Ülkemizde AKP iktidar olduğu 2002 tarihinden beri Cumhuriyet devrimlerini ve ona bağlı olarak yaşam tarzını düğümlemek için uğraştı ve giderek bu günlere gelindi. Cumhuriyetin ortak irade ile oluşturulan ulus devleti, bir insanlar topluluğu (ümmet) haline dönüştürme niyetleri her geçen gün daha fazla hissedilmeye başlandı. İktidarın inkar etmeye çalıştığı bu gidiş hep, “niyet okuma” olarak nitelendi. Reform adı altında gerek anayasada gerekse çeşitli yasalarda yapılan değişikliklerle ülke deforme edilmiş bulunmaktadır.
7-Haziran-2015 Seçiminde bu gidişe dur demek için halkın verdiği oylar, muhalefetin bir türlü anlaşamaması üzerine, bir kişi tarafından yok sayılarak, bir takım ayak oyunlarıyla yeni seçime gidildi. Adeta devlet bir kişi için şekillendiriliyordu. Bu arzu ve kapris devletin cıvatasını oynatarak kurumları işlemez hale getirdi. Zaten 2007 tarihinde değiştirilen cumhurbaşkanlığı seçim yasası günümüzde nelerin değişeceğinin işaretini veriyordu. Kendilerine aydın ve sosyalist diyen bazı aymaz ve iflah olmaz kesim, bu oluşuma “yetmez ama evet” diyerek destek verdi. Akılları başlarına geldiğinde de, ülkede siyaset için ilk kördüğüm atılmış bulunuyordu…
AB uyum yasaları adı altında, ülkeye özgürlük getirme adına, yasalarda yapılan değişiklikler AKP iktidarının koltuklarına yerleşmesinden başka bir yarar sağlamadı. Giderek söz konusu “yetmez ama evet”çilerin medyadan yavaş yavaş el ve ayaklarının çektirildiği gözler önüne serildi. Medyada yazılan, söylenen her ifade hakaret kabul edilerek davalar açıldı. Ülkede başlatılan cadı avı öyle bir aşamaya geldi ki, suç ortakları bir birlerini suçlar oldu. İktidar yetkisini elinde tutan kesim, 7/25 Aralık yolsuzluğu üzerine “devlet içinde paralel yapı kabul edilemez” gerekçesiyle tutuklamalar polislerden savcılara ve hatta zamanın hakimlerine kadar uzandı. Elbette iktidar ortak tanımaz ve güç, hiç bir şekilde başkası ile paylaşılmaz. Devleti yönetenler, yeniden şekillendiriyoruz bahanesi ile devleti kendi çıkarları doğrultusunda sil baştan yapılandırmayı pervasızca uygulamaya koydu. Tüm bu gelişmeler 7-Haziran seçiminde karşılık bularak, AKP hem çeşitli vaatlerle uzun süre oyaladığı Kürtler’den, hem de diğer seçmelerden tokadı yedi ve tek başına iktidar olanağını yitirdi. Bu yenilgiyi hazmedemeyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, yandaşı MHP lideri Devlet Bahçeli ile hemen yeni bir seçim tezgahladı. Böylece ulusun sağladığı başarı ve iradesi, söz konusu ikili ittifak tarafından yok edildi.
Tüm bu gelişmeler olurken, ülkede adına “barış süreci, çözüm süreci, analar ağlamasın” gibi söylemlerle güya Kürt Sorunu bitirilmeye çalışılıyordu. AKP dört yüz milletvekili ile Meclis’e gelsin diye barajı geçemeyeceği düşünülen HDP parti olarak seçime sokturuldu. Ama unutulan bir şey vardı ki, bazen silah geri teper ve kullananı yaralardı. Nitekim öyle oldu ve HDP beklenenin üzerinde oy alarak AKP’yi tek başına iktidardan etti. Sen misin bunu yapan?.. önce Suruç’ta, sonra Ankara’da bombalar patladı. Bunlar da az gelmiş olacak ki, ülkenin bir kesiminde yetkisiz kişiler tarafından sıkıyönetim ilan edilerek yurttaşlar baskı, zulüm ve ölüm görmeye başladı. Altı ay içerisinde yedi yüz kişi öldürülerek ağlamaması söylenen anaların daha fazla ağlamasına neden olundu. Artık ülke, şiddet ve korkunun sarmalına alınmıştı. 7-Haziran sonrası muhalefet partilerinin beceriksizliği ile korku birleşince, 1-Kasım Seçiminde AKP tek başına yeniden iktidar oldu. Siyaset çarkı dönüyor ve ülkenin geleceği üzerine düğüm üzerine düğüm atılıyordu. Bu gelişmenin ardından ihtiras ve kibir yeniden depreşerek ruhlarında gizlenen başkanlık ve anayasa değişikliği tekrar gündeme oturdu.
AKP’nin iç siyaseti düğümlenirken, zaten açmazda olan dış siyaseti iyice batağa saplandı. Arap Baharı adı altında, bazı Arap ülkelerine demokrasi getirme bahanesi ile iktidarlar yerinden oynatılmıştı. Oysa bu anlayışa destek veren bazı Arap ülkeleri başta Suudiler ve Katar olmak üzere bırakalım demokrasiyi ve özgürlüğü, zifiri karanlık yönetimlerle yönetilmektedir. Bir süre kardeş Esad olan Suriye devlet Başkanı, ansızın bir anda düşman Esed oluverdi. Yalanlarla yönetilen bir ülke konumuna getirilen ülkemiz, uluslar arası siyasette Cumhuriyetin var olan saygınlığını ortadan kaldırıyordu. Bugün,devlet bile denilemeyecek bir kaç Arap Şeyhliğinden başka dostu kalmamış konuma geldik. Topraklarında kara altın petrol olmasa, yüzlerine bile bakılmayacak bazı ülkelerle olan ilişki, bir devlete asla saygınlık ve onur kazandırmaz.
Hayal ve umutla devlet yönetimi olmaz. Gerçekler acıdır. Bu anlayışla ne Kürt sorunu çözülür ne de bu ülke yurt dışında saygın bir konuma gelir. Dünyanın karşı olduğu İŞID terör örgütüne yapılan yardımlar dünya-alem tarafından bilinmektedir. Ve bunu yeri geldiğinde iktidarın yüzüne karşı söylemektedirler.
Son olarak gelinen noktada, artık ülkede hukukun üstünlüğüne dayalı yasa devletinden söz etme olanağı kalmamıştır. Zira, Cumhurbaşkanı anayasayı buz dolabına kaldırarak yok saymaktadır. Bunun sonucu olarak demokratik parlamenter sistem yok edilip devlet yönetimini kendi tekeline almıştır.
Bugün siyasetin tüm alanı çözüm bekleyen kör düğümlerle örülmüştür. Bu durum İskender’in kılıcına gereksinim duyurmaktadır. Halk bunu çözecek bir önder aramaktadır. Zira devlet bir zenginlik aracı değildir. O halka hizmet ederek uluslar arası arenada saygınlık isteyen büyük bir yapıdır. Bu yapı ulus olarak güçlü olunduğu sürece yaşar. On sekizinci yüz yılda Osmanlı “hasta adam” olarak nitelenirdi. Bugün de Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri sayesinde hasta olarak anılmaya başlanmıştır. Hastalık tedavi ister. Bu hastalıktan günü birlik basit siyasetle çıkılamaz. İskender’in kılıcı gerekmektedir.