Türkiye’de «kadına yönelik şiddet”in boyutları gittikçe artmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun ‘eşi veya birlikte olduğu kişi(ler)den fiziksel veya cinsel şiddet yaşamış kadınların yüzdesi’ 2014 raporuna baktığımızda;
Son 12 ay için bu oran yüzde 13.7,
Evli kadın sayısı olarak 10798,
Yaşamın herhangi bir döneminde şiddete maruz kalmış kadın yüzdesi ise 41.9’dur.
Bu alanda önemli bir gelişme olan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” 1 Ağustos 2014 tarihi itibariyle ülkemizde yürürlüğe girmiştir. Sözleşme Mayıs 2011’de Avrupa Konseyi ülkelerince İstanbul’da imzaya açılması nedeniyle «İstanbul Sözleşmesi” olarak da isim almıştır. Sözleşmenin amacı ‘kadınları her türlü şiddetten korumak, kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak’ olarak belirlenmiştir. Kadınlara yönelik her türlü ayrımcılığı ortadan kaldırmak, kadın ile erkek arasındaki temel eşitliği teşvik etmek, şiddet mağduru kadınları korumak ve yardım edilmesini sağlamak da diğer maddelerde belirtilmiştir. İstanbul Sözleşmesi’nde öne çıkan başlıkları ise; bu konuda eğitimin müfredata dahil edilmesi, özel sektör ve medyanın teşvik edilmesi, tazminat, zorla evliliklerin feshi, ısrarlı takibin cezalandırılması, zorla evlendirme ve kadın sünneti yasağı, sözde «namus” adına işlenen suçlar dahil olmak üzere kabul edilemez gerekçelerle şiddet uygulanmasıdır.
Sözleşmenin kadına yönelik şiddeti önlemeye yönelik yaklaşımını kısaca «4P Yaklaşımı” ile tanımlayabiliriz: Prevention (Şiddeti Önleme), Protection (Mağdurları Koruma), Prosecution (Suçluları Cezalandırma) ve Policy Making (Şiddeti Önlemek için Politika Yapma)(1). Bu sistematik ile doğru adımlar izlemede önemli bir belge olan İstanbul Sözleşmesi, taraf devletleri bağlayıcı niteliktedir.
LGBT bireyleri de ilgilendiren bu sözleşme «cinsel yönelim” ve «partner” kavramlarını kullanmıştır. Böylece her türlü şiddet ve ayrımcılıktan korunma başlığı genişletilmiş ve olması gereken bir şekil almıştır. Ayrıca Türk hukuk sistemine «ısrarlı takip” teriminin de girişini İstanbul Sözleşmesi sağlamıştır. Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair 6284 Sayılı Kanun, bu sözleşmenin içerdiği «Taraflar, başka bir kişiye yönelik, kendi güvenliği için korku duymasına neden olacak şekilde tekrar eden, kasıtlı ve tehditkar davranışların cezalandırılmasını sağlamak üzere gerekli hukuki veya diğer tedbirleri alır.” Maddesiyle şekillenmiştir.
Sözleşmenin getirdiği bir başka yenilik ise toplumsal cinsiyete dayalı bir şiddet tehlikesi karşısında kadınlara «mülteci” statüsü verilecek olmasıdır. Bu doğrultuda şiddet görme tehlikesi bulunan kadın «geri gönderilemeyecek” tir. İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Lami Bertan Tokuzlu : «2000´li yılların ortasına kadar ‘toplumsal cinsiyete dayalı sığınma ve mültecilik başvuruları’ oldukça tartışmalıydı ancak daha sonra Avrupa´daki pek çok ülkede uygulanır hale geldi.” sözleriyle Türkiye’de de değişikliğin yasal zeminlere oturtulması gerektiğini belirtmiştir.
Sivil toplum örgütleri açısından baktığımızda, İstanbul Sözleşmesi taraf devletlerin ülkedeki sivil toplum örgütleriyle iş birliği yapmalarını zorunlu kılmaktadır. Ayrıca sivil toplum örgütlerinin temel sorunu olan mali kaynak sağlama görevini de devlete vermiştir. Ancak Türkiye’de bu durum maalesef yine tersine işlemektedir. Önde gelen kadın örgütlerinin itiraz ve açıklamaları sözleşmenin denetim kurulu üyelerinin seçiminde antidemokratik bir sistem yaşandığını duyurdu. Kısa adıyla GREVIO olarak anılan ve Avrupa Konseyi bünyesinde denetim görevi yapacak olan bu ekip için, Türkiye hükümetinin yandaş sivil toplum örgütleriyle zorunlu bir seçim yaptığı söylenmiştir. İstanbul Sözleşmesi Türkiye İzleme Platformu’nun 23 Aralık 2014 tarihli açıklamasına göre «Bakanlığın meşru bir gerekçesi olmaksızın dayattığı bu yöntem TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’ndan, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’ndan, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nden, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndan, Dışişleri Bakanlığı’ndan ve Adalet Bakanlığı’ndan birer temsilci (toplam 6 temsilci) ve üç sivil toplum kuruluşundan birer temsilciden oluşacak (toplam 3 temsilci) dokuz kişilik bir kurulu içermektedir ve daha en başından, bağımsız STK’ları kamu karşısında etkisiz bir azınlığa dönüştürme amacı taşımaktadır.(2)”
«Kadına yönelik şiddet” Türkiye’nin kanayan bir yarası iken, İstanbul Sözleşmesi ülkemizin önemli uluslararası sözleşmelerinden birisi haline gelmelidir. CEDAW (Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi) sonrası en ciddi adımların atılmasını sağlayacak olan bu sözleşmeye, Türkiye’nin uluslararası platformda şiddetle uyması gerektiği kanısındayım. Son olarak durumun önemini hala göremeyenler için bir anıttan söz edeceğim, Türkiye’de kadına yönelik şiddetten ölen kadınların anısını yaşatmak için internet üzerinden kurulmuş: «Anıt Sayaç” (www.anitsayac.com) «Kadına yönelik şiddet olaylarında 2012 yılının Ocak ve Eylül ayları arasında 125 kadının hayatını kaybettiği açıklandı. Anıt Sayaç kadın cinayetlerinin artarak devam ettiği böyle bir ortamda farkındalık yaratmak ve bilinmeyen verileri açığa kavuşturmak için düşünüldü. Ölen kadınlarımızın isimleriyle anılacağı bu web sitesi, kadına karşı şiddet konusunda toplumun duyarlılığını geliştirme projesi olmanın ötesinde ölen kadınlara adanmış bir anıttır.” İşte bu birkaç cümlenin ve her gün, her saat eklenen yeni kadın isimlerinin bulunduğu…
Kaynaklar:
1- http://www.5harfliler.com/kisaca-istanbul-sozlesmesi-sorular-ve-cevaplar/