İÇİMİZ KAN AĞLIYOR… ASKER VE POLİS VE SİVİL ŞEHİTLERİMİZ İÇİN GÖZYAŞLARIMIZ DİNMİYOR… TÜRKİYE KAN GÖLÜ… DAHA ACISI… HER AN BU GÖL, DENİZE DÖNÜŞEBİLİR…
Acıyla görüyoruz ki;
EMPERYALİZM, dünyanın her yanında olduğu gibi, ülkemizde de hiç boş durmamış.. Biz sanki bedava bulduğumuz bu vatanda kişisel, ailesel, grupsal, partisel, fraksiyonel bağlamda ilkel, ucuz ve batasıca çıkarlarımız için birbirimizi yerken, Emperyalizm coğrafyamızı lime lime etmiş, halkımızı parça parça bölmüş, tüm doğal ve ulusal kaynaklarımızı yutmuş, en sonunda şizofrenik bir ülke yaratarak son darbeyi vurmasına ramak kalmış (Tıpkı Afganistan, Irak ve Suriye’de olduğu gibi)… Son dönemde ülkemizde yaşanan kanlı olayları, kader-kısmet ile mi, yoksa ‘sahte barış için savaş’ formülü ile mi, dahası tek kişinin tiranlık emeli ile mi izah edeceğiz?…
Aktüel Çelişkinin, Diktatör ile Demokrasinin çatışması olduğunu bilmeyen mi var?…
Aktüel Yan Çelişkinin ise, Devlet – PKK savaşı olduğunu da herkes biliyor, yaşıyor. Ve bu uğurda binlerce insanımız ölüyor…
Pekiii, Temel Çelişkinin Emperyalizm – Türkiye halkı arasında olduğunu neden göremiyoruz?… (Ha Selocan Efendi, hayatında bir kez bile Amerikan – Avrupa Emperyalizmi için tek kelime ettin mi?… Edemezsin! … Çünkü “Biji Obama”, Temel Çelişkinin temel sloganıdır!)
Osmanlı batarken de, aynı şema geçerli değil miydi?
Pratik ve matematik düşünelim.
Osmanlı’nın tüm gerileme devrini kapsayıp, 2.Abdülhamit’e, 1908 Meşrutiyet Devrimi’ne (!), Balkan ve Birinci Dünya Savaşı’na uzanan, sonra Sevr ile sonuçlanan sürecini yaratan tarihi çelişkileri yeniden kısaca gözden geçirelim. Teker teker…
1- Aktüel Çelişki, Mutlakiyet Rejimi (Sultan 2.Abdülhamit, vesaire) ile Hürriyet arasındaki çelişki idi.
2- Aktüel Yan Çelişki ise, Osmanlı Devleti ile ona karşı ayaklanan uluslaşma yolundaki etnik halkların (Balkan ve Arap halkları) arasındaki çelişki idi.
3- Ancak Temel Çelişki, Osmanlı’yı tarihten silmek isteyen Emperyalizm ile Osmanlı – Türk varlığı arasındaki çelişki, değil miydi?…
Bu üç çelişki, Osmanlı’yı batırmıştır.
Aynı üç çelişki, “zaman kayması” neticesinde yeniden bu coğrafyada dirilmiş ve bu kez Cumhuriyet’i yıkmaya soyunmuştur.
Önce bu gerçekleri kayda geçirelim. Sonra yolumuza devam edelim.
Yolumuz İstiklal yolu…
Bizim için başka yol yok…
“Başka yol var” diyen, Emperyalizm kavşağına ulaşır.
Şimdi gelelim konumuza;
İzmir’in Milli Mücadele ve İstiklal Tarihi üzerinde tam 44 yıldır (1971’den beri) emek harcamış bir yazar olarak devamlı olarak 3 konu üzerinde durdum ve haince tasarlanmış 3 iddiaya daima karşı çıkarak belgeli ve mantıklı yanıtlar verdim. Bu hain iddialar şunlardır:
1- Hasan Tahsin, ilk kurşunu atmamıştır; üstelik bir anarşist provakatördür.
2- İzmir’e 9 Eylül günü bayrak çektiğini iddia edenler sahtekardır.
3- İzmir’i 13-18 Eylül 1922 arasında küle dönüştüren büyük yangını, Türkler dolayısı ile Mustafa Kemal çıkarmıştır.
1 ve 3 numaralı vicdansız iddialara karşı belgeli yanıtlarımı Dağarcık Türkiye Sitesi’nde, “Hasan Tahsin’i Okumanın Tam Zamanı” ve “İzmir’i Kim Yaktı?” başlıklı geniş yazılarımdan okuyabilir ve çevrenize yayabilirsiniz.
Hele hele 3 numaralı iddia çok önemlidir. Emperyalizmin ülkemizdeki tüm ajanları bu iddiayı topluma yayabilmek için var güçleri ile çaba harcamaktadırlar. İddianın hızlı iddiacılarından Ayşe Hür isimli bir tarih yazarı hanımefendinin de bu konudaki gayretlerini takdir etmek gerek; hatta Eylül 2015 tarihlerinde İzmir’de sunduğu olaylı konferansın da, uyuyan İzmir kamuoyunda pek ilgi çekici bulunduğunu eklemeliyim.
Yani şunu demek istiyorum. İstiklal – mistiklal hak getire… İzmir Yangını, sahte ve yanlı belgelerle uluslararası kamuoyunda dayanak bulur ve yeni bir İzmir Soykırımı evrensel ölçülerde kabul edilirse, fukara halkımızın cebinden çıkacak ve ödenecek muazzam tazminat miktarları şimdiden hesaplanmaya başlandı bile… Hiç şüphem yok, Ayşe Hür ve benzerlerinin marksist (!), ideolojik, Amerikancı liberal, etnik bölücü niyetlerinden daha çok, gerçekte bu uluslar arası tazminat davalarının “savcıları” rolüne şimdiden soyunduklarına inanıyorum. (Ermeni Soykırımını kabul edersek ödenecek tazminat miktarları için REPAİR isimli Ermeni sitesine başvurabiliriniz.)
Demek ki Hasan Tahsin’e çamur atarak Milli Vicdan’ı kararsızlığa itmek isteyenlere ve İzmir Yangını’nı Türklerin hanesine beynelmilel suç olarak kazımak isteyenlere karşı görevimizi yapmış ve 44 yıllık araştırmalarımız sonucundaki belgeli, tutarlı tezlerimizi Dağarcık Türkiye Sitesi’nde duyurmuşuz (Acaba okuyan çıktı mı? Tıklayan değil okuyanı kastediyorum)… İsteyen okur, isteyen uyur. Bizden bu kadar.
İZMİR’E BAYRAK ÇEKENLER
Gelelim esas konumuza… “İzmir’e Bayrak Çekenler” konusuna…
Bu yıl, bu konuda da inanılmaz bir iddia ortaya atıldı.
Onun için 9 Eylül 1922’de İzmir’e ilk giren ve çeşitli yerlere Türk bayraklarını çeken kahramanları bir kez daha burada kayda geçiriyoruz. Dikkatle okuyalım..
Kimdi onlar?
Balkan savaşında dağ tepe demeden vahşi çetelerle boğuşanlar.. Çanakkale’de kanını dökenler.. Galiçya’da, Gazze’de, Kudüs’te, Kafkasya’da bayraklarının yere düşmemesi için kendilerini feda edenler.. İzmir’in işgalinde ölüm yürüyüşünden sağ kurtulanlar.. Esaretten kaçıp Milli Mücadele’ye katılanlar.. Çetecilikten vazgeçip milli orduya geçenler.. Hapishane müdürü iken mahkumlarıyla birlikte istiklal mücadelesine katılanlar.. Çarşafa bürünüp kadın kılığında Anadolu’ya geçip silaha sarılanlar.. Dört yerinden yaralanmasına rağmen yine cepheye ön önde koşanlar.. Cephede at üstünde topuğundan vurulduğu halde bunu saatlerce fark etmeyenler.. İzmir kaldırımlarında bomba ile vücudu parçalananlar.. Yine de atını ileri sürenler..
Özgeçmişlerini okursanız, Emperyalizm’e karşı savaşan halkımızın ordusu İzmir’i 9 Eylül 1922 günü kurtarırken, şehrin önemli noktalarına Türk bayrağını çeken kahramanların geçmişinde bu notlar var.. Onlar, gerçekten birer kahraman..
İZMİR’İ KURTARAN ŞANLI TÜMENLER
30 Ağustos Başkumandanlık Meydan Savaşı’nı kesin zaferle sonuçlandıran Türk Ordusu’nun İzmir yönüne atılan rüzgarlaşmış birliklerinin en önünde “Fahrettin Altay Paşa” komutasında 5.Süvari Kolordusu bulunuyordu.
Bu kolordunun üç tane öncü süvari tümeni, yalın kılıç İzmir’e doğru doludizgin akmaktaydı. İzmir’i yeniden Türk bayrağına kavuşturacak olan, benim “Şanlı Tümenler” dediğim bu birlikleri şu kahraman komutanlar yönetmekteydi:
BİRİNCİ SÜVARİ TÜMENİ
Kurmay Albay Mürsel Bakü (sonradan orgeneral) komutasındaki bu tümenin öncü kuvvetlerinin bir kısmı, hızla İzmir’e girecek ve Kadifekale’ye Türk bayrağının çekilmesinde ana vurucu gücü oluşturacaklardır.
Kadifekale’yi ele geçiren süvari birlikleri üç ayrı gurubun ortak akışı ile bu işi başardılar (Hiç şüphesiz aralarında yarış halindeydiler). Bayrak çekme olayında yanyana gelen üç subayın kimlikleri buna işaret etmektedir. 2.Süvari Tümeni 4.Alay komutanı Binbaşı Ali Reşat Bey, Kafkas Tümeni Süvari Bölüğü’nden Teğmen Besim Kurter Bey, 1.Süvari Tümeni 4. Bölük Teğmeni Celil Bey birlikte Türk bayrağını Kadifekale burçlarında dalgalandırdıklarına göre (resmi belgelerde üç kahraman hakkında kayıt bulunmakta), üç ayrı birliğe bağlı süvarilerin bir yarış halinde Kadifekale’ye vardıklarını apaçık görmekteyiz.
Birinci Süvari Tümeni’nin bir kısmı ise yine yarış halinde (2.Süvari Tümeni ile yarış halindeler) Konak’a çok erken vardılar. Bu tümeni bağlı 14.Alay, 3.Bölük kumandanı Yüzbaşı Zeki Doğan (daha sonra ilk Hava Kuvvetleri Komutanı), yine aynı tümene bağlı 14.Alay, 2.Bölük Kumandanı Yüzbaşı Fikret Yüzatlı (daha sonra İsmet Paşa’nın yaveri), Akıncı Süvari Müfreze Kumandanı Milis Yüzbaşısı Abdurrahman Özgen birlikte Sarı Kışla’ya bayrak çekmişlerdir. Paket Postanesi’ne bayrak çeken Süvari Muhabere Üsteğmen Selahattin Selışık ta (daha sonra orgeneral), 1.Tümen’e bağlı idi.
İKİNCİ SÜVARİ TÜMENİ
Kurmay Yarbay Zeki Soydemir (sonradan korgeneral) komutasındaki bu tümen, Bornova-Mersinli-Halkapınar-Alsancak-Kordonboyu-Konak yönünden kente girdi. Tümenin Binbaşı Ali Reşat komutasındaki 4.Alayı, İzmir’i ilk gören askeri birliktir. Ancak, Ali Reşat Bey, Konak yönüne değil, Kadifekale yönüne doğru doludizgin akmıştır.
4.Alay Komutan Muavini Yüzbaşı Şerafettin yönetimindeki iki bölük atlarının nalları Frenk Mahallesini döve döve Kordonboyu’na atılan en öndeki askeri birliktir. Yüzbaşı Şerafettin Bey, 2.Süvari Bölüğü Takım Kumandanı Teğmen Ali Rıza Akıncı ve Teğmen Hamdi Yurteri, Hükümet Konağı’na varıp birlikte Türk bayrağını göndere çektiler. (Meydana ilk giren Teğmen Ali Rıza’ya halk tarafından verilen evde yapılmış bir halk bayrağı, teğmen tarafından ilk olarak göndere çekildi, az sonra Hükümet Konağı balkonuna yetişen Yüzbaşı Şerafettin’in getirdiği alay sancağı yine teğmen Ali Rıza’nın elinden ancak üç kahraman subay yan yana olmak üzere göndere çekildi ve dalgalandı). Üst rütbeli ve birlik kumandanı Yüzbaşı Şerafettin (İzmir) bu kahramanlığından dolayı “İzmir Fatihi” ilan edildi ve Buhara Müslümanlarını gönderdiği kılıç kendisine armağan edildi.
ONDÖRDÜNCÜ SÜVARİ TÜMENİ
Kurmay Yarbay Suphi Kula (sonradan tümgeneral) komutasındaki bu tümen İzmir’e kuzeyden sarkarak, Menemen ve Karşıyaka’yı düşmandan temizlemiştir.
Üsteğmen Zekai Kaur, Teğmen Zühtü Işıl, Milis Kumandanı Bombacı Ali Çavuş gibi bu bölgenin kurtarılmasında ön planda olan kahramanlar, 14.Süvari Tümeni’nin en önünde savaşarak Menemen ve Karşıyaka’ya girip resmi binalara bayrak çektiler (Günümüzde isimleri, Karşıyaka Kahramanlar Anıtı’nda yazılıdır). Kadın savaşçı Kara Fatma da bu tümenin öncü birliklerinin en önünde at üstünde rüzgarlaşarak akıp geçmiştir.
Bu kahramanlar, hiç şüphesiz muazzam fedakarlıklarla vatanı özgürlüğü kavuşturan bir bağımsızlık ordusunun en önündeki ismi resmi kayıtlara geçen yurtseverlerdir. Kimsenin şüphesi olmasın… Daha geride onbinlerce kahraman kılınç ve süngü vardır. İstiklal Ordusu’ndaki her nefer ve subay, İstiklal Aşkı’nda eşit değerdedir…
Cenabı Hak’kın rahmeti üzerlerinde olsun…
YENİ ULUS DOĞUYOR
Gelelim 9 Eylül sonrasına…
10 Eylül 1922 günü Başkumandan Gazi Mustafa Kemal, İzmir’e girecek ve bayrak çekilen Hükümet Konağı’nda yönetimi ele alarak çalışmalarına başlayacaktır.
13 Eylül günü ise kentin dörtte üçünü yok edecek olan büyük yangın Ermeni çetelerince başlatılacak ve güzelim İzmir ateşle buluşacaktı.
İzmir’in Frenk Mahallesi’nde başlayan yangın, gökyüzünü yalarken Türk Ordusu tamamen kente hakim oluyor ve yüz binlerce kişilik Yunan ordusu ve peşlerine takılan işbirlikçi yerli Rum ahali Çeşme yönünde kaçmaya çalışıyor veya körfezdeki Batılı donanmalara kapağı atmak için çırpınıyordu.
İzmir’in esareti artık son bulmuştu.. Emperyalizm ve kiralık ordusu denize dökülmüştü.. Halk bayraklaşan Mustafa Kemal’i bağrına basıyor ve bayrak çeken kahramanlar atlarının üzerinde yeni görevlere doğru ileri atılıyorlardı. Ulus artık, yeni bir cumhuriyeti doğurmaya hazırlanmaktaydı..
Ancak, bu büyük özgürlüğün yeni bir yıldönümünde, azmış bir terör ortamında bu günleri yaşamamız, her gün acıyla uyanmamız, içimizdeki yarayı derinleştirmektedir.
ZAFER BİLDİRİSİ
Gazi Mustafa Kemal’in İzmir’in kurtuluşundan sonra 11 Eylül 1922 tarihinde TBMM Reisi olarak yayınladığı Zafer Bildirisi, zaferin anlamını pek güzel açıklar, ibret alalım lütfen:
“Büyük ve asil Türk milleti: Ordularımız tüm Batı Anadolu’yu, 9 Eylül 1338 (1922) sabahı İzmir’imizi ve yine 11 Eylül akşamı Bursa’mızı muzaffer bir şekilde kurtardılar. Akdeniz, askerlerimizin teraneleriyle dalgalanıyor.
Asya İmparatorluğu’na yeltenen küstah bir düşmanın muharebe meydanlarına gelmek cesaretinde bulunan Ordu Kumandanları ile komuta heyetleri günlerden beri Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin harp esiri bulunuyorlar. Düşmanın Başkomutan tayin ettiği General Trikopis nihayet maiyetindeki generaller ve erkanıharbiye ve komutan ettiği ordunun elinde kalabilen bakayası ile Uşak’ta teslim oldu.
Eğer Yunan Kralı da bugün esirlerimiz arasında bulunmuyor ise, bunların ilkesi yalnız milletlerinin keyiflerine katılmak olduğundan, savaş meydanlarının felaketli günlerinde saraylarından başka bir şey düşünmemeleri yüzündendir.Batı fabrikalarının çelik zırhları ile kaplanan muazzam Yunan orduları artık Anadolu dağlarında zabitleri tarafından terk edilmiş zavallı sürüler, kudurmuş kütleler ve ağaç diplerinde kalmış dermansız yaralılardan ibaret kaldı. Düşman ordularının tüm malzemesi topraklarımızdadır.
Düşmanın esirlerden başka insan zayiatının yüzbinden fazla olduğunu tayin etmek müşküldür. Fakat, bizim insan zayiatımız dörtte üçü hafif yaralı olmak üzere onbin nüfusa ulaşmaktadır.
Büyük Türk milleti!.. Ordularımızın kabiliyet ve kudreti düşmanlarımıza dehşet, dostlarımıza emniyet verecek bir kemal ile tezahür etti. Millet orduları 14 gün zarfında büyük bir düşman ordusunu imha ettiler. Döryüz kilometrelik fasılasız takip yaptılar. Anadolu’daki bütün esir halkımızı kurtardılar.
Bu büyük zafer topluca senin eserindir. Vatanın kurtuluşu, milletin rey ve iradesi kendi kaderi üzerinde kayıtsız hakim olduğu zamandan başlamış ve ancak milletin vicdanından doğan ordularla müspet ve kati neticelere ermiştir.
Büyük ve asil Türk milleti! Anadolu’nun kurtuluş zaferini tebrik ederken, sana Uşak’tan, Aydın’dan, Manisa’dan, İzmir ve Bursa ufuklarından ordularının selamını da takdim ediyorum.”
ULUSAL (MİLLİ) KURTULUŞ AYI
Eylül ayına Ege’nin olduğu kadar tüm ülkenin kurtuluş ayı demek doğru olur.. Hem de yaşadığımız bitmeyen acılı terör ortamında ulusal günlerimizde boynumuz bükük kalmamalıdır. Zaten yüreklerimiz kanamaktadır.
Bu bakımdan Ege’nin kurtuluş günlerini burada bir kez daha tekrarlamakta fayda görüyorum.
1 Eylül: Uşak, 2 Eylül: Eskişehir, 3 Eylül: Dursunbey, Ödemiş, Emet, Eşme, Sındırgı, Tavşanlı, 4 Eylül: Tire, Bayındır, Buldan, Simav, 5 Eylül: Nazilli, Alaşehir, Bilecik, Gördes, Salihli, 6 Eylül: Balıkesir, Söke, Gönen, İnegöl, Akhisar, 7 Eylül: Aydın, Turgutlu, Kuşadası, 8 Eylül: Manisa, Kemalpaşa, Burhaniye, Selçuk, 9 Eylül: İzmir, Menemen, Edremit, 11 Eylül: Foça, Bursa, Gemlik, Orhaneli, 12 Eylül: Urla, Mudanya, Kırkağaç, 13 Eylül: Soma, 14 Eylül: Bergama, Dikili, Karacabey, 15 Eylül: Alaçatı, Ayvalık, 16 Eylül: Çeşme, 17 Eylül: Karaburun, Bandırma, 18 Eylül: Erdek..
KÜRT REŞO OLAYI
Gelelim bir süredir bazı medya tarafından öne sürülen ve Kürt Reşo diye tanıtılan bir kahramana…
İstiklal Ordusu ordu içinde Kürt Reşo (Mehmet Reşit Nazlı) isminde bir öncü süvari birlik çavuşu da vardı. 8.5 yıl Türk ordusunda çarpıştı, Allah ondan razı olsun. İzmir’e ilk giren süvarilerden, başımızın tacı olsun. 89 yıl sonra İstiklal Madalyasına kavuşmuş bir dedemiz. Kutlu olsun…
Bu dedemizin İzmir’e ilk giren kahramanlardan olduğu gerçeğini yansıtan, ancak aynı zamanda İzmir Hükümet Konağı’na hatta diğer yerlere de bayrak çektiğine dair kimi gazetelerde (Zaman ve Aydınlık) çıkan abartılı belgesiz haberler üzerine sayısız bölücü sitede inanılmaz ölçüde yalan, yanlış, hakaretamiz yazılar yayınlandı.
Yalnızca Cumhuriyet gazetesi (Ege Bürosu’ndan bir genç arkadaşımızın imzasıyla), yaptığı güzel bir haber yorumda Mehmet Reşit Nazlı’nın hakkını vermiş ancak şehre bayrak çektiğine dair bir yorum ve iddiada bulunmamıştır, titiz haberciliklerini kutlarım. Üstünde durduğum diğer asılsız haberler sonucunda, Kürt Reşo diye bir Diyarbakırlı’nın 9 Eylül’de İzmir’e tek başına bayrak çektiğini yansıtan bir çok sitede inanılmaz sayıda ürpertici yorumlar (lehte ve aleyhte) yayınlanması ve günümüzdeki çatışmalar için dayanak edilmesi, öncelikle Mehmet Reşit Nazlı’nın ruhunu incitir. Bir tanesini buraya alıyorum “Dedem Reşo, neden İzmir’e Türk bayrağı çektin de, neden Kürdistan bayrağı çekmedin? Yuh lan sana” şeklinde iğrenç biçimde sayısız yorum gerçekleşmiştir. (Google ve Facebook’a bu ismi yazın, ilgili siteleri çabucak bulabilirsiniz)
Şimdi açıkça söyleyelim: İzmir’e bayrak çekenler resmen ve tarihsel olarak, anısal olarak bellidir, apaçık net kişilerdir; yukarıdaki okuduğunuz araştırmamda ve “İzmir’e Bayrak Çeken Kahramanlar” (Etki Yayınevi, 2012) isimli kitabımda apaçık belirtilmiştir. Kürt Reşo bir Türk askeridir, çavuşudur, İzmir’e ilk girenlerdendir, diğer onbinlerce askerimiz gibi… Hükümet Konağı’na bayrak çekmemiştir, ama kalbimizde diğer kahramanlarla ve bayrak çekenlerle eşit değerdedir. Ancak tarih, belge, bilgi ve gerçek anılar üzerine inşa edilir. Reşo Dede üzerinden bölücülük propagandası yapanlar ise, her zaman olduğu gibi Emperyalizm’e hizmet ediyorlar.
“İzmir’e Bayrak Çekenler” konusunda yaptığım yıllarca süren araştırmalar sebebiyle bu Eylül ayının başından itibaren bayrak çekenler konusunda yazılar yazmamamı isteyenlerce tehdit edilmeye başlandım. İsimler bellidir… Hepsini belgeledim ve masamın üzerine indirdim. Cumhuriyet Savcısı için hazır hale getirdim.
Hayatımız boyunca İstiklal Savaşı araştırmaları yaptık…
Şimdi bu tür çalışmalar yapmayacaksın, siyahı beyaz yapacaksın, beyazı siyah diye yazacaksın diyorlar ve tehdit ediyorlar…
Şimdi düşünüyorum…
İstiklal Savaşı’nı boşuna mı yaptık?
Buna bağlı olarak,
İstiklal Savaşı gerçeklerini boşuna mı yazdık?
Son sözüm:
İstediğiniz kadar tehdit edin..
İstiklal Savaşı gerçeklerinden vazgeçen, cehennemde yansın, iyi mi?…
Aşağıdaki şiirimle bu tür tehditlerin tümüne meydan okuyorum…
DİRENİŞ DİLİYORUM
Sana direniş diliyorum
bombalarla inleyen mazlum dünya
gözü yaşlı ülkem, kemençem, çaydaçıram
mahzun memleketim, vatanım
sessiz şehit ailelerim
emekçi insanlarıyla
işçisi, işsizi, esnafı ve köylüsü
tüm ter ve kan akıntılarıyla, anadolum
vatan ve namus diyen, akdeniz’lim doğulum
tüm yurtseverliğiyle balkanlım, kafkasyalım
silivri kahramanlarıyla karadeniz’lim, egelim
diyarbekirlim, karslım, elazığlım
benim yurdum, kelepçeli masum subayım
sana direniş diliyorum
satılmayan kalemi, öğretmeni, öğrencisi
yeşil ormanları, mavi kumsalları
çorak bozkırları, bembeyaz başlıklı dağları,
yörük obaları ve varoş halkıyla
camisi, cemevi göbek havası ve semahıyla
eyy memleketimin halk kurtuluş ordusu
memetler okyanusu can feda sana
haydi cennete çevirelim cehennem vatanı
sana direniş diliyorum
yeter ki istiklal savaşını hatırla
yeter ki duy hasan tahsin’in ilk kurşununu
canlandır ruhunda kara yılan’ı, yörük ali’yi, sütçü imam’ı
dokuz eylül’de izmir’e bayrak çekenleri
kocatepe’ye tırmanan sarışın kurdu
yeter ki hisset
kurtuluşa doludizgin koşan kalpaklı süvarileri
işte o zaman işiteceksin
şafakla birlikte gürleyen top seslerini
sana direniş diliyorum
bir yılbaşı akşamı bordum’da
cevat şakir caddesi’ne
poşet içinde bırakılan
“gülümser” bebek
sana direniş diliyorum
yüzyılın başında ortadoğu’da
emperyalizm vadisi’ne
çıplak bırakılan
“vatan bebek”
hele bir davran
parçala sahte alın yazını
gerçek tarihini kendin yaz ecdadın gibi
sahte ve yalan tarihleri yırt parçala
yükselt ki sancağını başın öne eğilmesin!
Yaşar Aksoy (“Rezistans” isimli şiir kitabından)
…………………………………………………….
NOT: Yazımın sonuna İzmir’e bayrak çekenlerden merhum Teğmen Ali Rıza Akıncı’nın mezar taşının fotoğrafını koydum. Şimdi bu mezar taşlarını kırıp yok edip, yeni yapılıp cilalanmış bambaşka mezar taşları mı dikelim?… Kim için?.. Kimlere hizmet için?… İstiklal ruhunu köreltmek için mi?.. İşte mesele budur…