizin yüz karası gecede Türk ordusu üniformasını taşıyan caniler halka ateş açtı. Darbe başarılı olsaydı bugün bağımsız bir Türkiye’den bahsedemezdik. Kıbrıs’tan askerimizi çekmiş, Mavi Vatan Yunanistan’a ve Güney Kıbrıs’a terk edilmiş, Montrö Sözleşmesi sulandırılmış ve İskenderun Körfezinden denize çıkışı sağlanmış Sözde Kürdistan çoktan kurulmuş olurdu. Yani Sevr, 100 yıl sonra gerçekleşmiş olurdu. Türkiye’ye talih ve tarih her zaman yardım etmez. Bu kadar tarihi tecrübesi olan bir ülkenin tekrar tekrar hata yapma lüksü olamaz. NATO 2023 Zirvesi sonrası ülkemiz içinde bulunduğu ciddi ekonomik ve finans krizinin dolaylı ve doğrudan baskıları altında aktif çatışma süreci içine çekilebilecek ve Montrö Sözleşmesi uygulamalarında ağır baskılara maruz kalabilecek tehlikeli bir döneme girmiştir. Bu tehlikenin farkında olmak sadece Türkiye’yi yönetenlerin değil tüm vatandaşların sorumluluğudur. NATO Zirvesi’nin sona ermesinden yalnızca bir gün sonra İsveç Yüksek Mahkemesinin Türkiye’nin iadesini istediği iki teröristin sınır dışı edilmesini engelleyen bir karar açıklaması bile bu süreçte Türk ve Türkiye’ye bon pour l’orient (Doğu için yeterlidir) bakışın küçük bir örneğidir. Kumpas ve baskılar aratarak devam edecektir.

Bunları da sevebilirsiniz