“….fikir karışıklıkları, ruh düşkünlükleri ve bozguncular, inkilabımızın akışını bir gün oportunist bir telifçiliğe (uzlaşmacı) sürükleyerek onu pekala soysuzlaştırabilir. Ve o zaman teşebbüs, inkilapçının elinden çıkarak demegogun, mürtecinin (gerici) veya müsrif bir oligarşinin eline düşebilir.” Bu satırlar Şevket Süreyya Aydemir’in SUYU ARAYAN ADAM adlı kitabından alınmıştır.
Aydemir daha on sekiz yaşında okuldan ayrılarak, Birinci Dünya Savaşı’na yedek subay olarak Doğu cephesinde katılmış, harpten sonra Turan’ı aramak için Kafkasya’ya gitmiş, Sovyet Devriminin ilk yıllarını görmüş, devrimin hemen hemen tüm liderlerini tanımış ve konuşmuş, orada komünist olarak Türkiye’ye dönmüştür. Ülkede Şefik Hüsnü ile Aydınlık Dergisini çıkarmış, tutuklanmış, mahkum olmuş bir düşünür, bir yazar ve Cumhuriyetin bir bürokratıdır. Başta TEK ADAM olmak üzere yakın tarihimize ait bir çok kitabı bulunmaktadır. Ülkeyi içeriden tanıdıktan sonra Kemalist Devrime inanmış, Onun hizmetinde ve yaşaması için gayret etmiştir. Çünkü Aydemir sömürülen, emperyalizmin cenderesi altında yaşayan ülkelere Ulusal kurtuluş savaşının örnek olacağını görmüş ve bu görüşünü yaşamı boyunca sürdürmüştür.
Devrimler kendi yasaları ile sürdürülmezse, yozlaşması kaçınılmazdır. Bu nedenle devrimi yaşatacaklar ona yürekten inananlardır. Devrim kendi kadrolarını yetiştirmez ve kadrolarını oluşturmazsa ya yozlaşır ya da eski dönemin bataklığına yeniden sürüklenir. Mustafa Kemal’in ölümünden sonra, ne kadar sinmiş, çıkarları zedelenmiş güç varsa, 1946 da çok partili rejime geçilince, Demokrat Parti’de birleşerek, devrimleri ters yüz ederek yozlaştırmayı ilke edindiler. Bu hedefe varmak için de, halkın geleneklerinin ve batıl inançlarının kuyruğuna takılarak devrimlerde gedikler açmaya başladılar. İlk olarak aydınlanmanın ilk basamağı olan, Türkçe ezanı tekrar Arapça’ya çevirdiler. “Ölülerimizi yıkayacak imam bulamıyoruz” gerekçesi ile İmam ve Hatip Okulları açarak devrimin laik ilkesinin ilk tuğlasını yerinden oynattılar. O günden sonra her gelen iktidar buna yenilerini ekledi. Adeta bir birleri ile yarıştılar. Demokrat ve Atatürkçü Ecevit bile en çok imam Hatip Okulu açarak karşı devrimcilerle yarışıyordu. AKP iktidar olduktan sonra, bilimsel eğitim yerine, ilk okuldan itibaren dini temele dayalı eğitim ve öğrenime geçerek İmam ve Hatip Okullarını üç bin beş yüze çıkarmış bulunmaktadır. Bugünlere gelişimize o okullardan yetişen yüz binlerce insanın asli unsur olmaları etken olmuştur.
Halk kitleleri genelde tutucudur. Onların bu tutumunda en önemli etken din olgusudur. Zira din, bir doğmalar bütünü olarak değişmez kurallara sahiptir. Oysa Hıristiyanlık Avrupa’da Orta çağın karanlığını yaşarken İslamiyet yükseliş dönemini yaşıyordu. EBU SÜFYAN’la başlayıp oğlu Muaviye ile sürdürülen yozlaşmış İslam, bugünkü iktidarlar tarafından daha da yozlaştırılarak sürdürülmektedir.Bu oluşum çağdaşlık yolunda Avrupa ile İslam ülkeleri arasında bilimde,teknolojide ve ekonomide arası kapanması zor uçurumlara neden olmaktadır.
Devrimler aydınlar tarafından örgütlenir ve şartlar olgunlaştığında hayata geçirilir. Halkın kendiliğinden devrim yaptığı tarihte görülmemiştir. İşte bu nedenle halkın isteklerini bahane ederek onun kuyruğuna takılan fırsatçı siyasetçiler, aslında birer halk düşmanıdırlar. Halkın din ve etnik inanışları ve tarihsel gelenekleri bu olguyu anlamaya uygun düşmemektedir. Cumhuriyet bu nedenledir ki, halk için halka rağmen yaşama geçirilmiştir.
Ulusal Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanınca Cumhuriyet, İttihat ve Terakki geleneğinden gelen kadrolarla Meclis kararı ile ilan edilmiştir. Bu kadrolar içinde etnik Türkçüler de vardı. Bunlar Cumhuriyet sonrası sosyal yapıyı, Türk örf ve adetleri yerine, din temeline dayalı Arap kültürünün mayası ile yoğurarak büyük bir hata işlediler. Osmanlı’nın yenilmesinde ve yıkılmasında en büyük etken olan, günümüz Suudi ve Ürdün Krallarının dedesi Şerif Hüseyin’dir. Gel gör ki, onlar Cumhuriyet’ten nefret ederken, son yıllarda onlara saygı göstermekte kusur etmemek için yarışılmaktadır. Oysa din bir vicdan yükümlülüğü ve işidir. Allah toplu ceza ve huzur vermemektedir. Her birey kendi günah ve sevaplarından sorumludur. Buna karşın iktidarlar dini, tüm yolsuzluk, hırsızlık ve kötü uygulamalarında dayanak olarak gerekçe göstermektedir.
Din ümmeti savunur, millet ise etnisiteyi. İkisini bir araya getirerek Türk-İslam sentezi adı altında topluma dayatmak, her iki kavrama da ihanettir. Çünkü Mustafa Kemal Cumhuriyeti, etnik bir temele değil, ulus devlet içinde yurttaşlar oluşturmak temeline oturtmayı hedeflemişti. Hem Türk hem de Kürt etnikçileri ulus devleti parçalamak ve yozlaştırmak yolunu seçtikleri için, ülke içinden çıkılması zor bir konuma sürüklendi. Oysa, ulus devletler dünyanın dört köşesinde devam ederken, etnik devlet anlayışı Hitler’le birlikte tarihin çöplüğüne atıldı. Bunu anlayıp değerlendirmek aydınların üstüne düşen ağır bir yüktür.
Oportunizm ve kuyrukçuluk (halk dalkavukluğu ) devrimciler için çıkmaz bir sokaktır. Günümüz iktidarı demegoji, dinsel oportunizm ve kuyrukçulukla ülkeyi hem içeride hem de dışarıda sonu belirsiz gelişmelere sürüklemiş bulunmaktadır. Yönetim kadrosunun ihtiras ve hırsları din gücü ile donatılarak cumhuriyeti boğmaya çalışmaktadır. Uyanık tilki kurnaz kargayı her fırsatta aldatmasını bilir. Zeka uygun zamanda uygun yerde kullanılmazsa bu toplum için felaket kapılarını aralar.
Zaman insanı, insan bilimi, bilim tekniği geliştirir. Tüm bu oluşumlar inançları sabit yerinde bırakmaz. Bu din de olsa, kaçınılmaz şekilde, mutlak olarak kapsama alanına girer. Gelişim tarihsel bir olgu olarak insanın var oluşundan beri sürmektedir. Tüm dünyada dinin dünkü insanlığa yaklaşımı ile bugünkü arasında derin uçurumlar vardır. Her tür inanç, o inanan adına kutsaldır. Kutsaliyet tek tanrılı dinlerde değişmez kurallar içermektedir. Buna karşın üç tek tanrılı dinde inanç bütünlüğü yoktur. Kendi içlerinde anlaşmazlıklar onları mezhep ayrılıklarına sürüklemiştir. Bu sürükleniş doğal bir seyir izlememiş, kan ve göz yaşlarına neden olmuştur. Bu durumu anlamayan, anladığı halde kendi ikbal ve çıkarları uğruna uyruğunu kullananlar tarih boyunca var olmuştur. Bugün ülkemiz bu tür iktidar mensuplarının tasallutu altındadır. Din bir araç olarak kullanılarak halka ve tanrıya ihanet edilmektedir. Oportunizm bu ihanetin üzerine örtülmekte, din ve etnisite araç edilmektedir.
Cumhuriyet ve demokrasi yıllar süren acıların sonunda günümüze kadar gelmiştir. Bugün ise her iki kavramın da içeriği boşaltılarak, tek adam bir peygamber gibi değerlendirilip kendisine biat edilerek yurttaşlar birer köle yapılmak istenmektedir. Kendileri iktidar sayesinde Karunlaşırken yurttaşlar yoksullukta eşitlenmektedir. Tüm bunlar ayet ve hadislerle gerekçelendirilmekte, böylece din zenginliklerine alet edilmektedir. Gelecek günler karanlık. Bu karanlığı ne oportunizm ne de halk dalkavukluğu aydınlatabilir. Artık silkinmek ve laik Kemalist Türkiye’yi yeniden inşa etmek zamanıdır.
Zafere giden yolun zor ve meşakkatlı olduğu bilinmelidir.. Cumhuriyet sevdalıları ve ona saygı duyanlar artık birleşmek ve AKP ye karşı durmak zorundadır.
“….fikir karışıklıkları, ruh düşkünlükleri ve bozguncular, inkilabımızın akışını bir gün oportunist bir telifçiliğe (uzlaşmacı) sürükleyerek onu pekala soysuzlaştırabilir. Ve o zaman teşebbüs, inkilapçının elinden çıkarak demegogun, mürtecinin (gerici) veya müsrif bir oligarşinin eline düşebilir.” Bu satırlar Şevket Süreyya Aydemir’in SUYU ARAYAN ADAM adlı kitabından alınmıştır.
Aydemir daha on sekiz yaşında okuldan ayrılarak, Birinci Dünya Savaşı’na yedek subay olarak Doğu cephesinde katılmış, harpten sonra Turan’ı aramak için Kafkasya’ya gitmiş, Sovyet Devriminin ilk yıllarını görmüş, devrimin hemen hemen tüm liderlerini tanımış ve konuşmuş, orada komünist olarak Türkiye’ye dönmüştür. Ülkede Şefik Hüsnü ile Aydınlık Dergisini çıkarmış, tutuklanmış, mahkum olmuş bir düşünür, bir yazar ve Cumhuriyetin bir bürokratıdır. Başta TEK ADAM olmak üzere yakın tarihimize ait bir çok kitabı bulunmaktadır. Ülkeyi içeriden tanıdıktan sonra Kemalist Devrime inanmış, Onun hizmetinde ve yaşaması için gayret etmiştir. Çünkü Aydemir sömürülen, emperyalizmin cenderesi altında yaşayan ülkelere Ulusal kurtuluş savaşının örnek olacağını görmüş ve bu görüşünü yaşamı boyunca sürdürmüştür.
Devrimler kendi yasaları ile sürdürülmezse, yozlaşması kaçınılmazdır. Bu nedenle devrimi yaşatacaklar ona yürekten inananlardır. Devrim kendi kadrolarını yetiştirmez ve kadrolarını oluşturmazsa ya yozlaşır ya da eski dönemin bataklığına yeniden sürüklenir. Mustafa Kemal’in ölümünden sonra, ne kadar sinmiş, çıkarları zedelenmiş güç varsa, 1946 da çok partili rejime geçilince, Demokrat Parti’de birleşerek, devrimleri ters yüz ederek yozlaştırmayı ilke edindiler. Bu hedefe varmak için de, halkın geleneklerinin ve batıl inançlarının kuyruğuna takılarak devrimlerde gedikler açmaya başladılar. İlk olarak aydınlanmanın ilk basamağı olan, Türkçe ezanı tekrar Arapça’ya çevirdiler. “Ölülerimizi yıkayacak imam bulamıyoruz” gerekçesi ile İmam ve Hatip Okulları açarak devrimin laik ilkesinin ilk tuğlasını yerinden oynattılar. O günden sonra her gelen iktidar buna yenilerini ekledi. Adeta bir birleri ile yarıştılar. Demokrat ve Atatürkçü Ecevit bile en çok imam Hatip Okulu açarak karşı devrimcilerle yarışıyordu. AKP iktidar olduktan sonra, bilimsel eğitim yerine, ilk okuldan itibaren dini temele dayalı eğitim ve öğrenime geçerek İmam ve Hatip Okullarını üç bin beş yüze çıkarmış bulunmaktadır. Bugünlere gelişimize o okullardan yetişen yüz binlerce insanın asli unsur olmaları etken olmuştur.
Halk kitleleri genelde tutucudur. Onların bu tutumunda en önemli etken din olgusudur. Zira din, bir doğmalar bütünü olarak değişmez kurallara sahiptir. Oysa Hıristiyanlık Avrupa’da Orta çağın karanlığını yaşarken İslamiyet yükseliş dönemini yaşıyordu. EBU SÜFYAN’la başlayıp oğlu Muaviye ile sürdürülen yozlaşmış İslam, bugünkü iktidarlar tarafından daha da yozlaştırılarak sürdürülmektedir.Bu oluşum çağdaşlık yolunda Avrupa ile İslam ülkeleri arasında bilimde,teknolojide ve ekonomide arası kapanması zor uçurumlara neden olmaktadır.
Devrimler aydınlar tarafından örgütlenir ve şartlar olgunlaştığında hayata geçirilir. Halkın kendiliğinden devrim yaptığı tarihte görülmemiştir. İşte bu nedenle halkın isteklerini bahane ederek onun kuyruğuna takılan fırsatçı siyasetçiler, aslında birer halk düşmanıdırlar. Halkın din ve etnik inanışları ve tarihsel gelenekleri bu olguyu anlamaya uygun düşmemektedir. Cumhuriyet bu nedenledir ki, halk için halka rağmen yaşama geçirilmiştir.
Ulusal Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanınca Cumhuriyet, İttihat ve Terakki geleneğinden gelen kadrolarla Meclis kararı ile ilan edilmiştir. Bu kadrolar içinde etnik Türkçüler de vardı. Bunlar Cumhuriyet sonrası sosyal yapıyı, Türk örf ve adetleri yerine, din temeline dayalı Arap kültürünün mayası ile yoğurarak büyük bir hata işlediler. Osmanlı’nın yenilmesinde ve yıkılmasında en büyük etken olan, günümüz Suudi ve Ürdün Krallarının dedesi Şerif Hüseyin’dir. Gel gör ki, onlar Cumhuriyet’ten nefret ederken, son yıllarda onlara saygı göstermekte kusur etmemek için yarışılmaktadır. Oysa din bir vicdan yükümlülüğü ve işidir. Allah toplu ceza ve huzur vermemektedir. Her birey kendi günah ve sevaplarından sorumludur. Buna karşın iktidarlar dini, tüm yolsuzluk, hırsızlık ve kötü uygulamalarında dayanak olarak gerekçe göstermektedir.
Din ümmeti savunur, millet ise etnisiteyi. İkisini bir araya getirerek Türk-İslam sentezi adı altında topluma dayatmak, her iki kavrama da ihanettir. Çünkü Mustafa Kemal Cumhuriyeti, etnik bir temele değil, ulus devlet içinde yurttaşlar oluşturmak temeline oturtmayı hedeflemişti. Hem Türk hem de Kürt etnikçileri ulus devleti parçalamak ve yozlaştırmak yolunu seçtikleri için, ülke içinden çıkılması zor bir konuma sürüklendi. Oysa, ulus devletler dünyanın dört köşesinde devam ederken, etnik devlet anlayışı Hitler’le birlikte tarihin çöplüğüne atıldı. Bunu anlayıp değerlendirmek aydınların üstüne düşen ağır bir yüktür.
Oportunizm ve kuyrukçuluk (halk dalkavukluğu ) devrimciler için çıkmaz bir sokaktır. Günümüz iktidarı demegoji, dinsel oportunizm ve kuyrukçulukla ülkeyi hem içeride hem de dışarıda sonu belirsiz gelişmelere sürüklemiş bulunmaktadır. Yönetim kadrosunun ihtiras ve hırsları din gücü ile donatılarak cumhuriyeti boğmaya çalışmaktadır. Uyanık tilki kurnaz kargayı her fırsatta aldatmasını bilir. Zeka uygun zamanda uygun yerde kullanılmazsa bu toplum için felaket kapılarını aralar.
Zaman insanı, insan bilimi, bilim tekniği geliştirir. Tüm bu oluşumlar inançları sabit yerinde bırakmaz. Bu din de olsa, kaçınılmaz şekilde, mutlak olarak kapsama alanına girer. Gelişim tarihsel bir olgu olarak insanın var oluşundan beri sürmektedir. Tüm dünyada dinin dünkü insanlığa yaklaşımı ile bugünkü arasında derin uçurumlar vardır. Her tür inanç, o inanan adına kutsaldır. Kutsaliyet tek tanrılı dinlerde değişmez kurallar içermektedir. Buna karşın üç tek tanrılı dinde inanç bütünlüğü yoktur. Kendi içlerinde anlaşmazlıklar onları mezhep ayrılıklarına sürüklemiştir. Bu sürükleniş doğal bir seyir izlememiş, kan ve göz yaşlarına neden olmuştur. Bu durumu anlamayan, anladığı halde kendi ikbal ve çıkarları uğruna uyruğunu kullananlar tarih boyunca var olmuştur. Bugün ülkemiz bu tür iktidar mensuplarının tasallutu altındadır. Din bir araç olarak kullanılarak halka ve tanrıya ihanet edilmektedir. Oportunizm bu ihanetin üzerine örtülmekte, din ve etnisite araç edilmektedir.
Cumhuriyet ve demokrasi yıllar süren acıların sonunda günümüze kadar gelmiştir. Bugün ise her iki kavramın da içeriği boşaltılarak, tek adam bir peygamber gibi değerlendirilip kendisine biat edilerek yurttaşlar birer köle yapılmak istenmektedir. Kendileri iktidar sayesinde Karunlaşırken yurttaşlar yoksullukta eşitlenmektedir. Tüm bunlar ayet ve hadislerle gerekçelendirilmekte, böylece din zenginliklerine alet edilmektedir. Gelecek günler karanlık. Bu karanlığı ne oportunizm ne de halk dalkavukluğu aydınlatabilir. Artık silkinmek ve laik Kemalist Türkiye’yi yeniden inşa etmek zamanıdır.
Zafere giden yolun zor ve meşakkatlı olduğu bilinmelidir.. Cumhuriyet sevdalıları ve ona saygı duyanlar artık birleşmek ve AKP ye karşı durmak zorundadır.