Bu ülkede düşünen ve CHP’ye sempati duyan herkes kendisine göre bir CHP algısına sahip. Bu nedenle de yarım yüzyıldır seçim sonuçlarından sonra sert tartışmalarla CHP ve özellikle de Başkanı hakkında tartışma açılır. Oysa CHP oluşumu ve kuruluşu tarih temelinde düşünüldüğünde, karşımıza tarihsel çok önemli olgular çıkmaktadır.
CHP, üç-beş kişinin bir masa başında anlaşarak oluşturdukları diğer siyasal partilere benzemez. Emperyalist Devletlerin Birinci Paylaşım Savaşı sonrası yenilen Osmanlı’ya dayatılan SEVR anlaşması sonrası , Anadolu’da örgütlenen MÜDAFA-İ HUKUK CEMİYETLERİ ile temeli atılan ve ANADOLU VE RUMELİ MÜDAFA-İ HUKUK CEMİYETİ adı altında birleşerek Ulusal Kurtuluş Savaşı veren bir geçmiş sahibidir. Söz konusu bu cemiyet, İstanbul Yönetimine karşı durarak, kendi oluşturduğu Meclis’le Cumhuriyete giden yola önderlik etmiştir. Bu cemiyetin tek birleştiği düşünce, ülkeyi işgalden kurtarmaktı. İçinde her sosyal sınıf ve tabakadan seçilerek gelen insanlar vardı. Savaş süresince tek vücut görünse de, kendi içinde farklı görüşler sürekli çatışma içinde bulunuyordu. Savaşı kazanan cemiyet, daha sonra HALK FIRKASI, Cumhuriyetin ilanından sonraki yıllarda da CUMHURİYET HALK PARTİ’Sİ adını aldı.
Savaş kazanıldıktan sonra ayrılıklar daha Cumhuriyet’in ilan sürecinde kendisini gösterdi. Mustafa Kemal’in en yakınında olan sınıf arkadaşları bile, düşman yurttan çıkarıldıktan sonra saltanatın devamını düşünüyordu. Nitekim bunların büyük kısmı Cumhuriyet’in ilanından sonra kurularak devam edemeyen partilerde yerlerini aldılar. Yani ülkenin karmaşık toplumsal ve siyasal yapısı daha Cumhuriyet’in kurulduğu yıllarda kendini gösteriyordu. 1946 da çok partili demokrasiye geçildiğinde, Cumhuriyet’in temel ilkeleri ile özdeşleşmeyen bazıları Demokrat Parti’de yerlerini alarak, devrimleri yozlaştırmayı kendilerine şiar edindiler. Marshall Yardımı ve NATO’ya girilmesiyle ülkeden kan ve göz yaşı ile kovulan emperyalizm yeniden ülkeye yerleşmeye başladı. Bu tarihsel gelişim nispi özgürlük ve ekonomik gelişme ile devrim karşıtlarını sürekli iktidarda tuttu.
Kısa süren CHP’nin koalisyon iktidarı dışında, altmış altı senedir bu ülke Cumhuriyeti özümseyerek içlerine sindiremeyenlerin yönetimi altında bulunmaktadır. Buna karşın 1957 den sonra CHP’nin hazırladığı “İlk Hedefler Beyannamesi” 27-Mayıs-1960 devrimci darbesi ile çağdaş bir Anayasa’nın yapılmasına ışık tuttu. Yaratılan özgürlük ve örgütlenme nedeni ile ülkede sol düşünce gelişti ve kendisine taban buldu. Bu gelişmeden CHP de nasibini alarak Ecevit ve arkadaşları ile sola açılmak zorunda kaldı. Ecevit’in bu “DEMOKRATİK SOL” söylemi gerek işçi sınıfında, gerekse kırsal kesimde geniş yankı buldu. “Toprak işleyenin, su kullananın” sloganı yeni bir siyaset anlayışını CHP’ye hakim kıldı. Böylece CHP’nin altı ilkesinden biri olan DEVRİMCİLİK partiyi yeniden Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına yönlendirdi. Zira, CHP Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrası Saltanatı ve Hilafeti kaldırarak devrimci bir parti oluşuyla tarihe kayıt düşmüştü. CHP Cumhuriyet Devrimlerinin örgütlü gücü olarak dünden bugüne varlığını sürdürdü. Ama zaman her devrimi varlığını devam ettirebilmesi için statükocu yapar. Bu anlayış, CHP ikinci kez açıldığında, partiyi hegemonyası altına aldı. Geçmişini korumaya çalışsa da, yeni oluşan ve gelişen toplumsal ilerlemeyi görmezden gelerek, uzun süre halktan kopuk ve sınıfların isteklerine cevap veremez konuma getirdi.
Deniz Baykal’ın Genel Başkanlığı bırakmasından sonra Genel Başkanlık Koltuğuna oturan Kılıçdaroğlu ve ekibi partiye yeni bir ivme vermek için olsa gerek, “yeni CHP” dediler. Bu, partinin tarihi ile ters düşmek demekti. Parti tabanında ve kitlelerde benimsenmeyen bu söylem, maksadını aşmıştı. Çünkü, kanımca “yeni” burada yenileşen, çağın gelişmelerine ayak uyduran anlamındaydı. Terminoloji siyaset arenasında yanlış kullanıldığında veya anlaşıldığında içeriğini yitirerek, özünü kaybeder, giderek kargaşaya yol açar. Bunun sonuçları olarak, parti içi düşünce çatışmasında, köşe yazarlarının kalemlerinde gereğinden fazla eleştirilerek seçimlerde sürekli oy kaybına neden oldu.
Bugün ülke öyle bir iktidar tarafından yönetiliyor ki; Cumhuriyet’in tüm kazanımlarının DNA’sı ile oynamakta ve devrimleri alabildiğine deforme etmektedir. Yüzde yirmi beşte sıkışan CHP, toplumsal ilerlemeyi ve devrimleri yeniden rayına oturtabilmek için kişilerle değil, Cumhuriyet yandaşı örgütlerle dayanışma ve işbirliği yapmak zorundadır. Kurtuluş Savaşı böyle kazanıldı. Şimdi ikinci kurtuluş savaşı süreci başlamış bulunmaktadır. Hak etmediği mevkileri işgal eden günümüz iktidarı, bir kişinin kibir, kapris ve ihtirası uğruna ulusun geçmişinde olmayan başkanlık sistemi gibi bir saplantı içine girmiş bulunmaktadır. Uniter devleti ne idüğü belirsiz bir anayasal çerçeveye sokarak, diktatoryal yönetim sevdasına kapılmış bulunmaktadır. Bunu aşmak için her tür ayak oyununu siyaset sahnesine sürerek kaos yaratmakta ne kadar mahir olduğunu göstermektedir. Böyle bir durumda CHP, yenileşmesini toplumsallaştırarak güçlü cephe oluşturmak zorundadır. Bu gücü CHP’ den başka sağlayacak devrimci bir örgüt siyaset sahnesinde bulunmamaktadır. Bu gücü oluşturmak Cumhuriyet adına kutsal bir görevdir.
7-Haziran ve 1-Kasım-2015 seçimlerinde CHP, sosyal ve ekonomik programı ile gelişen, dönüşen üretime dönük ve üretileni insanca dağıtmayı hedefleyerek sosyal demokrat bir parti olduğunu kanıtlamıştır.
Araba devrildikten sonra yol göstermek, dövünmek ancak çaresiz ve zavallılara yakışır. Devrimci, önündeki engelleri aşmak için direncini dayanışma ile ispatlamak zorundadır.