Yazarımızın ’68 Dayanışma Sitesinde yayınlanan yazısıdır..
«Çocukların aç yattığı ve acı çektiği dünyada başkaldırmamak ahlaksızlıktır.” Albert CAMUS
AKP’yi anlamak, GEZİ PARKI savunmasını algılamak ve kavramakla eş anlamlıdır. Bu da tarih bilinci ister. Zira Gezi Parkı yalnız bir yeşil alan değil, O’nun içinde bir tarih gizi yatmaktadır. II. Abdülhamit’in despot yönetimine karşı Resneli Niyazi Bey askerleri ile dağa çıkarak isyan etmişti. Bu isyan sonucu 1908’de II. Meşrutiyet ilan edilmişti. Gelen özgürlükleri içlerine sindiremeyen Padişah yanlıları ve dini kendilerine bir yaşam kaynağı yapan gericiler, «din elden gidiyor” düşüncesi ile meşrutiyeti korumak amacıyla bugünkü Gezi Parkı’nın yerinde bulunan Topçu Kışlası’na yerleştirilen askerleri ayaklandırmışlardı. Ayaklananlar okullu subayların başlarını keserek ortalığı kana boğmuşlardı. Bugün de Başbakan dine sarılarak aslı astarı olmayan, bizzat caminin müezzini tarafından yalanlananları ve baş örtülü bir hanımın kayınpederinin «yok böyle bir şey” demesine karşın o kadının tartaklandığını, her yerde olmuş gibi anlatıp toplumu cepheleştirerek çatıştırıp, fırtınalı denizlerde iktidarını sürdürmek istemektedir.
Topçu Kışlasındaki ayaklanmayı haber alan Selanik’teki Meşrutiyet yanlıları yeni bir ordu oluşturdu. Yeni orduya Hareket Ordusu adı verilerek İstanbul’da ayaklanan gericilerin üzerine gönderildi. Bu ordunun Komutanı Mahmut Şevket Paşa, kurmay başkanı da Yeşilköy’e kadar Mustafa Kemal’di. Hareket ordusu İstanbul’a girdikten sonra isyan edenlerin büyük çoğunluğu öldürüldü, geri kalan elebaşları da daha sonra yargılanarak idam edildi. Bu olay o günden bugüne kadar ülkedeki ilerici-gerici çatışmasının simgesi konumundadır. Bu çatışma anlaşılmadan içinde yaşadığımız sürecin anlaşılması olası değildir. Başbakan doğrudan gerici ayaklanmanın başı sayılan Derviş Vahdeti’nin heykelini dikemeyeceğinden, O’nun adına Topçu Kışlasını bir anıt olarak yapmak istemektedir. Bunu açıkça ifade edemeyeceği için «tarihi eseri yerine geri yapıyorum” demek zorunda kalmaktadır.
Büyük kentler dünyanın her yerinde meydanları ile anılırlar. Taksim Meydanı ve O’nun tamamlayıcısı olan GEZİ PARKI’ da İstanbul’un, hatta giderek Türkiye’nin bir simgesidir. Bu simgeyi yeşil alan olarak tarumar edip yerine bir kışla, otel, rezidans veya AVM yapmak söylendiği kadar basit bir olgu değildir. Kin ve intikam koktuğu kadar arka planında parasal rant bulunmaktadır. Bu rant kime, kimlere ve hangi aracılara avanta sağlayacak henüz bilinmemektedir. Ama anlaşılan; kimlere nasıl söz verildiyse, iktidar onlar tarafından «haydi sözünü yerine getir” denilerek sıkıştırılmaktadır. Yine anlaşılan o ki; bunun böyle olduğu parktaki ağaçlara kepçeler vurulduktan sonra Başbakan derhal Kuzey Afrika gezisine çıkmıştır. Anlı şanlı davetler fiyaskolarla sonuçlanmış, giderek protestolarla karşılaşmış, Başbakanın umduğu dağlara kar yağmıştır. Bu arada Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a vekalet eden Bülent Arınç Gezi Parkı Direnişçilerine anlayış göstererek «mesaj alındı” demişlerdir.
Afrika gezisinde aradığını bulamayan Başbakan, yurda gelişinde ayağının tozu ile «yüzde elli benim arkamda, sokağa dökülmek için bir işaret bekliyorlar” diyerek halkı ikiye bölüp, içindeki çatışma mitini dışa vuruyordu. İktidar koltuğuna oturmadan ve muktedir olmadan birleştirici bir tavır sergileyen Başbakan, merdiven basamakları çıkıldıkça toplumdaki tüm sınıf, katman, inanç ve çıkarları bir olanları ayrıştırarak, hasım ve düşman kamplar yaratıyordu. Bunda da büyük bir başarı sağlamıştır.
Başbakan ve etrafında bulunan yeşil harelere bürünmüş çelik çekirdek muktedir oldukça, kendi İslami yaşam tarzlarını topluma dayatır olmuşlardır. Öyle ki; eğitimde 4+4+4 sistemi ile ilköğretim medreseleştirildi. Kız çocukların 4 yıldan sonra okumaları sessizce engellendi. Laik okullar giderek İmam Hatiplere adım adım dönüştürülmekte. İçki satışlarına ve içilmesine çeşitli gerekçelerle yasal engeller konuldu.( İki ayyaş yasaları nitelemesiyle de toplumda büyük infial yarattı) İnsanların yatak odalarına burun sokularak kaç çocuk yapacakları ve bu çocukların nerede ve nasıl doğacağına dair fetva niteliğinde beyanlar verildi. Alevilerin ibadetleri yok farz edilerek CEM EVLERİ’ne izin verilmedi. Memurlar arasında ayrımcılık yapılarak eşit işe eşit ücret yerine taşeronlaştırma ile köle sistemine dönüldü. Ulusal gelir hakça dağıtım yerine yandaşlara peşkeş çekilerek yeni zengin takım yaratıldı. İşte tüm bu gelişmeler Gezi Parkındaki ağaçların kesimine başlanmasıyla toplumu patlama noktasına getirdi. Park için direnişe geçenlere ÇAPULCU diyen Başbakan, farkına varmadan toplumun laik ve yoksullarını, bazı kendine oy verenler de dahil olmak üzere, sokaklara döktü.
Yeşil umut olmuştu. Umut özgürlük türkülerine dönüşerek ülkenin dört bir tarafında iktidara başkaldırarak Başbakan’a istifa çağrısında bulundu.
İktidar özgürlük isteklerine benzin dökmüştü. Ülke Spartaküs’ün köleleri gibi ayaklanmış, iktidar ateş çemberine alınmıştı. Demokratik rejimlerde iktidarlar istifa ederler. Ama ülkemizde demokrasinin d’esi bile olmadığından bu istek boş bir slogan olarak kaldı ve kalmaya mahkumdu. Halkın bu istifa çağrısına ana muhalefet partisinin zaman yitirmeden erken seçim isteği ile destek vermesi gerekirdi. Çünkü, hükümet istifa etse bile bugünkü parlamentodan AKP’nin dışında bir hükümet çıkmaz. AKP’de de Tayyip Erdoğan’sız bir hükümet kurulmaz ve kurulamaz. Çözüm yeni bir erken seçimle yeni parlamentodan, yeni bir hükümet kurmaktan geçer. Zira, Erdoğan’ın gidişi sonunda Napolyon’un gidişine benzeyebilir. Nasıl ki tutuklu bulunduğu Elbe Adası’ndan tekrar iktidara getirilen Napolyon kahraman olduysa, Erdoğan da parlamentodan güvenoyu alacak hükümetlerin kurulamaması sonucu yeniden hükümet kurmakla görevlendirilebilir. Bu ülke ve toplum için bir felakettir. Böylece Erdoğan artık merdivenin son basamağına çıkmış olacaktır.
Erdoğan siyaseti yalan üzerine inşa edilmektedir. Yalan da Faşizmin elindeki en büyük silahtır. Silahın mermisi kutsallardır. Erdoğan devamlı dini kullanmakta, sıkıştığı anlarda da etnik yapılara sarılmaktadır. Hitler’in propaganda bakanı GÖBELS «yalan söyle, ne kadar büyük olursa olsun söyle. Ta ki sen inanıncaya kadar söyle” diyordu. Başbakan da durmaksızın yalan söylemektedir. «Benim halkım, benim milletim” derken hep aldatmaktadır. O’nun benim dediği Sunni selefi ve vahabi İslam’dır. Nitekim Filistin’den söz ederken hep Gazze’yi vurgulamaktadır. Laik Batı Şeria onun için asla Filistin’nin bir parçası değildir. Çünkü laikliği sevmez. «Devlet laik olmaz, kişi laik olur” diyen kendisidir. O biat ederek yetişmiş ve gelişmiştir. Afgan Taliban Lideri Hikmetyar’ın önünde diz çöken bir insan kendi halkının da kendi önünde diz çökmesini bekler. İşte bu nedenle de, İsrail’in Gazze’ye saldırılarından daha sert saldırıları başkaldıranlara polis gücü ile yapmıştır ve yapmaya devam etmektedir. Bu dindar ve kindar bir insanın yetişmesini istemekle eşdeğerdir. Böyle yetişmiş ve böyle sürdürülmesini istemektedir. Aymaz solcuları TSK’dan intikam almak için aldatan biri, toplumun yoksul kesimini de çeşitli sadakalarla aldatmak için yeni yöntemler geliştirecektir. Nitekim kustuğu kin yetmiyormuş gibi başkaldıran direnişçilere karşı mitingler düzenlemesi bunun örneklerindendir.
Faşizmin temel öğelerinden biri kadınlardır. Nitekim Hitler kadınlara üç görev yüklemektedir. Bunlar Kuzin (mutfak) Kuşe (yatak) ve Kırist (kilise)dir. Cumhuriyet Başbakanı fırsatını buldukça «kadın evde otursun, çocuk yetiştirsin” demektedir. Bu sözlerin içinde faşizmin kadına yüklediği üç görev gizli bulunmaktadır. Yaşadığımız günlerde meydanlarda kadınların çokluğu, kadınlarımızın Erdoğan’ın ne düşündüğünü anlamasındandır. Kadın gelişimin ve değişip dönüşümün merkezi konumundadır. Yeni nesiller kadınların kolları arasından yükselmek zorundadır. Mustafa Kemal kadınları medeni kanunla erkekler karşısında eşit kılmakla, cumhuriyete kaynak kazandırmıştır.
Direnen gençlik üzerine düşen görevi yeteri kadar yapmaktadır. Örgütsüz, öndersiz bu kitle yeni geliştirdikleri forum düzenlemelerle bir çıkış yolu aramaktadır. Oysa bu yol CHP’nin önünde durmaktadır. Direnişçilere yaptıkları hukuksal yardım onlar için büyük bir anlam taşımamaktadır. Zira, polis CHP milletvekillerine de gaz ve cop kullanmaktadır. Kendilerinin esas mücadele alanı parlamentodur. Acilen erken seçim isteği ile gençler gibi direnişe geçerek ülkeyi kaostan kurtarmanın yolunu aralamalıdırlar. Dün AKP, ABD ve AB’yi arkasına alarak merdiven basamaklarını rahat bir şekilde tırmandı. Bugün onlar da aldatıldıklarını görmüşlerdir. Dünyada yalnız kalan AKP’nin seçimden kaçma şansı yoktur. Erken seçim tek çözüm yoludur. Geç kalmak Erdoğan’ın yeni manevralar yapmasına ve zaman kazanmasına yardım edecektir. Bu yardım ondan esirgenmeli ve ülkenin dört bir tarafı erken seçim nidaları ile yıkılmalıdır.
Bu istek yapılmadığında direniş ve başkaldırı bir ders olmaktan öte anlam taşımaz. İktidarla birlikte muhalefet de yakın gelecekte yok olma sürecine girecektir. Bu böyle bilinmeden istifa isteği anlamsız bir söylem olarak kalır.