Yazıyı başlığından itibaren okumaya başlayınca mutlaka “bu adam NATO’ya kafayı takmış” diye düşünenleriniz olacaktır, haklıdırlar, bir takılma var. Üstelik bu, NATO’yu bugünkü gibi bilmediğimiz, bugünkü kadar tanımadığımız zamanlardan beri var. Taa yürüyüşlerde ve meydanlarda NATO‘nun ilk kez sözünün edilmeye başlandığı günlerden beri var.
NATO’nun kuruluş toplantısı, Washington DC, 4 Nisan 1949 (1).
Bilmemek, tanımamak konusunda dediğim yanlış değil, doğru, o dönemde hiç birimiz NATO’yu şimdi bilindiği gibi bilmezdi, bilemezdi de; çünkü kimse bilmiyordu. Gladyo’su, Kontrgerilla’sı1 henüz ortaya çıkmadığından, darbeleri2 henüz yapılmadığından, tezgah ve komplolarının3 henüz zamanı gelmediğinden ve yapılanların4 o dönemlerde açığa çıkmamış olmasından vb. dolayı kimse bilmezdi.
1990 öncesi iki Blok’un olduğu dönem (1).
Evet, bilmezdik. NATO’nun gizli örgütlenmeleri ve kanunsuz faaliyetleri bizler için o zamanlar daha yoktu! O yoktu, bu yoktu, evet, yoktu, ama Amerika vardı, “Çirkin Amerikalı” vardı, emperyalizme karşı olmak vardı, 6. Filo vardı, İstanbul’da o yıllarda –1945 yılı nisanında sevildikleri, ağırlandıkları ve gezdikleri “Missouri Günleri”ndeki5 gibi– sevilmeyen, istenmeyen, ağırlanmayan ve “gezemeyen” ABD askerleri6 vardı, ülkemizde 101 adet NATO-Amerikan askeri üssü vardı, Vietnam savaşı vardı vb. Vardı da vardı. Bunlar yetiyordu, ve bu yüzden, NATO’nun görünmeyen yüzünü görmezdik, ama göründüğü kadarı yeterliydi, içyüzünü bilmezdik, bildiğimiz kadarı yetiyordu; ve 5-6 metre uzunluğunda beyaz kumaşa “NATO’ya Hayır!” yazardık, iki ucundan sopalarda havaya kaldırır taşır, on binler, yüz binler olarak bağırarak dünyaya gösterirdik. Nerede? Emperyalizmin varlığından yalnız biz, sen, ben, o değil, neredeyse herkes haberdardı ya, her yerde.
İşte o 60’lı yıllarda NATO ile ilgili her şey bilinmezdi ama bizim, NATO’nun Türkiye’yi yönlendirdiğinden, Türkiye’nin zararına olduğundan, NATO’nun Amerika’yla aynı şey anlamına geldiğinden, niyetlerin dostluk değil düşmanlık taşıdığından şüphemiz yoktu! Ülkemizin de, Türkiye’nin de, milletimizin de şüphesi yoktu! NATO istenmiyordu, NATO’yu istemiyorduk! Ne istiyorduk? Gitsin istiyorduk. Türkiye kurtulsun istiyorduk.
1966 yılında Fransa’da NATO’ya ait olan havaalanları ve üsler (1).
Dahası, bizler o 60’larda “NATO’ya hayır” derken, hiç bir NATO ülkesinde kitleler henüz NATO’ya karşı çıkmıyordu.7 Türkiye dışında hiç bir NATO üyesi ülkede o dönemlerde NATO’dan “kurtulmak” akla gelmezdi. NATO içinde rahatsızlıklar ve NATO’dan şikayetler olmasına rağmen, Türkiye’den başka NATO’yu istemeyen bir üye ülke yoktu.
Bu, Türkiye’nin öncü ve ileri durumunu da göstermektedir.
Bu, Türkiye’nin 20. yüzyılda bağımsızlığına sahip çıkan tek NATO üyesi ülke olduğunu da göstermektedir.
Çünkü Türkiye bağımsızlığını 20. yüzyılda bir savaşla kazanmıştır. Çünkü Türkiye, emperyalizmi daha yüzyılın başında öğrenen bir Doğu ülkesidir. Çünkü Türkiye, emperyalizmi yenerek ve topraklarımızdan kovarak Cumhuriyetini kuran bir Devrim ülkesidir.
Madrid Neden Yapıldı, Madrid’de Neler Oldu?
Geldik 21. yüzyılın 22. yılına. Türkiye ABD tarafından kuşatıldı. Rusya da ABD tarafından Türkiye gibi kuşatılıyor. İki ülkenin de sınırlarına ABD askerleri konuşlanıyor ve silahları, araçları, uçakları yerleştiriliyor. Bunlar NATO vasıtasıyla yapılıyor.
ABD, Rusya’yı düşmanlaştırıp, Rusya’ya karşı kuşatma planını uygulamaya başladığı zaman, Rusya’ya komşu ya da Balkanlarda olduğundan coğrafya olarak Rusya yakını olan ülkelerin hepsini NATO’ya aldı. En son olarak da Ukrayna’dan NATO’ya girmesini istedi, buna razı edip Ukrayna’yı NATO’ya sokmayı planladı. Bunun için orada darbeler, ayaklanmalar, kıyımlar, “turuncu”lar yaptı. Amerikancılar iktidara getirildi.
Ukrayna, Rusya gibi bir Slav yurdu, Slav ülkesi. Rusya’nın sınır komşusu olduğu gibi, eskiden Ukrayna aynı zamanda Rusya’ydı. Rusya, önceleri “kırmızı çizgi” lafı etti, “Ukrayna’da NATO’yu kabul edemem” dedi. Dinlemediler. Hatta “yaparsak ne olur” gibisinden kışkırtmaya da çalıştılar. ABD’nin Ukrayna’yı “vekil“ yaptığı vekalet savaşı bundan çıktı. Olanları, önce Ukrayna, sonra bütün dünya yaşadı.
2022 yılı Avrupa’daki NATO ülkeleri ve NATO’ya üye olmamış ülkeler (2).
Tabii olan, Ukrayna’ya oldu. ABD’ye hiç bir şey olmadı, kendisi savaşa girmeden savaşıyor, ellerini oğuşturuyor.
ABD’nin maksadı, sadece Ukrayna’yı değil, NATO üyesi bütün Avrupa’yı Rusya ile savaştırmaktı. Bu plan tutmadı, tek bir Avrupalı NATO üyesi bile savaşmak istemedi. Hatta Avrupa NATO’su bile istemedi. Amerika için savaşmak kimsenin isteği olamazdı, olmayacaktı.
Bu sefer, planın İsveç ve Finlandiya üzerine genişletilmesi gündeme getirildi, onlar da NATO’ya alınacaklardı! Bu iki ülke, Rusya ile sınırları olduğundan Rusya’yı kuzeyden çeviriyor, Rusya’nın Avrupa’dan kuşatılmasını tamamlıyordu. Üstelik, Finlandiya ve İsveç Baltık Denizi yolunu tuttuğundan NATO’ya alınmalarıyla Rusya’nın Avrupa’da denizden de bağlantısı kesilmiş olacaktı.
Bu kritik anda devreye Türkiye girdi. Bunların, bu iki ülkenin üyeliklerine onay vermem dedi. Nedenlerini açıkladı. Bir tek NATO üyesi ülke bile onay vermezse NATO’ya üye olunamıyordu.
Bu durumda bu iki ülke NATO’ya giremeyecekler, ve ABD de savaşını genişletemeyecekti.
İşte Madrid bu sorunu, “Türkiye sorunu”nu çözmek için toplandı.
Gelişmeler herkes tarafından bilindiği için ayrıntıya girmiyoruz.
Türkiye’yi razı etmek için, siz kandırmak diye anlayın, Türkiye’nin istedikleri verilecek dediler ve bunları yazıya geçirdiler, “ortak açıklama” yapıldı, ama Madrid toplantısı NATO toplantısıydı ve Türkiye’yle ilgili NATO kararı alınmadı. Yalnızca yeni bir “stratejik konsept” belirlendi.
Üç ülkenin (Türkiye, İsveç, Finlandiya) ortak açıklaması Türkiye’yi yatıştırmak ve “onay”a razı etmek için kullanılabilecek her şeyi barındırıyordu. İlginç olan, yerine getirileceği ileri sürülen kabullerin, tevillere ve kıvırtmalara açık olması bir yana8, NATO örgütü ve üyelerin tamamı için bir anlam taşımamasıdır. Yani İsveç ve Finlandiya’nın yapmayı taahhüt ettiği şartlar, NATO’yu ve diğer üyelerini bağlamamakta, onlarca kabul görmemektedir.
Kaldı ki, verilen bu yeni sözler ve vaatler de bu iki ülke tarafından yerine getirilmeyecekti.
Üçlü Mutabakatta PKK’nın terörizminin “kabul edildiği” yazılmıştır! Oysa bu yeni bir şey değildir. Türkiye’yi kazançlı göstermek ve memnun etmek, sevindirmek içindir (siz kandırmak anlayın). İsveç ve Finlandiya, 2002 yılında, Avrupa Konseyi’nin kararına katılarak PKK’nin terör örgütü olduğunu kabul etmişti. (Hatta ABD de daha 1997’de PKK örgütünü terör listesine almıştı.) FETÖ ile ilgili olarak da “Türkiye’de FETÖ [yani ‘terör örgütü’] olarak tanımlanan örgüt” ifadesi, aslında “biz bu ifadeyi kabul etmiyoruz” anlamındadır.
Terör örgütlerine destek vermekten kimse çekinmiyor, hatta örtüsüz destekten bile! Terör örgütü olduğu zaten kabul edilmiş olan PKK’ya destek, yardım ve sevkiyat, şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da devam ettirilecek. Yani bir şey değişmeyecektir!
NATO (ve ABD) AB’yi esir almış durumdadır, Konseptte AB, NATO’nun (dolayısıyla ABD’nin) “stratejik ortağı olduğu” kayıt altına alınmış. Ancak bu durum hep sürecek değildir, kısa bir süre sonra, “savaş”ın Avrupa’ya verdiği zararın kendini her bakımdan gösterdiği günlerde, “ortaklık”, Avrupa’da Amerikan karşıtlığının nedeni olacak ve NATO’nun rolünü ve durumunu tekrar ele almayı getirecektir.
Avrupa ülkeleri yönetimleri zorlandıkları için ve baskı altında olarak ABD’nin yanında oldukları halde,9 Avrupa toplumları Ukrayna savaşına, NATO’ya, ABD ile gereksiz iç içeliğe tereddütle bakmakta, ölçüsüz ve nedensiz bir şekilde yapılan Rusya-Putin düşmanlığını anlamlı bulmamakta, bu ipin ucu kaçmış propaganda dalgasını kaygıyla izlemektedir. Avrupa’daki Rus sanatçı ve aydınların işlerini kaybetmeleri, geçmiş yüzyıllardaki Rus edebiyatçıların ve bestecilerin “saldırılara” uğraması, Rus milyarderlerin servetlerine el konulmaya ve yakınlarının hayatlarını zorlaştırılmalarına hayretle bakılmaktadır.
Avrupa ne olmuştur da böyle komik, acıklı ve ilkel durumların coğrafyası haline gelmiştir? Batı “uygarlığı”nın yeni yüzü, bu uygarlığın mensupları tarafından üzüntüyle seyredilmektedir.
Yönetimlerle halklar arasındaki bu farklılaşmayı ve ayrışmayı, ekonomilerdeki fiyat yükselmeleri ile ihtiyaç malzemeleri ile gıda maddeleri kıtlığı hızlandıracaktır. Enerji kaynakları sorunu ürkütücüdür.
Ölmenin eşiğindeki NATO, hatta “beyin ölümü gerçekleşmiş NATO”, savaş çıkarmak için yaşatılmak isteniyor.
Ukrayna savaşına sürülmek istenen Avrupa’da bugün ABD’nin tezgahına itiraz eden bir hükümet, bir yönetim yoktur. Bu çok kötü duruma karşın, iyi olan bir şey de var; Avrupa’da ABD tarafından savaşa sürülmek istenen ülkelerden hiç biri bu savaşa girmeyi kabul etmemektedir ve etmeyecektir.
NATO’nun Madrid’de Yeni Stratejik Konsepti ve Türkiye
ABD ve Rusya savaşında Türkiye “dengecilik” yapmaya çalışıyor.
Sürdürülemez olan bu “denge” siyaseti, ABD’yi ve Rusya’yı yanlış ve ters görüyor. ABD düşman, Rusya dost değil. Çünkü “konsept”, Rusya’yı esas düşman, baş tehlike ve birincil tehdit olarak görmekte ve tanımlamaktadır. Bu durumda dengecilik, bu gerçekliğe uygun düşmemektedir. Dengecilikle Rusya’yı düşman, tehlike ve tehdit olarak görmek bağdaşmamaktadır.
Türkiye “yeni konsept”e kendini uydurmaya çalışırken, yani yeni stratejinin Rusya’nın baş düşman yapılmasına katılırken, Rusya ile iyi ilişkileri sürdürmekten vazgeçtik, ilişki sürdürmeyi bile zorlaştırmış olacaktır. Hem onu düşman ilan edenlerle aynı yerde olacaksınız, hem de ilişki sürdüreceksiniz ve dost kalacaksınız! Bu yol çıkmazdır, kapalıdır.
Bırakalım bunları, bu savaşta Türkiye savaşın bir tarafındadır. ABD’ye karşı, Rusya’nın yanındadır. Ortada olamayacağı gibi, hakem de olamaz. Dengecilik, “hakem rolü”nü oynamaya çalışmak demektir. Bir taraf mensubu (maçlarda sahadaki takımlardan birinin mensubu), hakem olamaz.
Türkiye, savaşın dışında olduğunu varsayıyor, ancak ABD ve NATO, Rusya yanında, Türkiye ile de savaşıyor. Dolayısıyla Türkiye savaşın içindedir.
ABD’nin düşman olarak görülmemesi, konseptin düşman tanımına ve belirlemesine katılmak anlamında emperyalizmle, ABD ile uzlaşmak oluyor. Dost rolüne soyunmuş ve postuna bürünmüş düşman olan ABD, Türkiye’yi kendine karşı davranmaktan uzaklaştırmak istiyor.
Saldırganla dostu, “ABD ve NATO” ile savunmada olan Rusya’yı eşitlemeye denge denilmek isteniyor. Böyle denge kurulması, mümkün değil. “Düşman ABD”yi dost Rusya ile eşitleyip denge kurmak, dış politikanın bağımsız olmasını baştan önlüyor.
Savaşlarda düşmanları dost saymak, dost yerine koymak, yapılabilecek en kötü, en zararlı, en tehlikeli, en çıkışsız durumdur. Düşmanını dost sanarak kazanılmış bir savaşa tarihte rastlanamaz.
“NATO’ya gerekli katkılar vermeye devam edileceğine”10 göre ne denge, ne de bağımsızlık söz konusudur.
Ayrıca denge, “kavga”nın karşıtı değil.11 Böyle ilişki kurulması tutarsızlıktır. Çünkü kavganın karşıtı olan şey, anlaşma ya da uzlaşma ya da teslim olma ya da barışmadır. ABD ile ortada ne bir anlaşma vardır, ne uzlaşılmaktadır, ne teslim olunmaktadır, ne de bir barışma söz konusudur. ABD tutumunu değiştirmemiştir, vaatleri, yerine getirilmek için değil, sadece söylenmek içindir. Vaatler, Türkiye’yi etkilemek, daha doğrusuyla, kıpırdamaz hale getirmek, sıkıştırmak içindir.
Türkiye’nin Rusya ile arasının bozulması hesaplanmaktadır.
Rusya ABD tarafından düşmanlaştırılmak ve kuşatılmak isteniyor. Türkiye bu tuzağa çekilmekle karşı karşıyadır. Ayrıca Rusya’ya yapılmak istenen bize zaten yapılmış durumda.
NATO’nun Yeni Stratejik Konsepti, Terörü Benimsemektedir
Konseptin “dengecilik” siyasetiyle karşılanamaz olması yanında başka bakımlardan da olumsuzlukları vardır. Ve bu konu NATO’yla yolları ayırmanın nedeni olacak kadar önemlidir.
Konseptte, NATO’nun ve ABD’nin Türkiye’nin güneyinde teröre destek olan, terörü besleyen faaliyetlerinin yok edileceğine, ya da en azından azaltılabileceğine yönelik hiç bir kayıt yoktur. Bırakalım yok edilmesi ya da azaltılmasını ve bununla ilgili kayıt olmamasını, böyle şeyler sanki yokmuş gibi bir hava vardır.
Konsept, teröre karşı değildir.
Bir “devlet terörü” olarak ABD’nin Türkiye’ye çevreleyen askeri havaalanları ve üsleri konusunda hiç bir açıklama yoktur. Gene ABD’nin PKK/PYD’ye verdiği silahlar ile ilgili tek bir satır bile yoktur.
Gene bir “devlet terörü” olarak Yunanistan’ın Türkiye’ye yönelik kışkırtmalarına ve adalarda yasal olmayan silahlanmasına karşı çıkılmadığı gibi, buna yönelik bir değinilme de yoktur.
“Terör” konusunu kapsamlı bir şekilde Madrid’de gündeme taşıyan Türkiye, iki aday ülkeyle kendini sınırlamıştır, ki bu, lafla içi boş vaatler almasını ve sanki “razı edilmesini” kolaylaştırıcı bir rol oynasın diyedir.
Türkiye adeta, “beni kandırmak için yapabileceğiniz şeyleri bulmanız” amacıyla yol gösteriyor.
NATO’nun Çıkmak ve NATO’nun Geleceği!
Türkiye’de NATO’dan çıkılamaz, çıkmamalıyız, çıkamayız gibi düşüncelere sahip olanlar Fransa ve Yunanistan’ı hatırlamalıdır. İsteyen çıkar. NATO’nun milli çıkarlarına aykırı olduğunu farkeden hemen çıkar! Ve yarın bunu yapacak çok ülke olacaktır.
Fransa ve Yunanistan’ın NATO’dan ayrıldığı günlerde bu sarsıntılar bir parçalanma ve dağılma doğurucu durum yaratmamıştı. Yaratamazdı da. ABD, şimdiki “güvenilmez” ve çaresiz ABD değildi, dünya şartları bugünküne hiç benzemiyordu. NATO’nun sonunun geldiğini söyleyenler yoktu ya da sesleri duyulmuyordu, daha doğrusu o günlerde NATO’nun sonu da henüz gelmemişti. Oysa bugün NATO’nun (ve elbette ABD’nin) hayatına devam edebilmesi için ne gibi önlemlerin alınması düşünülmektedir, gerekli çareler olarak aranılan bunlardır.
Bugün NATO tartışmalıdır, ABD’nin inişi ve zor durumu herkesin bilgisi ve ilgisi dahilindedir.
Türkiye NATO’dan çıkmalıdır!
Ve Türkiye NATO’dan çıkarsa NATO’nun ne olacağı konuşulacaktır! NATO’dan ayrılan Türkiye, örgütün sonunu da getirir. Yani Türkiye bu kadar önemlidir!
Yurtseverlik bugün, NATO’nun genişletilmesini önlemek, Amerikan planlarına karşı çıkmaktır.
Türkiye, bu iki Avrupa ülkesinin daha NATO’ya girişini önleyecektir! Amerikan emperyalizmine karşı olmanın gereği bugün budur!
Kaldı ki, iki kuzey ülkesinin NATO’ya girmesi için onay vermek, Türkiye’nin Rusya’ya, komşumuza düşmanlık etmesinden ve düşmanlık ettiğini göstermesinden başka bir anlam taşımayacaktır!
“Bir İşe Yaramayan Madrid” Sonrası Hezimet Dalgaları!
Bu arada Madrid biraz eskidi, ancak NATO ve yeni üyelikler sorunu ne olacak, haliyle merak ediliyor (merak ve endişe sahibi ABD). ABD, Ön Asya’ya kapsamlı bir gezi yaptı, Suudi Arabistan, ham petrol üretimini artırması talebini reddederek Biden’ı tersledi, Tahran’da yapılan Astana üçlü zirvesinde (İran, Türkiye, Rusya), ABD’nin “Fırat’ın doğusu”nda istenmediği ortak belirlenmesi yapıldı, askeri operasyonları birlikte yapma kararı alındı (19 Temmuz), böylece Biden’ın bölgeden çekilmeyeceği açıklamasına bir şamar (daha doğrusuyla, bir yumruk) atıldı. “Batı” dışındaki dünya, iç içe, yan yana, ele ele olduğunu gösterdi.
Tahran’daki gelişmeden kaygılanan ABD Türkiye’yi zora düşürmek ve ülkemizin sınır ötesi harekatını önlemek amacıyla Irak’ta bir provokasyon yapıp/yaptırıp (halkın üstüne havan topu ateşi açılması; 20 Temmuz), ülkemizin fail olduğu iddiasını ortaya attı (21 Temmuz). Buna inanacak kimse çıkmıyor, komik bulmayacak kimse de.
ABD, durumunun kötüleşmesini önleyemiyor!
İşte bu dönemde bir sayfanın kapanmasının eşiğindeyiz!
NOTLAR
1 Bu gizli ve yasal olmayan örgütlenmelenin ortaya çıkmasına 1990 yılı sonundaki bir skandal yol açmış, dünya ABD’nin NATO’ya üye ülkelerdeki gizli örgütlenmelerinin adlarını bile ilk o zaman duymuştu.
2 İlki 1972’de (12 Mart), diğeri 1980’de (12 Eylül), ABD’nin ve NATO’nun gizli ve yasal olmayan servisleri tarafından yapılan askeri hükümet darbeleri.
3 Örneğin, 1977 Taksim 1 Mayıs provokasyon ve kıyımı, aydınların, yurtseverlerin arka arkaya öldürülmeleri, gençliğin cepheleştirilmesi sayesinde birbirlerine karşı karşıya getirilmeleri, silahlanma ve terör olayları vb…
4 Örneğin, 6-7 Eylül 1955 olayları SuperNATO’nun Türkiye’deki ilk büyük ve “başarılı” operasyonuydu. Yapılanlara Menderes iktidarı bile şaşmıştı. Amaç Türkiye ile Yunanistan’ın arasını bozmak, onları birbirine karşıt hale getirmekti. Bu, Kıbrıs’la ilgili projenin bir parçasıydı.
5 “Missouri günleri”nde İstanbul Amerikan denizcilerine “hazırlandı”. Nasıl mı? Sokaklar temizlendi, duvarlar beyaza boyandı, genelevlerdeki kadınlar sağlık kontrolundan geçirildi vb. Bu konuda ayrıntılı bilgi için “1950 Yılında Türkiye’deki Amerika ve Türkler İçin ‘Amerikalı’? Edebiyatımızda İlk ‘Amerika’ ve Haldun Taner” başlıklı yazımıza bkz. Dağarcık Türkiye, Kasım 2020 (http://dagarcikturkiye.com/2020/11/01/1950-yilinda-turkiyedeki-amerika-ve-turkler-icin-amerikali-edebiyatimizda-ilk-amerika-ve-haldun-taner/).
6 Devrimci gençliğin en önemli tarihi eylemlerinden biri, 6. Filo’nun bir İstanbul ziyaretinde Amerikalı bahriyelileri Dolmabahçe’de denize atmalarıdır.
7 Gerçi 1966 yılında Charles de Gaulle Fransa’sı NATO’nun “askeri kanadından” ABD’ye tepki göstererek ayrılmıştı, ancak bu milliyetçi doğru ve yerinde tutum, Fransa’daki Amerikan karşıtlığının değil hükümetin tutumuydu. Hatta Fransa’da de Gaulle, Amerika ile yollarını ayırma yüzünden kitlesel gösterilerde protesto edilmişti. Fransa’daki “68 Olayları” da bu gösterilerde önemli rol oynamıştı. Bu toplumsal baskı seçimlerin yenilenmesine yol açacaktı. Ancak de Gaulle hala kitle desteğini kaybetmemiş ve seçimlerden zararlı çıkmamıştı.
2009 yılında Sarkozy döneminde bütün üyelerin onayıyla Fransa, NATO’ya da geri dönecekti.
Avrupa’da NATO karşıtlığı olmadığı ile ilgili bu bilgi, 1966 yılının Fransa’sında bir kesimin ABD’ye karşı olan bir durumu varken (örneğin, aydınlar arasında Amerikan karşıtlığı varken) bu NATO’dan çıkışın “Fransa” demek olmadığından dolayı önemlidir.
8 Örneğin, iki ülkenin Türkiye’nin iade edilmesini istediği teröristlerin iadelerinin (1) “hukuken” ve (2) iç mevzuat gereğince mümkün olmadığını ileri sürebilecekleri söz konusudur. Böylece Türkiye, bunun sonucu olarak haklı bir şekilde onay vermediği zaman, sözünde durmamakla, oyunbozanlık etmekle itham edilecek ve Türkiye aleyhine bunun propagandası yapılabilecektir vb.
(Hukuken: İade talebi konusunda itirazlar da sonuçlandıysa hukuksal süreç tamamlanmıştır gerekçesi.
İç mevzuat: İade talebinde bulunulan kişi-kişiler o ülkeler tarafından uyrukluğa alındıysa “vatandaşını iade etmeme hakkı”nı kullanma.)
9 Bazı Avrupa hükümetlerin ABD’nin politikalarının arkasında olmaları için baskıyla karşılaşmalarına gerek olmayacak bir şekilde gönüllü olarak kendilerini ABD’ye angaje ettikleri de görülüyor.
10 „Biz siyaseti denge politikaları üzerinden yürütmek istiyoruz, kavga politikaları üzerinde değil.“ Erdoğan’ın Madrid sonrası açıklamalarından (2-3 Temmuz 2022, gazeteler).
11 Aynı açıklamadan.
KAYNAKLAR: