Şampiyonluk ipini göğüsleyen takımların belli olduğu, heyecan dolu bir ayı geride bıraktık. Mayıs ayı bir kez daha Galatasaray’ın şampiyonluğa ulaştığı bir ay oldu. Sezona Şampiyonlar Ligi tarihindeki en talihli kurasını çekerek başlayan Cimbom, bir sezon öncesi rekor kırarak gol kralı olan forvetini satmasına rağmen yönetimsel plansızlıklardan ve kulüpte çalışan profesyonellerin Finansal Fair Play kısıtlamalarını yanlış hesaplamalarından dolayı Gomis’in yerini dolduramadı ve bunun bedeli, Türk olmayan takımları yenme amacıyla kurulan Galatasaray için ağır oldu. Şampiyonlar Ligi grubunda üçüncü olarak yoluna Avrupa Ligi’nde devam eden Cimbom, Avrupa Ligi’nde VAR sisteminin uygulanmamasının kurbanı oldu ve rakibi Benfica’ya, hakemlerin skandal kararları sonucunda elendi. Sarı kırmızılılar, devre arasında yaptığı isabetli transferlerle kadrosunu güçlendirdi. Almış olduğu 10 maçlık cezaya ve ligde 8 puan geriye düşmesine rağmen mücadeleyi bırakmayan Galatasaray’ın imparatoru Fatih Terim: “8 de kapanır, 18 de…” diyerek fitili ateşledi ve mücadelenin sonunda Galatasaray, Halk Ekmek’in bile sponsor olduğu Başakşehir’i yenerek Süper Lig’deki 22. zaferini ilan etti.
Mustafa Cengiz yönetimi, kulüp içerisinde yaşanan birtakım gerginliklerin ardından idari açıdan ibra olmamasına rağmen ödemeleri zamanında yaparak elini taşın altına soktu. İdari ibrasızlığa tedbir kararı koyduran yönetimin seçimlere girip giremeyeceği, 13 Haziran’da mahkemeden çıkacak olan karara bağlı. Bana kalırsa, Mustafa Cengiz yönetiminin bu mahkeme kararının sonucundan daha fazla endişe duyması gereken başka bir seçim vardı. O da 1 Haziran’da yapılan Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Başkanı’nın ve yönetim kurulunun seçildiği, Türk futbolunun geleceğini yakından ilgilendiren seçimdi. Elbette bu seçim sadece Galatasaray’ı değil, bütün Türk takımlarını yakından ilgilendiriyordu. Aylardır yazılı ve görsel basında yer alan haberlere göre, Nihat Özdemir’in yeni TFF Başkanı olması bekleniyordu. Birçok medya mensubu; Nihat Özdemir’in seçilen değil, atanan bir başkan olduğunu ifade etmesine rağmen Nihat Özdemir’in iyi bir başkan olabileceği görüşündeydi, fakat Nihat Özdemir’in yabancı sınırlaması ile ilgili yaptığı açıklamalar, Nihat Özdemir’i savunan bazı medya mensuplarının bile fikrini değiştirdi. Nihat Özdemir, yapmış olduğu açıklamada; yabancı oyuncu sayısının artmasıyla, liglerin kalitelerinin arttığını ifade etmesinin ardından yabancı oyuncu sayısını düşüreceklerini ve halkın da bu görüşte olduğunu söylemesi infial yarattı. Bu durum, Nihat Özdemir’in daha başkan bile olmadan birçok kişiyi karşısına almasına neden oldu; fakat buna rağmen 1 Haziran’da TFF Başkanı seçildi.
Nihat Özdemir, Türk oyuncuların “gerektiği sayıda” yer bulamamasına üzülüyormuş. Bana kalırsa Nihat Bey, ya kulüplerimizin yerli teşvik sisteminden (14 yabancı sınırı) önceki dönemlerde yapmış olduğu transferleri unutmuş ya da Mehmet Topuz’un Kayserispor’dan Fenerbahçe’ye 9 milyon €’ya, İsmail Köybaşı’nın Gaziantepspor’dan Beşiktaş’a 5,5 milyon €’ya, Tarık Çamdal’ın ise Eskişehirspor’dan Galatasaray’a 4,75 milyon € bedelle transfer olduğu günleri özlemiş. Geçmişteki yabancı kuralları yüzünden Süper Lig’deki birçok futbolcu, şişirme bonservis bedelleriyle transfer olup kulüplerinin ellerinde Mortgage balonu gibi patlıyorlardı. 14 yabancı kuralı gelmemiş olsaydı, ne Ozan Kabak, Okay Yokuşlu, Cengiz Ünder gibi genç yıldızlarımız yurt dışına transfer olabilirdi ne de Cenk Gönen, Semih Kaya, Emre Çolak gibi orta seviye futbolcularımız yurt dışına gitmeyi tercih ederdi. Futbolda başarı için “gereken sayı” diye bir şeyin olmadığını “Big Five” diye adlandırılan gelişmiş Avrupa liglerine bakarak anlayabiliriz.
Bu yıl Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi’nin finalistleri İngiliz takımlardı ve dolayısıyla İngilizler, her iki kupayı da müzesine götürmeyi başardı. Avrupa Ligi finalinde Arsenal’in ilk 11’inde sadece bir İngiliz futbolcu varken, kupayı kazanan Chelsea’nin ilk 11’inde hiç İngiliz futbolcu yoktu. Şampiyonlar Ligi finalinde kupayı kazanan Liverpool’un ilk 11’inde ise sadece 2 futbolcu vardı. Bu yıl Avrupa kupalarını domine eden İngilizlerin, geçtiğimiz yıl oynanan Dünya Kupası’nda yarı final oynadığını hatırlatmakta fayda var. 2017/18 sezonunda, toplamda 5,440 milyar euro gelire ulaşan Premier Lig kulüpleri, bu alanda en yakın rakipleri olan Bundesliga kulüplerine 2,272 milyar euro, La Liga ekiplerine ise 2,367 milyar euro fark atmış durumda. Bu farkın daha da açıldığını 2018/19 sezonunun raporları açıklandığı zaman göreceğimizi düşünüyorum.
Dünyanın en iyi ligi olan Premier Lig’deki kulüpler, sınırsız sayıda yabancı oyuncu oynatma hakkına sahip; fakat sadece AB pasaportuna sahip olmayan oyuncular için birtakım sınırlamalar getirilmiş. Bu sınırlamada; AB pasaportuna sahip olmayan oyuncuların kaç milli maçta oynadığı, oynadığı milli takımın FIFA sıralamasındaki yeri ve transfer olacak oyuncunun yetenekli olup olmadığı, Federasyon tarafından oluşturulan bir komite tarafından puanlanarak değerlendiriliyor.
Türkiye’deki yerli teşvik sisteminde ise kadronuzda en fazla 14 yabancı oyuncu bulundurabiliyorsunuz ve AB pasaportuna sahip olan oyunculara hiçbir ayrıcalık tanınmıyor. Bu sisteme göre, kadrosunda fazla yabancı oyuncuya sahip kulüplerin, kadrosunda az yabancı oyuncu bulunduran kulüplere ödeme yapması gerekiyordu; fakat bu kural, Yıldırım Demirören’in başkan olduğu federasyonun, kulüplerin baskısına dayanamamasından dolayı uygulanmadı. Geçmiş yabancı kurallarına dönme hayali kurarak göreve kendi kalesine gol atarak başlayan yeni TFF Başkanı Nihat Özdemir, bu hayalinden vazgeçip yerli teşvik sisteminden kaldırılan bu uygulamayı yeniden hayata geçirirse, VAR’a gidilerek kendi kalesine attığı gol iptal ettirilebilir. VAR’a gidilmesi gereken bir başka konu ise Nihat Özdemir’in seçilen bir başkan mı yoksa atanan bir başkan mı olduğudur.
Biz hala yabancı sınırı gibi konularla uğraşırken; UEFA, yepyeni bir Avrupa Kupası’nın hazırlığını yapmaya başladı. Şampiyonlar Ligi’ni revize etmeyi planlayan UEFA, Uluslar Ligi’ne benzer bir model yaratmaya çalışıyor. Bu modele göre, artık gruplarda 8 takım yer alacak ve böylece turnuvaya katılan takımlar en az 14 maça çıkacak. Bu da takımların gelirlerini ciddi oranda arttıracak. Gruplarda Uluslar Ligi’ndeki gibi düşme çıkma sistemi olacak. Buna göre; her yıl Şampiyonlar Ligi’nden 4 takım Avrupa Ligi’ne düşerken, Avrupa Ligi’ndeki 4 takım da Şampiyonlar Ligi’ne yükselecek. Takımların yerel ligdeki performansları Avrupa’ya katılımlarını doğrudan etkilemeyecek. Bu da görece küçük kulüplerin Devler Ligi Arenası’na katılımını zorlaştırırken, elit kulüplerin daha da güçlenmesini sağlayabilir. Bu yeni sisteme Almanya’dan tepki gelse de kararı önümüzdeki yıl UEFA verecek.
Takımlarımız da yeni sistemin bir parçası olmak istiyorlarsa şimdiden gerekli yatırımları yapmaya başlamalılar. Şu anda, gelecekteki yeni turnuvanın bir parçası olmaya en yakın takım, mali ve sportif açıdan düzlüğe çıkmaya başlayan Fatih Terim önderliğindeki Galatasaray olarak gözüküyor. Şenol Güneş ile yollarını ayırıp yoluna Abdullah Avcı ile devam eden Beşiktaş’ın en ufak başarısızlığında taraftarlarıyla başkanı arasında ciddi gerginlikler olması muhtemel. Bu kırılgan yapıya mali sorunlar da eklenince Beşiktaş’ın yeni turnuvanın bir parçası olması şimdilik kolay görünmüyor. Avrupa’da hiçbir varlık gösteremeyen Başakşehir’in durumunu da 23 Haziran’daki İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri belirleyecek. Altyapısına değer vererek başarıya adım adım yaklaşan Trabzonspor bu mantaliteyle devam ederse eski günlerine geri dönebilir ve bu da yeni sistemin bir parçası olmasını uzun vadede sağlayabilir. Sezona yeni başkanıyla umut dolu bir giriş yapan Fenerbahçe ise ligde alınan kötü sonuçlar yüzünden uzun süre boyunca küme düşme hattına yakın sıralarda kalarak taraftarlarında hayal kırıklığı yarattı. Başkan Ali Koç’un kulübe çok ciddi yatırımlar yapmasına rağmen, Fenerbahçe’de taşıma su ile değirmenin dönmesi çok düşük bir ihtimal. Başkanın kendisi de yapmış olduğu bir açıklamada; Avrupa’daki takımlarla aradaki farkın daha çok açılacağından, çoğu kulübün sahibinin olduğundan ve şirketleşmeyi başarılı bir şekilde gerçekleştirdiklerinden bahsetmişti. Şampiyonlar Ligi’ne en son 10 yıl önce katılan Fenerbahçe’nin değişmesi muhtemel olan yeni Şampiyonlar Ligi’ne girebilmesi için kulübün satılması dahi gündeme gelebilir.
Eğer ülkece Modern Futbol Treni’ni yakalamak istiyorsak, iç kavgalarımızı sona erdirip el ele vererek bu yeni turnuvanın parçası olabilmek için neler yapılması gerektiğini düşünmeliyiz. Bizim uğraşmamız gereken konular: kurumsallaşma, markalaşma, pazarlama faaliyetleri ve finansal kontrol gibi konular olmalı. Aksi takdirde, Yıldırım Demirören döneminde TFF’nin yayıncı kuruluşla yaptığı anlaşmaya B ve C paketlerini eklemeyi unuttuğundan(!) dolayı 80 milyon dolar zarar ettiği olayın benzerleriyle daha çok karşılaşırız ve Modern Futbol Treni’nin arkasından el sallamaya devam ederiz.
Her şeyin çok güzel olduğu bir ay dileğiyle…