Daha dünyaya gözleri açılmadan, annesinin bedeninden bir parçayken minicik bebeğin nasıl bir kimlik kazanacağına ilişkin kültürel ve sosyal biçimlendirme telaşı başlar. Kız çocuk ise güzellik, zarafet, duygusallık içeren isimler düşünülür. Erkek bebek için zoru başaran, güçlü isimler seçilir. Bebeklerin üzerine kurulan hayaller çeşitlenirken, sürecekleri hayatın bir taslak projesi üretilir bir yanıyla. Konulacak isimler, alınacak oyuncaklar, çocuklar için planlanan giysiler, seçilen renkler hepsi nasıl bir birey olacağının yol haritalarıdır. Dünyaya gelen bebeğin hangi ülkede, hangi şehirde, hangi kasaba veya köyde doğduğu, nasıl bir ailenin parçası olacağı bebeğin tüm yaşamının değiştirilmez köşe taşlarını döşer. Bundan sonrası anne ve babanın bilinç ve eğitim düzeyi ve toplumun değer yargılarının etkisine bağlı olarak seçimmiş gibi görünen yönlendirmeler ile doludur. Bebek çağındaki beslenme, ana okulu eğitimi, din eğitimi, ilkokul seçimi, spor ve sanatla ilişkili bağlar ailenin ekonomik ve kültürel yapısının seçim gibi görünen ama yaşamın doğal akışı içinde şekillenen uzantılarına dönüşür. Toplumu oluşturan bizler, her birimiz farklı ailelerin, farklı kültürel ve ekonomik koşullandırmaların sonucunda birey olma sürecinde ilerleriz.
Birey olma, özgüven, seçilen meslekler, eğitim ve iş yaşamının içindeki dalgalanmalar, aşk, dostluk, kendini var edecek türlü toplumsal ilişkiler bizi biz yapan aşamalar. Karşılaşılan her dönemeçte toplumsal, kültürel, ekonomik, siyasal yönlendirmeleri sorgulamadan, gelişine yaşamaya devam edilirse yapılan seçimler insanın kendi iradesini temsil eder mi? İnsanların kaçı içinde yaşadığı toplumun sosyal ve kültürel yönlendirmelerinden azade karar alır ve yolunu çizer? Dünyaya gelinen ailenin yapısı kişiyi belirliyorsa, düşüncelerin ve yaşam biçiminin buna göre şekilleniyor olması bir tercih midir? Yaşamın getirdiği pek çok yönlendirme, eğitimsizlik, erken evlilik, çocuk sahibi olmak, sorgulandığı halde zorunlu verilen kararlar insanı bir alana hapseder mi? Suç, uyuşturucu ve benzeri bağımlılıklar her zaman bireyin seçimi midir yoksa yaşanılan çağın, sosyal çevrenin dayatması mıdır? Sorular çok…
Toplumun belli bir düzen içinde olmasını sağlayan adalet, eğitim ve sağlık kurumlarının, devletin bireylerin yaşamındaki sorumluluğu nerede başlıyor ve nasıl şekillendirmeli yaşamı? İçinde nefes almaya, var olmaya çalıştığımız bu güzelim ve sancılı coğrafyada hırçın liberalizm ve emperyalist kapitalist sistem, televizyon kanalları, medya ve binbir araçla her gün yeniden kültürel, toplumsal ve ekonomik yaşamı belirliyor. İnsanların yaşadıkları toplumsal koşullarla kendilerini belirleyen sistem arasındaki bağlar görünmez oluyor. İnsan kendine, diğer insanlara, bir parçası olduğu doğaya yabancılaşıyor. Güzel olmak istiyor ama vücuduna yabancı, hayvansever olmak istiyor minicik karıncaya tahammülü yok. Çocuk istiyor ama ne sevgisi ne sabrı yetiyor. Emperyalist kapitalist sistemde insanın insan olarak değil cüzdanı ve içindeki kadar değeri var. Ne yazık ki koca bir insanlık akıp gidiyor.
İnsan olarak değerin varsa, insana hizmet edecek eğitim, sağlık, eşitlik ve adalet sistemin varsa kendi milletine bağlılığın, kimsesizlerin kimsesi olan bir yönetim şeklin, halkın ihtiyaçlarını planlayan ve önceleyen ilkelerin, dinlerin belirlemediği, herkesin özgürce inancını yaşadığı ama kimsenin kimseye kibirlenmediği, insanın ve doğanın kıymetini bilen devrimciliğin, bütün bunları planlayan devletin varsa ve bağımsız başı dik bir ülkede yaşıyorsan seçimler biraz daha seçim olur.
O halde ne yapmalı?
Bu yazılanlar bir gecede üretilmiş fikirler değil. Bu ülkenin genetik mirasında, kültürel yapısında insanın insan olduğu için kıymeti vardır. Ağacında, kuşunda, tarlasında, yabanında birbirine el veren, imece ile ayağa kalkan, komşusu tok yatmadan içi rahat etmeyen, cenazesinde, düğününde, dar gününde birbirine koşan insanlar bu coğrafyanın gerçek sakinleridir. Cumhuriyet devrimleri, Atatürk ilkeleri bu topraklarda boşuna kök salmamıştır. Her boyuttaki seçimin insanın ve ülkenin bolluğu bereketi ve huzuru için yapılabilmesi bu genetik mirasa dönmek ile ilgilidir. Bize düşen Türkiye’nin kuruluş felsefesi, Cumhuriyet Devrimleri ve Atatürk ilkelerini insanla buluşturmak ve insanlar için nasıl bir ihtiyaç olduğunu döne döne anlatmak, bu uğurda büyümek ve emek harcamaktır.