Evet, musiki yaşamımızda soyadında “SAY” hecesi bulunan üç “SAY” vardır. Bu kişiler, Ahmed Adnan SAYgun (1907-1991), Gültekin OranSAY (1930-1989) ve Fazıl SAY’dır (d. 1970). Peki, bu kişiler arasında ne tür bir ilinti vardır diye herkes meraklanacaktır. Evet, bu saydığım isimler arasında biri açık, diğeri de ilk kez açıklayacağım ilginç bir ilinti söz konusudur.
Birincisi, bu saydığım isimlerin her biri, bu üç kişi, Türk musiki yaşamına üç ayrı kuşak olarak çok önemli katkılar sunmuş ve hâlâ eserleriyle sunmakta olan kişilerdir. Önce bu kişileri birazcık tanıyalım.
Ahmed Adnan Saygun, Cumhuriyet Türkiyesi’nin yetiştirdiği uluslararası alanda tanınmış ilk kuşak bestecilerinden biridir. Musikinin en küçüğünden en büyük türlerine varıncaya değin hemen hemen bütün türlerinde yaratılar ortaya koymuştur: İnci’nin Kitabı, Atatürk’ün konusunu önerdiği Münir Hayri Egeli’nin metnini yazdığı Türk ve İran halklarının kardeşliğini anlatan cumhuriyet döneminin sahnelenmiş ilk operası olan Özsoy, ardından Taş Bebek, Kerem ve Köroğlu operaları, Bir Orman Masalı ile Bir Kumru Masalı bale musikileri, Behçet Kemal Çağlar’ın “Karanlıktan Aydınlığa” şiiri üzerine bestelenmiş Eski Üslupta Kantat, Ayin Raksı, Yunus Emre Oratoryosu, Atatürk ve Anadolu’ya Destan, piyano, keman, viyola ve viyolonsel konçertoları, sinfoniler, vd. Saygun, besteciliğinin yanı sıra Türkiye’nin musiki folkloru ile de çok yakından ilgilenmiş bir araştırmacı, musikinin değişik konularında teorik ve pratik açıdan yaşadığı dönemin dergilerine makaleler yazmış, kitapları (Türk Halk Musikisinde Pentatonizm, Rize, Artvin, Kars Havalisi Türkü, Saz ve Oyunlar Hakkında Bazı Malumat, Yedi Karadeniz Türküsü ve bir Horon, Halkevlerinde Musikî, Halil Bedi Yönetken ile birlikte 3 ciltlik Lise Müzik Kitabı, 4 ciltlik Musiki Temel Bilgisi, Bela Bartok’s Folk Music Research in Turkey, Atatürk ve Musiki, vd.) yayınlanmış bir yazardır.
Prof. Dr. Gültekin Oransay, Ankara Devlet Konservatuvarı’nda Saygun’un çağdaşı Necil Kâzım Akses’in (1908-1999) bestecilik sınıfında yetişmiş, Cumhuriyet Türkiyesi’nin üçüncü kuşak bestecileri Ferit Tüzün (1929-1977), İlhan Baran (1934-2016), Muammer Sun (1932-2021), Cengiz Tanç (1933-1997) gibi değerlerin sınıf ve dönem, aynı zamanda da yaşayan büyük bestecimiz ve musiki araştırmacımız Yalçın Tura’nın arkadaşı olmuş; konservatuvardaki öğrenimini tamamladıktan sonra Almanya’ya giderek Münih Ludwig Maximilian Üniversitesi’nde musikibilim okuduktan, 1961’de doktorasını verdikten sonra Türkiye’ye dönmüş, araştırmaları, incelemeleri, makaleleri ve kitaplarıyla ışık olmuş, musikibilim konusunda uluslararası başarılara imza atmış akademik anlamda ilk bilim insanımızdır. Oransay’ın pek çok kitabı, makalesi ile incelemesi içinde şu iki çalışması uluslararası önemdedir. Bunlardan ilki Almanca yazdığı doktora tezi Die melodische Linie und der Begriff Makam der traditionellen türkischen Kunstmusik vom 15. Bis zum 19. Jahrhundert (15. Yüzyıldan 19. Yüzyıla Kadar Geleneksel Türk Sanat Musikisi’nde Ezgisel Çizgi ve Makam Kavramı), ikinci olarak da Almanca ve Türkçe bir arada yayınladığı Bach Kılavuzu’dur. Burada değindiğim ilk kitabı uluslararası alanda temel bir başvuru kaynağıdır. İkincisi ise batılıların barok evrenin büyük Alman bestecisi Johann Sebastian Bach’ın orkestra süitlerini yanlış sıralamasına karşılık Alman arşivlerinde çalışarak, Bach’ın elyazması notalarını inceleyerek, bu yaratıları doğru şekilde sıralamasıdır. İşte bunlardan dolayı Oransay, Türkiye’nin aydınlık yüzüdür ve aynı zamanda bu satırları yazanın ustası, hocasıdır.
Fazıl Say’ı çok fazla yazmaya anlatmaya gerek yok. Günümüzün uluslararası Türk piyanist ve bestecisidir. Dört yaşında piyanoya başlayan Say, daha sonra Ankara Devlet Konservatuvarı’nda Üstün Yetenekli Çocuklar için Özel Statüde öğrenciliğe başlamış, 1987’de piyano ve bestecilik bölümlerinden mezun olmuş, daha sonra çalışmalarını Almanya’dan aldığı bursla Düsseldorf Musiki Yüksek Okulu’nda sürdürmüş ve bu okulu da 1991’de Konser Piyanisti diplomasıyla başarıyla tamamlamıştır. Say, 1995’te New York Uluslararası Piyano Yarışması’nda birinci olmuş, o günden bugüne pek çok uluslararası ödül kazanmış ve yine pek çok dünyaca ünlü orkestra önünde solist olarak çok başarılı konserlere imza atmıştır. Fazıl Say besteci olarak da son derece verimlidir ve yaratıları hem yurtiçinde hem de yurtdışında seslendirilmiş ve seslendirilmektedir. Haremde 1001 Gece (Keman Konçertosu), Nazım Oratoryosu, Mezopotamya ve İstanbul Sinfonileri, Truva Sonatı, piyano parçaları, oda musikisi yaratıları, halk ozanlarımızın ve yakın dönem şairlerimizin şiirleri üzerine liedler, konçertolar, sinfoniler, kısacası musikinin hemen hemen bütün türlerinde yaratılar ortaya koymuştur. Son yaptığı önemli işlerden biri de Türk bestecilerinin yaratılarının kaydıdır.
Musiki yaşamımızdaki bu üç değerli kişi hakkında, soyadlarındaki “SAY” ile ilgili çok önemli bir başka nokta daha vardır. Neden bu üç musiki insanımızın soyadında “SAY” hecesi vardır? Bu bir rastlantı mıdır? Hayır değildir.
Ahmed Adnan Saygun’un babası Mahmud Celâleddin Bey, çevresinin hitabıyla Celâl Bey matematik öğretmenidir ve İzmir’in işgâli yıllarında arkadaşlarıyla birlikte İzmir Millî Kütüphane’yi kurmuş bir aydındır. İzmir Millî Kütüphane hâlâ hizmet vermektedir. Celâl Bey, Soyadı Kanunu (yürürlüğe girmesi 2 Ocak 1935) çıktıktan sonra Nüfus Müdürlüğü’ne başvurduğunda kendisine ne iş yaptığı, mesleği sorulduğunda “Matematik Öğretmeni” karşılığını verir. Yani işi sayılarladır. O zaman nüfus memuru sizin soyadınız “Saygın” olsun der ve soyadları “Saygın” olur. Hattâ Ahmed Adnan Saygun’ın ilk yazdığı kitaplarının kapağında (sözgelimi Yedi Karadeniz Türküsü ve Bir Horon) Saygın soyadı görülür. Ancak daha sonra “Saygın”ın başka birine daha verildiğini öğrenirler ve tekrar Nüfus Müdürlüğü’ne başvururlar ve soyadlarını “Saygun” olarak değiştirirler.
Gültekin Oransay’ın babası Bekir Sıtkı Oransay bir mühendistir ve aynı zamanda da yazardır. O da 1935’ten sonra Almanya’dan Türkiye’ye kesin dönüş yapınca soyadı almak için Nüfus Müdürlüğü’ne başvurur. Nüfus memuru Bekir Sıtkı Bey’e mesleğini sorar ve “mühendis” karşılığını alır. Kısacası Bekir Sıtkı Bey sayılarla, oranlarla hesaplamalarla uğraşmaktadır. Nüfus memuru sizin soyadınız “Oransayı” olsun der. Ancak Bekir Sıtkı Bey’in ricası ile “Oransay”da karar kılınır.
Fazıl Say’ın dedesi olan Fazıl Bey de döneminde orta okullarda ders kitabı okutulan önemli matematik öğretmenlerimizden biridir. O da 1935’ler sonrasında soyadı alır ve yine Nüfus Müdürlüğü’ne başvurur. Kendisine nüfus memurunca mesleği sorulur: “Matematik öğretmeniyim” der. Nüfus memuru Fazıl Bey’e sayılardan esinli olarak “Sizin soyadınız “Say” olsun” der. Çünkü Fazıl Bey’in de işi sayılarla, oranlarla, kesirlerle ilgilidir ve cumhuriyetimizin o yıllarında görevi çocuklara matematiği öğretmektir.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında nüfus müdürlüklerine başvuran ve soyadı alanlara çok haklı olarak meslekleri sorularak ilişkili soyadı veriliyormuş. Şu verdiğim “SAYgun, OranSAY ve SAY” bunun en açık kanıtlarıdır. Bu örnekler elbette çoğaltılabilir.
Bu arada kısa bir zaman önce yitirdiğimiz, bence öncelikle çok ciddi bir edebiyatçı, edebiyat araştırmacısı, yazar ve halkbilimci; ancak musiki kütüphanemize derleyerek yayınladığı kitaplarıyla da çok ciddi katkılarda bulunmuş, başta Fazıl Say’ı uluslararası aydınlık bir yüzümüz olarak insanlığa armağan etmiş olan ağabeyim, arkadaşım Ahmet SAY’ı da bu “Say”ların içinde dördüncü kişi sayarak rahmetle ve gururla anıyorum.
Bir musikibilimcinin, musiki tarihçisinin görevi, işte böyle gerçekleri de açığa çıkarmaktır.