İnsan aklının zamanla gelişimi, içinde bulunduğu toplumun da değişimini birlikte oluşturur. Taşın yontulmasından tekerleğin bulunuşuna varana kadar oluşan yenilikler, toplumun ileriye doğru gelişimini sağlamıştır. İşte o günlerden günümüze dek insanlık hep değişime açık olmuş ve bu değişim sonucu toplumsal ilerleme kaçınılmaz olarak sağlanmıştır. Bu gelişim ve dönüşümler insanın eseri olarak üretim ilişkilerine de yansıyarak gerek bilimsel, gerekse teknolojik atılımları hep ileri aşamalara taşımıştır. Bu karşılıklı etkileşim toplumda bazen evrim olarak, bazen de devrimlerle siyasete yansımıştır.
Ülkemiz en büyük sosyal ve siyasal değişimi Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrası Cumhuriyet Devrimi ile yaşamıştır. Her devrim kendi varlığını sürdürebilmek için alt ve üst yapı kurumlarını oluşturmak zorundadır. İşte bu nedenle Cumhuriyet gelişim ve dönüşüm için birçok devrim yasaları çıkarmıştır. Seçtiği ekonomik politika zamanla işgücüne gereksinim duymuştur. Özellikle 1950 den sonra ülkemizde gelişen makineli tarım kırsal alanda işsizliği nispi olarak arttırmış ve bu gelişimin sonucu olarak kırsaldan kentlere yoğun göç başlamıştır. Bu göç zamanla giderek artarak kırsal kesimdeki nüfus yoğunluğu kentlere taşınmıştır. Ayrıca şunu da unutmamak lazım, artan nüfus sonucu topraklar mirasla bölündükçe kırsal kesimde geçim zorlaşmış ve göç hızlanmıştır.
Ülkelerde kentler teknolojik ve sosyal değişimle ilk karşılaşan alandır. Kırsal kesim ise bu gelişmelere kapalı olmamakla beraber daha geç ve daha yavaş karşılaşır. Bu nedenle taşra gelenek ve göreneklerine daha bağlı ve sadıktır. Kısaca kentlere göre daha tutucu ve muhafazakardır. Eğitim ve öğrenime önem veren Cumhuriyet eşyanın doğası gereği kentlerle kırsalı bu konuda eşitleyememiştir. 1950 sonrası kentlere göçenleri iş ve güç sahibi yapabildiği için, birer «kentli” de yapmayı başarmıştır. Sanayi geliştikçe içgöç giderek artmış, kente gelenler kent kültürü ile kaynaşmış ve şehirlerde bir işçi sınıfı oluşmuştur. Bu sınıf 1960 sonrası anayasanın sağladığı örgütlenme hakkından yararlanarak sendikalaşmış ve cumhuriyet devrimlerini özümseyerek toplumda yerini almıştır. Bunu içine sindiremeyen zamanın Genel Kurmay Başkanı Memduh Tağmaç « sosyal gelişme ekonomik gelişmenin önüne geçti” diyerek siyaseti bu anlatışa göre şekillendirmek için sermaye sınıfı ile desteklenerek 12-MART 1972 darbesini gerçekleştirmiştir.
Sosyal gelişmeyi bu tür engellerle yavaşlatmaya ve geriletmeye siyaseten çalışsalar da, bilimsel teknolojik gelişme toplumsal ilerlemeyi sürdürmüştür. Bu gelişmeler her zaman içinde devrimci atılımları da barındıracağından yükselen devrimci değerleri yeniden frenlemek için bu kez daha sert faşizan bir 12-EYLÜL-1980 darbesi sahneye konulmuştur. Toplumsal doku baskı ve şiddetle hakim güçler lehine bozularak ülke açmazlara sürüklenmiştir. Bu açmazların başında da bugün bir türlü çözüm üretilemeyen Kürt sorunu bulunmaktadır. Bu sorunun temelinde 12-Eylül rejiminin baskı ve zulmü yatmaktadır. Zira, şiddet bölgedeki kırsal kesimi bazen zorunluluktan bazen de zorunlu göçlerle kentlere göçe zorlamıştır. Her türlü kültürü ile kentlere dolan muhafazakar bu kesim cumhuriyet karşıtı siyasetlerin döl yatağı olmuştur. Kent kültürü ile uzlaşamayan, işsiz güçsüz olarak lümpenleşen insanlar oportünist politikalara yem olmuştur. İşsiz ve asalak olan bu lümpen kesim tarih boyunca faşizmin sivrisinek yetiştirdiği sosyal bataklık olagelmiştir.
Tarihsel olarak geçmişte kentlerde yerleşen ve kentle kaynaşan insanlar gelecek ümitlerini yitirdikçe din bezirganlarının ve etnik duyguların esiri olmuştur. Cehalet eğitimle ortadan kaldırılamadığından sosyal bataklık siyaset cambazları için oy deposu olarak yerini almıştır. Yalan ve dolan siyasetin yapı harcı olarak kullanılmakta, kutsal değerler siyasete yem yapılmaktadır. Zira sosyal değişim çağdaş ilkeler yerine, tutucu, akıl dışı, bağnaz, düşüncelerin bataklığına sürüklenmiştir.
Bu bataktan çıkışın bir tek yolu vardır; sosyal değişimi kavramak, yaşadığımız dönemde iletişim ve bilişimin insanı sarmalına aldığını anlayarak yeni siyaset üretmektir. Bu da mevcut statükoyu ne pahasına olursa olsun yenerek, topluma güvenilir ümit vermek ve devrimci tavırla olur. Yenilenmeyen her şey gibi düşünceler de eskidikçe çöplüğe atılır. Korkmak düşünme yeteneğini yok eder. Geçmiş değerleri gelişimin ivmesi olarak görüp onun üzerine yeni idealler koyarak yarınlara ilerlemelidir. Çünkü değişen bu toplum, çağdaş, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayalı geliştirilecek siyasete muhtaçtır.