ABD de yapılan bir ankete göre, insanlar dünyanın sonunu getirecek en önemli etkenin çevre sorunları olduğunu düşünüyormuş.
En üst düzeydeki tedirginlik nedeninin çevre sorunları olmasını, bu konudaki bilinç artışıyla açıklamak ve olumlu bir durum/gelişme olarak değerlendirmek mümkünse de, kişisel görüşüm, bu tespitin gerçeği en azından bütünüyle yansıtmadığı yönünde.
Böyle düşünüyor olmamın iki temel nedeni bulunuyor.
Birinci neden çevre sorunlarının nedenlerinden bağımsız olarak mevcut ve olası sonuçları üzerinden değerlendiriliyor, tartışılıyor olması.
Nedenler derken kastettiğim şey ise çevre sorunlarının bu denli kısa zamanda ve geometrik olarak artmasının temel sebebi olan ve bütüncül kalkınma kavramının (sosyal, kültürel, ekonomik) yerini alan ekonomik büyüme fetişinin bizatihi kendisi.
ABD’nin, uluslar arası bir antlaşma olan Breton Woods’un Dolar altın standardına ilişkin kısmını, hukuk tanımaz bir şekilde askeri gücüne dayanarak yok saydığı 1972 yılında 3,52 trilyon olan Dünya toplam Gayri safi Hasılası, 2021 yılında nominal olarak 96,51 trilyon dolara ulaşmış durumda. (¹)
Karşılığı olmaksızın ABD tarafından basılıp, dünyanın geri kalanına borç verilen paralarla -bu para miktarı, yatırım bankalarınca, hokkabazlık benzeri yoktan var edilen türev finansman enstrümanlarıyla 10-20 katına çıkarılabiliyor- finanse edilen bir büyüme.
Ya da, ulus devletleri, yoktan para yaratan finansman kuruluşlarına, doları basan ABD Merkez bankası FED’e ve tabii ki arkalarındaki siyasi güçlere ipotek eden, sıradan insanları borçlanarak tüketmeye teşvik eden sosyal, etik ve konumuzla ilgili olarak, dünyanın doğal varlıklarını da hızla yok eden ve enerji talebini hiç olmadığı boyutlara taşıyan çevresel bir tükeniş süreci.
Ne dediğimi anlatabilmenin en basit yolu, Dünya GSYM’sindeki büyüme ve karbon emisyonu miktarlarındaki artışa bakmak gerekiyor. (²)
Bakıldığında görülen şey ise beklendiği gibi çok açık. 1970’lerin başında 10 milyar ton düzeyinde olan küresel karbon emisyonu miktarı, 2019 yılında 35 milyar ton düzeyine ulaşmış durumda. (³)
İkinci neden ise çevreciliğin bizatihi çevrenin bu denli kirlenmesine, tahrip olmasına neden olan finans, sanayi ve madencilik şirketlerince yani bizatihi kirletenlerce manipüle ediliyor olması. Kendini çevre için mücadele ediyor zannedenlerin çok büyük bir kısmının, bizatihi çevreyi en çok kirleten şirketlerce desteklenen sözde sivil toplum örgütlerince finanse edildiği ve yönlendirildiğinden dahi haberi yok..
Benzer bir durumu, Birleşmiş Milletler ve benzeri uluslar arası kuruluşlar ile onların bağlı kuruluşları belgelerinde, eylemlerinde görmek de mümkün. Çevreciliği dilinden ve belgelerinden düşürmeyen bu kuruluşların kirlilik bu hunharca büyüme politikalarını, bu politikaları destekleyen finans kuruluşları karşıtı tek bir cümlesini bulmak dahi olası değil.
Şirketler ve uluslar arası kuruluşlar açısından bakıldığında, “Sürdürülebilirlik” kavramını her cümlenin başına koyarak ya da “yeşil finans” benzeri kavramlar uydurularak gerçekleştirilen bir manipülasyon, kendisini çevreci diye tanımlayan sıradan insanlar açısından ise birleşmiş milletler genel kurulunda bir kız çocuğu kullanılarak oynayan tiyatro karşısında duygulanan bir zavallılık ya da iki yüzlülük söz konusu.
Adında yeşil olan partilerin durumu da çok farklı değil. Yıllarca nükleer enerji karşıtı olduğunu söyleyen Alman Yeşil Partisi dahil ortalıkta çevrecilik yapan kuruluşlar, ABD’nin talimatıyla bir günde nükleer enerjiyi “yeşile” boyayıverdiler. Bu açıdan bakıldığında yok ettiği yeşili, toprağı yeşile boyatarak gizlemeye çalışan “şaşkın” belediye başkanından hiçbir farkları yok. (⁴)
Birleşmiş Milletlerin her düzenlemesi sonrasında bu şirketlerin daha da büyüyüp karlarını daha da artıyor olması, şirketler büyürken gelir dağılımının sıradan insanlar aleyhine bozulup çevresel tehditlerin artıyor olması da kimseyi uyandırmıyor.
Hal böyle olunca bir bilinçlenmeden bahsetmek de pek mümkün olmuyor doğal olarak.
Bilinçlenmeden çok, bizatihi çevreyi kirletenlerce ve onların aracı haline gelmiş sözde saygın “belgesel kanalları” ve yine sözde saygın “akademi camiası” kullanılarak kolayca manipüle edilebilen, en hafif tabiriyle bir tembellikten bahsetmek sanırım daha doğru.
Ahmet Müfit