Arşipel’in Çığlığı

Suları, atalarımın doğduğu kıyılara karışan bir ışık metaforunda çocukluğum geçti.
Toprağı, suyu, havası, güneşi ve gölgesiyle; gecesi, gündüzü, bütün zamanlarıyla,çivitinden en uçuğuna kadar mavinin bütün tonlarının kucağında yaşadım.
Günün kapısını açan şafaktan başlayıp günbatımında ve gecelerde benzersiz renklerle büyülendim.
Derinlerine kulaç attım, daldım, oynadım. Bereketinde beslendim. Balıkçı hikâyelerini dinledim.
Yıldızların dokunduğu lacivert gecelerde düşler kurdum.
Kıyıya vuran dalgaların sesiyle, Selene’nin sihirli ışıklarıyla uyudum.

Menekşe rengi gök gürültülerini tanıdım.
Yaşadığım coğrafyayı, Halikarnas Balıkçısı‘Cevat Şakir’i, Azra Erhat’ı, daha sonra ŞadanGökovalı’yı okuduğumda, ufkum derinleşti ilk gençlik yıllarımda, Arşipel’i anladım…
Doğa, estetik ve Akdeniz Uygarlığı’nın simgesi bu eski denizi bir başka keşfettim.
Denizlerin en denizinde yaşadığımı, dantel gibi işlenmiş kıyıları tanrıların kendilerine sakladığını, ama yurtsuz kalmasına dayanamadıklarından bu coğrafyada yaşayanlara armağan ettiği güzelliklerin, bu olağanüstü ayrıcalığın farkını daha da özümsedim.
Dünyayı yelkenleriyle dolaşan Türklerle yaptığım röportajlarda fikrim pekişti. En başta kendinden sonrakilere bu yolu açan büyük denizci Sadun Boro, onun izinden giden Haluk Karamanoğlu, Cumhur Gökova, Osman Atasoy, Özkan Gülkaynak, Ekrem İnözü, Hakan Öge ve Alim Sür, ağız birliği etmişçesine söylemişlerdi:
«Dünyada bütün güzelliklerin kucaklaştığı Gökova gibi bir coğrafya yok…”

***

Gel gör ki ne fayda!..
Bu güzelliklerin ayrımına varmayan yönetimler, eşsiz kıyılarımızı, koylarımızı, denizlerimizi mahvettiler, yağmaladılar. Paha biçilmez bu hazinenin değerinibilmediler.
Şimdi sıra son kalanlarda. Gökova, Datça, Fethiye, Göcek koylarında.
Şehirleri parsel parsel satan rantçı anlayış, özel çevre koruma bölgesi, sit alanı, doğa, orman demeden, gelecek kuşakları düşünmeden eşsiz, benzersiz güzellikleri birilerine yağmalatacak.
Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Bedri Rahmi (Taşyaka), Akbük, Göbün ve Küçük Sarsala koylarını kiralıyor, ihaleye çıkarıyor.
Yapılaşmaya açılacak, 29 yıllığına birilerinin olacak güzel topraklar, denizler, ormanlar.
Büyük bir ihanet!
Nasıl oluyorsa bu ülkenin ormanlarını korumakla yükümlü bakanı, «Bu alanlar sadece vahşi doğa için değil, aynı zamanda insanlarımızın istifadesine sunulması içindir. Orada koşu alanları, dinlenme mekânları olması gerekir. Bunlar ormanı tahripetmiyor, bilakis ormanı koruyor” sözleriyle ihaleleri savunuyor…
Nasıl haklı olmasın Sadun Ağabey, «60 yıl dünyanın tüm denizlerinde dolaştım, dolaşmadığım deniz, koy, ülke kalmadı. Doğasına, denizine, ülkesine böylesine hoyrat, kötü ve vahşice davranan bir anlayış görmedim” derken…

***

Sessiz kalmamalı, en azından bundan sonra doğacak çocuklar adına…
Bu coğrafyayı «insan varlığının ölçüsü” sayan Halikarnas Balıkçısı’nı unutmamalı..

Bunları da sevebilirsiniz