AKP-FETÖ İŞBİRLİĞİNİN KIRILMA SÜRECİNDE 5 yıl önce yazdığım bir yazı. Değerlendirmenize sunuyorum yeniden…AKP şimdi gezi eylemlerini karalamak için Kavala benzeri Soroscuları kullanıyor. Soroscu, Amerikancı, noeliberaller gezinin aktörleri olamaz. Belki kullanmış olabilirler ancak iktidar despotizmine bayrak açan gezi eylemi, özünde anti emperyalisttir. AKP-FETÖ İŞBİRLİĞİNİN bugün geldiği nokta, geçmiş beraberlikleri unutturmaz. Gezi eylemlerinin küresel güçlerin projesi olduğunu söylemek yalandır. Hele bir zamanlar BOP BAŞKANLIĞINI savunanların böylesine bir çarpıtmayı dillendirmeleri, komiktir, saçmadır.
AKP ile cemaat arasındaki sürtüşmenin ateşlendiği dönemlerde “kavga başladı” yorumu, birçok kesimde alaycı bir tebessümle karşılanmıştı. Küresel güçlerin eşleştirdiği projede görev alan paydaşlarının, büyük patronun çizgisinden çıkmayacakları, kapışmayacakları öngörüsüne dayalıydı bu tebessüm.
Ortak çok iş kotarmışlardı… Operasyonlar, davalar, cezalar, hapisler, muhaliflerin susturulması, cumhuriyetin hemen tüm kurumlarının değişik ölçüde dönüştürülmesi vs…
Öyle de…
Sistemin içinde ortakların iç çelişkilerini, uzak yakın hedeflerini, “iktidar” olgusunu ve “paylaşım sorununu” dikkate almayan, diyalektiği göz ardı eden bakış açısıydı onlarınki.
Kotarılan işlerin arkasındaki büyük patronun durumunu iyi tahlil edememe, dünyanın diğer güçlerinin etkisini doğru değerlendirememe hali aynı zamanda…
Afganistan, Pakistan, Suriye, Mısır ve diğer Ortadoğu ülkelerinde, son yıllarda ABD hesaplarının nasıl sekteye uğradığını, plan değişikliğine gidildiğini kavrayamadılar. Amerikan hegemonyasının hâlâ önemli bir güç oluşturmasına karşın giderek eridiğini, azaldığını göremediler.
Özellikle Suriye süreci bunun açık kanıtı.
Esad iktidarını 3 ayda postalayacağını sanan AKP duvara toslamadı mı?
ABD’nin nasıl pozisyon değiştirdiğini Erdoğan göremedi ama cemaat, tıpkı Mavi Marmara operasyonunda iktidar karşıtı ve İsrail’i doğrudan suçlamayan tavrının benzerini sergiliyor şimdi.
Kadrolarının belirli ölçüde tasfiyesinden, dershaneleri kapatma niyetlerinden sonra bugünkü “Firavun” suçlamalarına, “Hitler” göndermelerine ve “seçimlerde oy yok” tehditlerine “haddinizi bilin” karşılığı, ara ara uzlaşma mesajlarıyla sürdürülen ilişki, önemlidir ama sonuçta onların derdidir…
Kavga daha ileri boyutlara varabilir ya da belirli uzlaşmalarla ateş söndürülebilir… Ancak bu kavgadan medet ummak çare değil.
Hele taraflardan herhangi birisinin yanına yaklaşmak çözüm değil.
Ezilenleri, muhalifleri, emekçileri, Atatürkçüleri, sosyal demokratları, solcuları, devrimcileri kendilerinden başka kurtaracak güç yok zira…
Diyarbakır’da projenin başka bir unsuru için küresel egemenlerin bir araya getirdiği paydaşların durumuna gelince…
İki olgu öne çıkıyor.
Birincisi af söylemi, ikincisi Erdoğan’ın açık açık dillendirdiği “Kürdistan” meselesi.
Genel af konusunda daha Ergenekon, Balyoz ve benzeri operasyonların başladığı günlerde “rehine” tanımlamasını kullanmıştım.
Geldiğimiz nokta gösteriyor ki, Erdoğan’ın seçim arifesinde “Kürdistan” sözüyle genel af arasında açık seçik bir bağlantı var.
Federasyon, özerklik ya da bir Batılı güçlerin istediği Kürdistan oluşumu için ortalığı temizleme operasyonu.
Sonuçta Apo’yu, KCK’yi de içine alan, Balyoz, Ergenekon hükümlülerini de kapsayan genel bir afla eylem planı sürdürülecektir.
Bu, onların hesabı.
Peki ne yapmalıdır?
Gezi Parkı eylemlerinde sokaklara çıkanlar, 29 Ekim kutlamalarında meydanlara dökülenler, 10 Kasım’da Anıtkabir’e koşan milyonlar yan yana gelmelidir.
Solda, sağda ya da merkezde muhalefetten “cephe çağrıları” geliyor. Doğrudur, yerindedir, yararlıdır, iyidir. Ama cephelerin birliği de gerekir.
Emperyalizme ve gerici iktidara karşı Ulusal Demokratik Cephe (UDC) olamaz mı?