Hayatın Kıyısında Sıkışmak

Hayatın kıyısında kalakalmış insanlar görüyorum. Öldüğü zaman ardından iyi kötü anılar anlatılacak fakat hakkıyla yaşadı denemeyecek insanlar. Okuma hakkı, çalışma hayatında yer alıp almama karar hakkı hatta nasıl bir yuva kuracağı ile ilgili seçim hakkı eline hiç geçmemiş gelişine yaşanmış ömürler. Sırf yaşlı insanlar değil ,bunların içinde gencecik olanlar da az değil. Doğduğun ev kaderini çiziyor. Kaç kardeş olduğun ,anne ve babanın eğitimi, büyüklerin dünya görüşü, nasıl bir bölgede hangi ilde yaşadığın, okuduğun okul, kendi becerilerin hepsi belirliyor geleceğini.Şimdi bir de ekonomik krizin ağırlığı binince omuzlara hayat hepten zorlaşıyor. Yaşamak için değil de sürüklemek için sanki.

İşsizlik, üretimden kopularak tüketimin neredeyse ilahlaşması, ahlaki çürüme ve bunun kabul görüyor olması, uyuşturucu, alkol tüketimi, eğitimin okuma yazmayı bile zorlaştıran serüveni, sağlık hizmetine ulaşılamıyor olması , paran kadar insan olmak.

Bu ağır tabloda umudunu kaybediyor insanlar. Kendi yaşadıkları ortamı neden sonuç ilişkisi içinde değerlendirmiyor. Kendi yaşamı ile ülkelerinin siyaseti ,yönetim şekli, siyasilerin yaşamları arasındaki bağı hiç görmüyor. Haberleri okuyan spiker bir başka dünyadan haberler sunuyor gibi. İnsanlar günübirlik yaşamlarına sıkışıp kalmış gibi.

Türkiye’yi küçük Amerika yapmak için yola çıkanlar, arkalarına aldıkları emperyalizmin yol göstericiliği ile başarıya da ulaştılar. Atlantik sistemi diye topyekun ifade edilen batının çöküşü yaşanırken hala batının desteğini almak üzere çabalayan kafaların varlığı küçük Amerika olmanın başka bir göstergesi değil mi.

Cumhuriyet mitinglerinde alanları dolduran milyonların, ellerindeki şanlı bayrağı rüzgarını da kendi yaratarak savuran insanların karşılığı siyasi arenada kalmamış gibi. Ekonomik krize nasıl bir çözüm bulunacağına ilişkin konuşmaların azlığı yanında toplumu ikna edecek çözümler de yok neredeyse. Sırf ekonomik kriz değil elbette, iç politikadan dış politikaya, eğitimden sağlığa pekçok şey sorun ve her biri çözüm bekliyor. Kafalar karışık. Umutlar zayıf.

Toplumun hali böyle olunca sadece kadınlara dönük bir özgürlük ve eşitlik olamayacağından toplumsal cinsiyet eşitliği beklentisi daha uzak dönemlere erteleniyor. Okuyanların içinin sıkıldığını tahmin ediyorum.

Bu sorunların ortasında üstelik yazının içinde yer almayan çok detaylı çözüm bekleyen başka sorunlar da varken ilk olarak bu milletten adam olmaz duygusunu terk etmeli. Sonra “bu ülkede” diye başlayan ağır eleştiri ve olumsuzluk içeren ifadelerden kaçınmalı. Sorunları görüyor,yaşıyor olmak yeterli değil. Çözümleri de görmek, görmeye çalışmak, konuşmak ve bunun için çaba harcamak lazım. Kendi küçük konforlu alanlarından çıkıp ne yapmalı ,nasıl yapmalı ve kimlerle yapmalı sorularının peşine düşülmeli.

Atatürk her konuda önderliği ve toplumun derin sevgi ve saygısını sorunlar karşısında gereğini yaparak kazandı. Ne zaman Atatürk’ü düşünsem,üstüme düşeni gereği gibi yapıp yapamadığımı sorgular ,ülkemin birliği,bütünlüğü ve bağımsızlığı için daha çok emek harcamaya çalışırım. Dilerim Atatürk’ü sevmekle yetinmeyip onun gibi darvarnmayı esas alan insanlar çoğalır.

Bunları da sevebilirsiniz