Yıl, 1915; yer, tarihin en meşhur şehri Truva’nın açıkları…
Efsanevi Truva Savaşı’nda olduğu gibi gemiler doldurmuştu mavi suların üzerini. Bu kez gelenler, hem daha çok hem de daha güçlüydü.
Efsaneye göre, Truva Savaşı’nda saldırgan orduların komutanlığını yapan isim Agememnon’du. Yıllar sonra Truva önlerine gelen gemilerin arasında onun adını taşıyan bir zırhlı da yer alıyordu. Agememnon asırlar sonra yine gelmişti. Akıllarda bir soru vardı:
Tarih tekerrür mü edecekti, yoksa Truva’nın makûs talihi tersine mi dönecekti?
Belki Truva Savaşı bir hayaldi; ancak 18 Mart’ta Çanakkale Boğazı’nda yaşananlar efsanevi bir gerçek olup tarihe geçti. Boğazın her iki tarafında da nice Türk destanları ateş altında, kanla yazıldı.
1915 yılı Mart ayı başlarında Çanakkale’de deniz savaşı çoktan başlamıştı. Boğazın ikinci kademesinde görevli obüs bataryaları bütün dikkatini düşmana çevirmiş, dinlenmeksizin nöbet tutuyordu.
Anadolu yakasındaki Dardanos Bataryası’nın komutanı Üsteğmen Hasan Hulusi de taşıdığı sorumluluğun bilinciyle hizmet ediyordu. Ancak aklının bir köşesinde İstanbul’dan beklediği haber vardı.
Sonunda Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı Albay Cevat (Cevat Paşa), beklediği haberi ona verdi. Gelen telgrafta, bir kızı olduğu müjdeleniyordu.
Komutan, Hasan Hulusi’ye birkaç gün izin alabileceğini söyledi. “Git ve kızını gör, ona ismini ver” dedi. Üsteğmen, eşsiz bir sevincin içinde bulunsa da kahramanlara yakışır bir cevap verdi:
“Kumandanım, düşman önümüzdeki sularda dolaşırken, ben vatan savunmasını bırakıp gidemem.”
Hasan Hulusi Çimenlik Kalesi’nden çıkıp, biraz ötedeki telgrafhaneye gitti. Ailesine bir tebrik telgrafı yazdı. Sonuna da şu dileğini ekledi:
“Yavrumuzun adı Didar olsun…”
Üsteğmen İstanbul’a gitseydi, belki de o gün bataryasının başında bulunmayacaktı.
Birleşik Donanma boğaza girdiğinde, gitmemekle ne kadar isabetli bir karar aldığını düşünüyordu. Denizdeki yüzer kaleler, en çok onların bulunduğu tepeyi hedef aldı. Birkaç obüsün bulunduğu tepeye, gün boyu 4 bin top mermisi düştü. Dardanos’a top mermileri yollayan gemilerin arasında Agememnon da vardı. Türk bataryalarından yapılan atış sonucu birkaç isabet alınca, soluğu boğazdan çıkıp Truva önlerinde aldı.
Akşama doğru Hasan Hulusi ve yardımcısı Mehmet Mevsuf, gözetleme yerinde savaşı takip ediyordu. Tabur komutanı, Üsteğmen Hasan’ı telefon başına çağırınca, biraz daha gerideki ağaçların altına kurulan santral merkezine yöneldi. Bu sırada, Mevsuf da hareketlendi. Üsteğmen Hasan bir an için dönüp ona, “Sen burada kal” dedi. Saatlerdir bombaların patladığı yerde toz ve barut içinde kalan Asteğmen Mevsuf, biraz su içmek için izin isteyince, 2 subay koşar adımlarla telefona doğru gitti.
Bulundukları tepenin diğer yamacındaki haberleşme yerine vardıkları anda, koca bir top mermisi havayı yararak ve geçtiği yerde ıslık çalarak santral merkezini buldu. Gün boyu düşen binlerce hain mermiden bir farkı yoktu. Ancak o korkunç patlama tam da subayların ve telefoncu erlerin olduğu yerde meydana geliyordu. Havaya kalkan toprak açılıp dağıldıktan sonra yere indi, şehitlerin üzerini örttü…
Olaydan kısa süre sonra Müstahkem Mevkii Komutanı Albay Cevat olay yerine geldi. Şehit olan kahraman evlatların acısı ile gözetleme yerine gitti. Birleşik Filo, boynu bükük bir cenaze alayı gibi geri dönüyordu; zafer Türk’ün olmuştu.
Karargâhına döner dönmez savaş raporunu yazdı, İstanbul’a müjdeyi verdi. Sonra da, şehit subaylar Hasan ve Mevsuf’tan söz etti. Dardanos Bataryası’nın isminin “Hasan-Mevsuf” olarak değiştirilmesini istedi.
Başkomutan Vekili Enver Paşa da talebi uygun bulunca, o tabya “Hasan-Mevsuf Bataryası” adıyla tarihteki yerini aldı.
Bugün kahraman şehitler, toprağa düştükleri yerdeki mezarlarında, manevi varlıkları ile Çanakkale Boğazı’ndaki nöbetini sürdürüyor.
Didar mı? O babasını hiç görmedi, ancak şehit babasından ona kalan gururu ömrü boyunca taşıdı. 18 mart günleri Çanakkale’de düzenlenen törenlere sessizce katıldı, babasının son nefesini verdiği yeri sık sık ziyaret etti. Ta ki, hastalanıp hayata veda ettiği 1987 yılına kadar…