AKP iktidar olduğu günden bu yana devamlı istikrar aramaktadır. Halen aradığına göre bulamadığı bu istikrarın ne olduğunu her nedense bir türlü açıklamıyor. On dört senedir tek başına iktidar olan AKP, uyguladığı sosyal, ekonomik ve siyasal uygulamalarla hep dibe vurmuştur. “Üst akıldan” aldığı emir ve komutlarla attığı her adım, kaçınılmaz olarak sürekli toplumsal çatışma yaratmıştır. Devletin yasalarının kendilerine verdiği hakları kullanmakta çok mahir oldukları halde, devletin sorumluluğunu asla taşımadılar ve taşımak isteği de göstermediler. İşte bu nedenle de başarısızlıklarını örtmek için de devamlı istikrar arar görüntüsü verdiler.
AKP ile Cumhuriyetin daha ilk günden beri kendi içinde kan uyuşmazlığı vardır. İlk beş yıllık iktidarları sırasında, iktidarlarını muktedir kılmak için, sırtlarını Avrupa Birliğine dayadılar. İnsan hakları, hukukun üstünlüğü gibi Kopenhag kriterlerini savunur görünüp, ülkenin bazı liberal, dönek ve yandaş medya çenebazlarını yanlarına alıp demokrat iktidar görüntüsü verdiler. Bu süreç içerisinde bir kısım yazılı ve görsel medyayı cebri hukuk yöntemleri ile yandaş patronların emrine devrettiler. Bu medya kuruluşları sabah-akşam sahibinin sesi yayınlarla halkı aldatmak için kullanıldı.
Tarihten ders alacaklarına tarihi taklit ederek sonu belirsiz Orta-Doğu bataklığına öncülük etmekten çekinmediler. Çünkü kendilerinin hedefledikleri iktidar Arap Baharı ile hayal edilen Müslüman Kardeşler iktidarının ta kendisidir. Başlatılan ve hala bitirilemeyen sahte bahar Tunus’tan-Mısır’a, Irak’tan-Libya’ya varana kadar ülkeleri kan gölüne çevirdi. En son aile dostu olunan Suriye ile bir anda düşman olunarak, Suriye’nin iç işlerine burun sokularak bir iç savaş yaratıldı. Kurdurulan örgütlerle kardeş kavgasının fitili ateşlendi. Bu örgütlere para, silah, eğitim ve lojistik destek sağlanarak, üstüne bir de insan kaynağı eklendiğinde, AKP iktidarının sorumlu olduğunu söylemek çok hafif bir ifade olur. Zaten yıllarca çözemediğimiz Güney-Doğu sorununun yanına bir de İŞİD ve Suriye’nin Kuzey’inde oluşan Kürt Kantonlarını başımıza düşman ve bela ettik. Çünkü Eski Başbakan Davutoğlu’nun stratejik Derinlik tezlerine dayanıp güvenerek geçmiş Osmanlı Topraklarında sorumluluk(!) duyarak savaş bataklığının içine düştük.
Bütün bu gelişmeler olurken, daha 2002 de iktidara geldikleri günden itibaren, iktidar ortakları olan FETÖ ve yandaşları ile devletin tüm kurum ve kuruluşlarını hallacın pamuğu attığı gibi atarak hepsinin içini boşalttılar. İstikrar sağlayacağız diyerek, Ergenekon, balyoz, casusluk gibi benzeri davalarla ülkenin en dinamik güçlerini darmaduman edip, onların yerine FETÖ’nün ışık evlerinde yetişip çalınan sorularla asker ettikleri subay ve generalleri yerleştirdiler. Ama işler artık ters gitmeye başlamıştı… İktidar nimetlerini paylaşma derdine düştüklerinden, ansızın 17/25 Aralık yolsuzlukları patladı. Başbakan’dan bakan ve çocuklarına varana kadar yatak odalarında milyon dolarlar çıkmaya başladı. Artık iktidar ortakları arasında savaşın fitili ateşlenmişti. Nerede ve nasıl duracağı belli olmayan çatışma 15-Temmuz darbe girişimi ile bardağı taşırdı. Kimlerin işin içinde olduğu bugün bile belli olmayan darbe tüm muhalefetin devlet kadrosundan tasfiyesine neden olurken, FETÖ’cü sermaye olarak gördükleri şirketlerin sahipleri hapse tıkılarak mal varlıklarına el konuldu. Kendilerince yılanın boğazı artık sıkılmıştı ve yeni adımlar atmak gerekirdi.
Atılacak bu yeni adımda iktidarlarının ilk günlerinden beri başları dara düşünce imdatlarına yetişen gizli yandaş Bahçeli Devlet Bey’e sığınılabilinirdi. Çünkü akıllarınca istiklal savaşı veriyorlardı… Ama neye ve kime karşı bu savaş veriliyor, bu adlandırılmıyordu. Anlayan, anlasındı. Elbette Söz konusu istiklal savaşı Cumhuriyete ve O’nun kurucularına karşı yapılıyordu. Buzdolabına konulan ve raflara kaldırılan Anayasa derhal değişmeli ve AKP’nin başkanına devletin tüm yönetsel yetkileri verilmeliydi. Nasıl olsa her zorda sihirli destek sağlayan Milliyetçi Devlet köşede beklemekte olup hemen işaret verilmeli ve harekete geçilmeliydi. Yıllarca başkanlık karşısında, özellikle Erdoğan için söylenmedik laf bırakmayan Devlet, Anayasayı Sayın Cumhurbaşkanına uydurmak isteğini beyan ediverdi. Milliyetçi Devlet’e söz kar etmiyor, mantık erdirilemiyor, O hala dediğim dedik çaldığım düdük diyordu. Partisi dağılıyor, güvendiği dağlara kar yağıyor ama onu geçmişte söylediklerine döndürmeye sözler kâfi gelmiyordu.
Diktatör anayasası ile istikrar sağlamaya çalışanların, bugüne kadar yaşattıkları istikrarsızlığın kat be kat fazlasını bu halka yaşatacaklarından asla şüphem yoktur. Şişirme liderlikle ne kahraman yaratılır ne de yeni bir devlet kurulur. Balon patlar ve bir daha asla şişirilemez. Akan su kir tutmaz. Akan tarihe aptallar bakıp geçerken, akl-ı selim insanlar ise ondan dersler çıkarır.