1963 Mayısında tanıdığım ve saygı duyduğum Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yetiştirdiği Kemalist, yürekli, inançlı ve savaşçı bir subay olan Yrb.Talat Turhan’ın DİRENİŞ adlı kitabında okuduğum bir alıntı, yaşadığımız günlerin nereye bizi götüreceğini açıklamaktadır.
Alıntı 1950’li yıllarda Said-i Nursi’nin zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a yazdığı mektuptan yapılmıştır. Said-i Nursi mektubunda; “Evet, biz dini siyasete alet değil, belki vatan ve milletin dehşetli zararına siyaseti mutaasıbane dinsizliğe alet edenlere karşı, bizim siyasete bakmamıza mecburiyeti katiye olduğu zaman, vazifemiz siyaseti dine alet ve dost yapmaktır.” Burada kastedilen laiklik karşıtlığı, dini siyasete alet ederek toplumu dinsizliğe sürükleyenlere karşı “biz fırsat bulursak siyaseti dine alet ederek, toplumu dini temeller üzerine inşa edeceğiz”dir. Yani kısaca devleti İslami kurallarla şekillendirip yöneteceğiz denmektedir.
Cumhuriyet bugüne kadar birçok iktidar tarafından yönetilmiştir. 1938 de M.Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra şöyle veya böyle tüm iktidarlar, 2002 Kasım’ında AKP iktidar olana kadar toplumun İslamlaşmasından sorumludurlar. Her birinin laik Cumhuriyet’in kemirilmesinde günahı vardır. Hiçbir iktidar 2002’ye kadar siyaseti dinin emrine vermemiştir ama özellikle sağ iktidarlar her fırsatta dini siyasete alet etmişlerdir. Bu acı gerçeği görmeden ve anlamadan günümüz iktidarının yarattığı sorunlara çözüm üretemeyiz.
Evet, Cumhuriyet kurulduğu günden itibaren yurttaşları dinin içine değil, dini yurttaşların içine hapsetmiştir. Özellikle Laikliğin kabullünden itibaren din tamamen devlet işlerinden uzak tutulmuş, her yurttaş kendi inancını kendisi yaşamış, insanlar şeyhlerin ve hocaların insafına bırakılmamıştır. Eğitim bu amaçla şekillenmiş ve bilimsellik ön plana çıkarılmıştır. Bunun sonucu olarak da – ülke kısa bir dönem de olsa- düşünen ve sorgulayan insanlar tarafından yönetilmiştir. Bu gelişme elbette kalkınmanın da nedeni olmuştur. Ama ne zaman ki, halkın dini inançları kullanılarak oy avcılığı yapılmaya başlandı, ülke adım adım cumhuriyet kazanımlarından uzaklaştı. Nitekim ellili yıllarda Menderes iktidarı, Said-i Nursi karşısında ceket düğmeleri ilikleyerek, şeyh efendilere hizmette ve saygıda kusur etmiyordu. 27 Mayıs 1960 İhtilali kısa bir süre de olsa bu gidişe dur dedi. Ama birkaç sene sonra din yine siyasette oy malzemesi olmaya başladı.
Özellikle NATO’ya girişimizden sonra Komünizme karşı oluşturulan “yeşil kuşak” halkı İslamlaştırma adına, tarikatların alenen örgütlenmesine göz yumarak gelişmelerini sağladı. Hatta bazı iktidarlar bu gericileşme politikasına ülke kalkınmasından daha fazla önem verdi. Bugün ülkede Nur tarikatı kendi içinde çok çeşitli kesimlere ayrılmış olsa da, cumhuriyetin laik yapısına ve kazanılan yaşam tarzına karşı hemen birleşmektedirler. Çünkü hepsinin gerçek amacı; siyaseti dinin emrine vermektir. Şeyh efendi böyle buyurmuştu…
Adım adım geldiğimiz bu günlerde yapılanlara baktığımızda, nereye doğru sürüklendiğimiz görülüp anlaşılacaktır. Anaokullarından üniversitelere kadar eğitimde yapılanlar artık fetvalarla düzenlenmektedir. Gün geçmiyor ki, Diyanet olur olmaz konularda fetva vermesin. Anaokulu çocukları namaz kılmayı öğretme bahanesi ile cami cami dolaştırılmakta, kız çocuklarının başları bağlanmakta, giderek tüm orta dereceli okullar İmam Hatip Liselerine dönüştürülmektedir. Ülkenin kaderini elinde tutan siyasiler, düğüne gider gibi konvoylar halinde Cuma Namazı kılmaya gitmektedirler.
AKP iktidar koltuğuna oturduğundan bugüne kadar her zeminde 2023 programından söz etmektedir. Ama bugüne kadar bir tek defa olsun bu programı açıklamadılar. Ama bizler unutmayalım, perşembenin gelişi çarşambadan bellidir. Tek adam rejimini nasıl ülke siyasetinin başına taşıyıp diktatörlük kurdularsa, dini devlet kavramını da öyle uygulama aşamasına taşıyacaklardır. Bu nedenle korkulandan korkmak yerine onun üzerine gitmeliyiz.
Tüm bu gerçekler gözler önünde dururken 31 Mart’ta bir seçime gidilecektir. Her ne kadar seçim sonucu iktidar değiştirmeyecekse de, yine de iktidarın yapacaklarının önünde bir engel oluşturacaktır. Parti yönetimleri hata yapmış olabilir. İstenilmeyen adaylarla liste oluşturulmuş olabilinir. Bunlarla bu günlerde hesaplaşmanın ne sırası ne de zamanıdır. Sandığa küsmek, parti içi çekişmeleri sandıkta çözümlemeye kalkmak, AKP’nin gelecek programlarına katkı sağlamaktan gayri bir şeye yarar sağlamaz. Ağlamanın sızlanmanın siyasete bir faydası olmaz. Siyaset yerinde ve zamanında takınılacak tavırla şekillenir ve sonuç verir. Siyasi partiler yasası değişmeden, adaylar parti üyeleri ile yapılacak ön seçimle belirlenmeden, her seçim dönemi liste küskünlerinin olması kaçınılmazdır. Bu nedenle kimlik ve kişiliklerimizi ülke geleceğinin önüne çıkarmak, toplumu bataklığa sürükler.
Bu seçim, kimin seçileceğini ikinci plana atmış bulunuyor. Acil görev; sandığa giderek yurttaşlık ve ülkeye olan sorumluluk görevini yerine getirmektir.
Hukuk tanımayan, insan haklarına saygı duymayan, ülkeyi soyup soğana çevirerek siyaset yapanlardan kurtulmak, ancak sandığa gitmekle olur. Küsmek, sırtını dönmek bugüne razı olmaktır. Mustafa Kemal “söz konusu vatansa gerisi teferruattır” demişti. Bugün de söz konusu olan, ulusun geleceği ve ülkenin aydınlığa kavuşmasıdır. Bu nedenle kendi geleceğini düşünmeden, hesaplaşmayı sonraya bırakarak ulus adına sorumluluk duymak ve fedakarlık etmek her yurttaşın üzerine düşen acil görevdir.