İleri Gençlik Birliği tarafından Süleymaniye Camisi’nin minaresine 1944 yılında bir afiş asılır. O günlerin gazeteleri« komünistler camiye bayrak astı” manşetleri atarlar ve arkasından Şükrü Saraçoğlu iktidarı tutuklamalara başlar. Tutuklananlar arasında Müeyyet Boratav’da vardır. Aylarca hücre ve tabutluklarda sorgu bekledikten sonra bırakılırlar. Ama iş burada bitmemiştir. Sekiz sene bu soruşturma Boratav’ın peşini bırakmaz. Kendisi tıp fakültesi son sınıf öğrencisidir. Ama askere alınır. Sakıncalı doktor er olarak askerlik yaptırılır. İş arar ama yine karşısına bu soruşturma çıkar. Okulunu bitirmek ister sınava alınmaz. Rejim düşmanı olarak nerede ise ömür boyu söz konusu afiş soruşturması ile yaşar. Ve o afişte ne yazık ki, sadece «Saraçoğlu faşisttir” yazmaktadır.
Ülkemiz bunun gibi birçok yurttaşını çeşitli nedenlerle karalamış ve yaşamlarını alt üst etmiştir. Ailelerin olan veya olmamış günahlarını hem kendilerine hem de çocuklarına çektirmiş ve çektirmeye devam etmektedir.
Mustafa Kemal’in başardığı Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrası savaş karşıtlarının bir kesimi yurt dışına sürülür. Bunların bir kesimi kısa süre sonra çıkarılan bir kanunla tekrar dönerler. Örneğin, Refii Cevat Ulunay ve Refik Halit Karay bunlardandır…
Kurtuluş Savaşı büyük strateji ve taktiklerin bileşimi ile başarılmıştır. Kurtuluş Savaşı döneminde M.Kemal’in en yakınlarında o günün Ankara müftüsü Rıfat Börekçi ve Kürt aşiretlerinin saygın isimlerinden Diap Ağa vardır. Bugün de, o kritik günleri düşünüp siyasal duruşumuzu belirlemekle yükümlüyüz. Zira, o zaman Osmanlı’yı haritadan silmek için Anadolu’yu işgal eden müttefik kuvvetler yerine, bugün Osmanlı’yı yenileştirerek Orta Doğu’da bir ılımlı İslam düzeni kurmak isteyenler,ABD Emperyalizminin yönlendirmesi ile Cumhuriyeti işgal etmiş konumdadırlar. Tarih bilinci insanlara dünden bugünü, bugünden de yarınları görme yetisi kazandırır .
Cumhuriyet ilk yaralarını maalesef 2. Dünya Savaşı sonrası almaya başlamıştır. Bu yaralar 1950 de Celal Bayar ve Adnan Menderes’in iktidar olmasıyla büyüyerek günümüze kadar gelmiştir. Cumhuriyetin toplumsal dokusu dini içerikli genlerle oluşturulmuş, komünizme karşı din duyguları iktidarlar tarafından kalkan olarak kullanılmıştır. 12. Eylül.1980 Kenan Evren ve arkadaşları tarafından gerçekleştirilen darbe ile «Atatürkçülük” adı altında Cumhuriyet din eksenine oturtulmuş ve daha sonra iktidar koltuğuna oturan tüm siyasiler de ne yazık ki, bu istismarı sürdürmüştür. Bu gelişim giderek AKP’yi ılımlı İslam adına iktidara taşımıştır. Böylece komünizmi perdelemek adına yıllarca din, toplumsal dokuyu laik devlet anlayışı yerine, dinsel oluşuma dönüştürmüştür. Günümüze gelindiğinde ise, ihtirası ve inançları akıl ve mantıktan uzak biri tarafından ülkede padişah, dünyada halife olarak, İslam liderliği hevesi ile dolu birine Cumhuriyet teslim edilmiştir.
Ülkemiz şu günlerde bir dönüm noktasındadır. Adım adım Cumhuriyet değerlerini torba yasalarla yok eden Başbakan, 10 Ağustos da yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olma sevdasındadır. Bu heves kendisinin gözüne perde çekmiş aklını padişahlık ve halifelik gibi hayal deryasına sürüklemiştir. Ondaki bu yanan ihtiras ateşinin, hem Cumhuriyeti, hem ülkeyi hem de kendisini yakacağını kavrayamamaktadır. Kendisinin yanıp kavrulmasına bir şey deme hakkı bizlerde yoktur ama cumhuriyet ve ülke bizlerin sorumluluğu altındadır. Bu da böyle bilinmeli.
İşte bu nedenledir ki, karanlık gelecekten kurtulmak için ülkenin stratejik ve toplumsal yapısındaki çelişkilere bakıp, taktik geliştirmemiz gerekmektedir. Ülke M.Kemal’in tam bağımsızlık ilkesine muhtaç durumdadır. Bu tam bağımsızlık uluslar arası ilişkilerden soyutlanarak kendi içine hapsolma anlamı taşımayıp, karşılıklı eşit bağımlılık anlamına gelmektedir. Elbette 1946 dan beri savaş sonrası galip emperyalist devletlerle iş birliği yapıldığından, ülkenin baş çelişkisi ABD emperyalizmi olarak baş köşede durmaktadır. Bu emperyalizme bağımlılık iktidarların zaafları ile gerçekleşmiştir ve toplum bugün bunu anlamakta güçlük çekmektedir. Bunun böyle olduğu devrimciler tarafından bilinmesine rağmen ertelenebilinir bir konumdadır. Buna karşın ülkenin siyasal iç çelişkisi tez zamanda çözüm beklemektedir.
Genelde çelişkiler uzlaşır (gonist) ve uzlaşmaz (antigonist) olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Uzlaşan çelişkilerin yönü aynı istikamettedir. Bunları bir araya getirmek olasıdır, Yalnız yöntemleri farklıdır. Aynı hedefe başka başka yoldan gidilerek varılabilinir. Uzlaşmaz çelişkiler ise ters yönde yol alırlar ve birlikte yol almak ve hedefe varmak için bir noktada kesişmezler. Bu nedenle birbirlerine ters gelirler. Ayrıca zıtlar bazen birbirlerine çekim merkezi olurlar. Aynı dokudan oluşan bu tür genler uzlaşmada güçlük çekmezler. Şayet genlerin dokusu uyum içinde değilse, bunları bir arada tutmak hastalıktan vazgeçtik, insanı ölüme götürürler. Bu zıtların birliği ve uzlaşmaz çelişkinin en görünür örneği Cumhuriyetle AKP yönetimi arasında yaşanmaktadır. Bunu ortadan kaldırmanın yolu onun elindeki kozları alarak karşı saldırıya geçmektir. Savaşın en güçlü yöntemi düşmanı kendi silahı ile vurmaktır. İşte bu nedenle önümüzdeki çelişkiyi doğru değerlendirerek, baş çelişkiyi belirlemek gerekir. Kanımca bu dönem ülkenin baş çelişkisi ABD emperyalizmine gönülden bağımlı olarak yükselen AKP dini faşizmi ile demokratik güçler arasındadır. Çelişkinin çözümü için de 10-Ağustos-2014 Cumhurbaşkanı seçiminde aday gösterilen Ekmeleddin İhsaoğlu doğru tespittir.
Muhalefet partilerinin ortak bir adayla seçime gitme isteği olumlu bir ilkedir. Bu ilkenin temsil olanağı uzlaşma ile sağlanılabilinir. Demokrasinin de en kısa tanımı bir uzlaşma rejimi olmasıdır. Çağdaş ve demokrat olmak inançlara saygılı olmakla mümkündür. İnsan dini kendi içine ve yüreğine hapsetmiş olmalıyken, kutsallar toplumsal olarak kullanıldığında çatışma kaçınılmazdır. Cumhurbaşkanlığına aday olarak uzlaşılarak belirlenen İhsanoğlu laik ve Cumhuriyetten yana olduğunu «Mustafa Kemal’i tanımamak, Türk tarihini tanımamaktır” demektedir. Bir de buna «Napolyon Fransız’lar, George Washington Amerikalılar için neyse Atatürk’te Türkler için O’dur « demektedir. Kendisinin dini inançları kendine ama kadınların eğitimini istemesi topluma ait bir düşüncedir. M.Kemal kadınların eğitim ve iş yaşamına katılımını ne kadar istiyorsa söylem ve uygulamaları ile İhsanoğlu da aynı isteklerde bulunmaktadır. Bunu da İslam İşbirliği Örgütünde kadınları çalıştırmakla ispatlamıştır. Her şeye karşı olunduğunda hasmın eline koz verilir. Ailenin geçmişi boynuna bir günah halkası olarak asılı durmaktadır. Müeyyet Boratav’da olduğu gibi. Unutmayalım ki CHP dönemin koşullarına göre tek partili dönemden demokrasiye geçiş sürecinde İlahiyat hocası Şemsettin Günaltay’ı başbakan yapmakta hiç tereddüt etmemiştir. Zamanın koşulları siyaseti zaman içerisinde taktik uygulamalara yöneltebilir. Yeter ki doğru anda, doğru düşünce ve taktikle doğru kişi belirlensin.
AKP iktidarının hızını kesmek ve Başbakanın arzularına gem vurmak için İhsanoğlu doğru bir karardır. Hasmı içerden vurmak, zayiatı dışlamak demektir. Toplumsal doğru tek yol değildir. Hedefe çeşitli yollarla varılabilinir. Aklın ve bilimin yolu doğru zamanda doğru teşhis koyarak tedaviyi yapmaktan geçer. Duygu ve hislerle ileriye bakmak insanı yanlış değerlendirmelere sürükler. Oy vermemek, karşı aday çıkarmak ve sandığa gitmemek R.T: Erdoğan’ı Çankaya’ya taşır. Bu da ödenmesi uzun sürecek bir borç ve yük olarak Cumhuriyetçilerin omuzlarındadır.