Filmin Künyesi
Filmin adı : Asabiyim Ben (Relatos Salvajes)
Yönetmen : Damian Szifron
Senaryo : Damian Szifron
Ülke : Arjantin, İspanya
Tür : Komedi, Dram
Vizyon Tarihi : 6 Mart 2015
Süre : 122 Dakika
Dil : İspanyolca
Oyuncular :
Ricardo Darin
Oscar Martinez
Leonardo Sbaraglia
Erica Rivas
Dario Grandinetti
Julieta Zylberberg
Rita Cortese
Nancy Dupláa
María Onetto
Filmin İncelemesi
Her gün uyandığımızda hayatımıza, akıl sağlımızı korumamıza engel bir olayın yaşanıp yaşanmadığını kontrol ederek başlıyoruz. Delirmediğimiz için şükrediyor, bir günü daha atlattık diyoruz. Ama hayatın biriktirerek yoğunlaştırdığı bu sağlıklı olamama hâli aslında her an patlamaya hazır insanları kendi toplumsal kodlarıyla yaratıyor.Film, gündelik hayat içerisinde karşılaştığımız haksızlıklara, bireylerin beklenmedik tepkiler vermesi sonucu ortaya neyin çıkacağını anlatıyor.
İlk hikâyede, uçak içinde ortak noktası Pasternak isimli bir adamı tanımak olan insanları görürüz. Bugüne kadar ona kötülük yapmış herkesi bir uçağa toplayarak uçağı anne ve babasının üzerine düşürür. Bu bölümde yüzümüze vurulan şey; sosyal bir varlık olmak, yenilgileri ve bize yapılan haksızlıkları kabullenmeye alışmak demektir aslında.
Yönetmenin daha karanlık tonlarla çalıştığı ikinci hikâyede, genç bir garson kadın, babasını intihara sürükleyen adamın, çalıştığı yere gelmesiyle çelişkiler içerisine düşer. Genç kadına adaleti kendi elleriyle vermesini telkin eden aşçı, eskiden adaletin kendi kurallarınca hapis yatmış birisidir. Adaletin tecellisini, fare zehrini adamın yemeğine koyarak getirmeyi öneren aşçı ve içten içe intikam almak isteyen genç garson arasındaki diyaloglar oldukça eğlenceli. Garson kadın, katil olmak ve adaleti sağlamak arasında ikilem yaşar. Buna cesareti yoktur; peki ama adaleti kim sağlamalıdır? Esas soru budur. Adaleti bizler için sağlayabilecek birileri var mıdır yoksa fare zehri fikri her zaman bir köşede durmalı mıdır?
Yönetmen, üçüncü hikâyede bizi karanlık restorandan çıkararak Arjantin’in ıssız otoyoluna götürür. Son model spor araba süren zengin adam, kamyon süren köylü bir adamı sollayıp ona hareket çeker. Zengin adamın sahip olduğu üstünlük konumunun tersine dönüşünün anlatıldığı hikâyeyle yönetmen bize öfkeyi hem komik hem de gerilimli bir şekilde aktarır. Zenginliğiyle üstünlük kurmak isteyen adamla, bunun altında ezilmeyi kabul etmeyen köylü adam arasında geçen hikâyede taraflardan herhangi birinin mutlu sona kavuşamadığını görürüz. Bunun nedeni bana kalırsa sosyal tahammülsüzlükten ileri gelen, hiçbir sınıfsal anlamı olmayan bu inatlaşmanın varabileceği bir noktanın bulunmamasıdır.
Ricardo Darin’in rol aldığı dördüncü hikâyede, kızına doğum günü pastası alırken arabasını yasal olarak park edilebilen bir yere bıraktığı hâlde aracı çekilen bir mühendis konu alınır. Mühendis, para ödemeyi kabul etmez ve aracının çekildiği otoparka giderek buradaki görevliye, park ettiği yerin yasak bir yer olmadığını anlatmaya çalışır. Görevlinin otoriteyi temsil etmesinden kaynaklı hissettiği güç, mühendise saygıdan yoksun davranışlarda bulunmasına neden olur. Mühendis, haksız yere gelir elde eden bu kuruma cezasını, çekilmiş araçların olduğu yere bomba koyarak verir. Adam kimsenin değiştirmek için çabalamadığı bir duruma yaptığı eylemle farklı bir boyut kazandırır ve halkın sempatisini kazanır.
Toplum, sınırları çizildikçe normalliğini kaybetmiş, sınırlar geçildikçe ötesini merak etmeye devam etmiştir. Bizler de tıpkı filmdeki karakterler gibi bu toplum içerisinde her an patlamaya hazır ya da birinin patlama ânına yakalanmanın eşiğindeyiz. Çoğumuz, filmdeki mühendis gibi olabilmenin çok uzağında, park cezalarımızı öderken buluyoruz kendimizi.
Yine adalet ve çürümenin merkeze oturtulduğu beşinci filmde, zengin ve nüfuzlu bir ailenin, arabayla birine çarpan oğullarını aklama çabasını görürüz. Zengin aile yanlarında çalışan şoförden suçu üstlenmesini ister. Klişe bir konuya sahip bu bölümde bizi şaşırtan nokta ise şudur: Zengin baba, para ile herkese istediğini yaptırabildiğini ve toplumsal çürümenin herkesin içine işlediğini anlar. İşte o anda bu oyundan vazgeçer.
Son hikâyede ise güzel başlamışken birden çığırından çıkan bir düğün konu alınır. Gelin, düğünde eşinin kendisini aldattığını ve birlikte olduğu kadını da düğüne davet ettiğini öğrenir. Yaşadığı hayal kırıklığı, öfke ve aldatılmanın verdiği küçük düşürücü hislerin etkisindeki kadın, aşçıyla birlikte olur. Kocası bunu görür, kadın düğüne geri döner, pastayı keser ve Yahudi müzikleriyle tüm çılgınlık devam eder. En sonunda ise gelin ve damadın herkesin önünde sevişmesiyle film biter. Burada aldatılmış bir kadının eylemlerinin varabileceği çılgınlıktan öte, neye bağlı olduğu bilinmeyen çürümüş insan ilişkilerini görürüz. Sonunda çekip gidemeyen gelin, bir anlık da olsa delirmiştir ancak yine toplumun ondan beklediği duruma geri dönmüştür.
İnsanın medeni görünüşünün altında her zaman içgüdüleriyle hareket etmeye hazırlanan bir hayvan yatmaktadır. Çünkü medeniyetimizin sınırlarını çizenler pek de adil değillerdir. “Eğer bir hayvana sürekli işkence eder, ona iyi bakmazsanız bir gün intikamını alacaktır.” diyen yönetmen Szifron’a katılmamak elde değil. Filmde, dünyanın bağlı olduğu kapitalist sistem bu kadar çürümüşken, insanların hikâyelerinde ortaya çıkan kokuşmuşluğa “delice” bir karşı çıkış yatmaktadır.