“Khaos’tu hepsinden önce var olan,
Sonra geniş göğüslü Gaia, Ana Toprak,
Sürekli, sağlam tabanı bütün ölümsüzlerin,
Onlar ki tepelerinde otururlar karlı Olympos’un.”
Hesiodos, Theogonia
Seneler önce üniversitede seçmeli olarak aldığım bir dersin kadına ve doğurganlığa bakışımı sorgulayacağım bir süreci başlatacağını hiç tahmin etmemiştim. Evlilik Tanrıçası Hera’yı, güzelliğiyle baş döndüren Afrodit’i, her ne kadar sadece Savaş Tanrıçası olarak anılsa da Akıl, Barış ve Savaş Tanrıçası Athena’yı biliyordum ve tüm karakterler gündelik hayatımda belirli kişilerde vücut buluyordu. Peki kimdi bu Gaia? Neden daha önce ismini hiç duymamıştım?
Khaos’tan sonra bütün ölümsüzlerin sürekli ve sağlam tabanı olarak tanımlanan Gaia’nın kendi kendini doğurma (parthenogenesis) prensibine göre Uranos’u (Gök), Ourea’ı (Dağ) ve Pontos’u (Deniz) yarattığını okuduğum günü dün gibi hatırlıyorum. Oldukça heyecan verici ve merak uyandırıcı bir yıldız belirmişti sanki gökyüzümde. Ben Psikoloji eğitimi alıyordum ama grubumuzda Sosyoloji, Felsefe, Arkeoloji ve Sanat Tarihi’nden öğrenciler de vardı. Herkes kendi alanının ona verdiği yetkiye dayanarak yorumlar yapıyor ve bilgi paylaşımında bulunuyordu. Böylece doğa ve kadın ilişkisini bireyden topluma, sözden yazıya, resimden mimariye inceleme şansı buluyorduk. Her fikir kendi tartışmasını doğuruyordu. Fakat Gaia ile başlayan bu serüvenin anaerkil toplumdan erkek egemenliğine evrimi sadece birkaç hafta sürdü. Eril bir tutum sergilemeyen veya güzelliğiyle ön planda olmayan tanrıçaların ismi gün geçtikçe daha az anılmaya başladı. Eş zamanlı olarak Afrodit ve Athena diğer tanrıçalardan ayrıldı, günümüz koşullarında kendine bir yer buldu. Tanrılara olan bakış da benzer bir şekilde ilerledi:
“Yunan mitlerinde ve Roma’da doğa ile ilintili olan tanrıların bir süre sonra etkin olmaktan çıkarıldığını görüyoruz. Dionysos gibi mesela. Bir eril Dionysos ama insan doğasına en yakın olan, Olimpos’ta oturmayan, hep yeryüzünde olan, kadınların erkeklerle eşit bir şekilde esrime haline kavuşmasını sağlayan bir tanrı. Ama Roma’da sadece şarabın tanrısı muamelesi görmeye başlıyor. Roma bir imparatorluk olduğu için askeri ideolojiye sığmıyor Dionysos’un anlayışı. Kaos-düzen karşıtlığı üzerinden Dionysos kaosu, Apollon düzeni temsil ediyor ve dolayısıyla erilin içinde bile daha dişil nitelikleri olabilecek tanrıların ikinci sınıf tanrılar olmaya başladığını görüyoruz. Bu kadının konumunu da tanımlayan bir şey aynı zamanda.” [1]
Gaia’nın kendi kendini doğurma sürecinden sonra gelinen bu nokta oldukça şaşırtıcı. Sonucu bildiğim için başlangıç hikayesi beni daha çok hayrete düşürmüştü ama bu sıralamayla bakınca değişimin nasıl ve neden olduğunu sorgulamadan duramıyor insan. Ay döngüsü, doğurganlık, kadının doğa ile ilkel uyumu… Karşısında “medeniyet” taşlarıyla döşeli yeni dünya düzeni… Düzen isteğiyle geçilen yerleşik hayat ve yerleşmek istenen bölgelerdeki paylaşılamayan topraklar… Taşlar, sopalar, tüfekler… “Çocuklara iyi bak” diyerek geride bırakılan kadınlar…
Bahsi geçen kadınlar ve/veya onların çocukları mitolojik ve tarihsel birçok savaşta yer aldı hepimizin bildiği gibi ama burada değinmek istediğim nokta değişen düzen. Doğa ile kadının mükemmel birlikteliğine anlam verememesi, belki kıskanması, belki korkması, belki uyum sağlayamamasıyla geçen yüzyıllar sonunda erkeğin bilim ve teknolojiyi “zihinsel boyutta” doğurması.
Matematiksel başarının erkeklerden, aile ve çocuk konularındaki aktifliğin kadınlardan beklenmesi tüm bu bahsi geçen sürecin günümüze yansıyan şekli belki de. “Ben eşimin çalışmasını istemem, onun görevi çocukları büyütmek” beklentisine karşı “çocuk da yaparım, kariyer de” gibi sloganlaşan cümlelerin büyük harflerle yazılıyor olması, o kadının tek başına bir çocuk sahibi olduğu manasına gelmiyor aslında. “Ben çocuğumun sorumluluğu alıyorum ve aynı zamanda bu düzende kendime güzel bir yer ediniyorum” anlamını taşıyor Apollon ve günümüz koşullarında. “Mühendis olabilirim, öğretmen olabilirim, doktor olabilirim. Doğdum ve doğurabilirim.” Bu sebeple Gaia’dan itibaren her kadın bu cümleyi kurabilir içinden geldiği gibi. Çünkü her kadının bir çocuğu vardır, her kadın annedir. Doğmamış bebeğinin annesi, bahçedeki ağacının annesi, kedisinin annesi ya da kendisinin annesi…
“Sarılıp gövdesine sımsıkı
Bir kadın kendini doğurabilir isterse”
Edip Cansever
ELİF GÜNEŞ DENİZ
Kaynakça:
[1] https://m.bianet.org/biamag/diger/205532-yunan-mitolojisinde-kadin-imgesi-kutsal-mi-lanetli-m