Kaynak: http://edition.cnn.com/2015/01/19/opinion/charlie-hebdo-noam-chomsky/
Yazar: Noam Chomsky
Makalenin Özgün Başlığı: Chomsky: Paris attacks show hypocrisy of West´s outrage
Çeviren: Beste Göksel – Boğaziçi Çeviri Merkezi
İçlerinde derginin editörü ve 4 karikatüristin de bulunduğu 12 kişinin ölümüne yol açan, Charlie Hebdo’ya yapılan terörist saldırıdan ve bundan çok kısa bir süre sonra bir Yahudi süpermarketinde meydana gelen, 4 yahudinin ölümüyle sonuçlanan olaylardan sonra Fransız Başbakanı Manuel Valls; «terörizme, cihatçılığa, radikal islamcılığa ve birlik beraberliği, özgürlüğü, dayanışmayı bozmayı amaçlayan her şeye karşı bir savaş” ilan etti.
Milyonlarca insan bu vahşeti kınadığını «I am Charlie” (Ben Charlie’yim) afişi altında korkunun sesini yükselttiler. İsrail İşçi Partisi’nin lideri ve gelecek seçimlerin en çetin adayı Isaac Herzog tarafından gayet iyi anlaşılan, oldukça belagatli bir şekilde dışavurulmuş öfke belirtileri de vardı. Isaac Herzog, «Terörizm terörizmdir. Bunun başka bi açıklaması yoktur. Barış ve bağımsızlık peşinde olan bütün uluslar insanlıktan yoksun, şiddet içeren bu olaylar tarafından bir savaşa davet ediliyor.” dedi
Bu olaylar, İslam kültüründe yaşanan bu şaşırtıcı saldırıların köküne inen bir araştırmaya ve kendi değerlerimizi feda etmeden, İslamcı terörizmin bu ölüm saçan tavrına karşı gelmenin bir yolunu bulmaya sebep olan çok sayıda eleştiriye yol açtı.
New York Times’ın saldırıları ‘uygarlıkların savaşı’ olarak tanımlamasının ardından Times köşe yazarı Anand Giridharadas: «Bu ne uygarlıklar arası ne de uygarlıkların savaşıydı, asla da olmayacak. Bu bir uygarlığın başlattığı, onlara ters düşen gruplara karşı bir savaş. #CharlieHebdo ’’ diye bir tweet atarak bunu düzeltti.
Paris’teki sahne kıdemli NYT muhabiri Steven Erlanger tarafından çok canlı bir şekilde anlatıldı: «Sirenlerin, helikopterlerin, çılgına dönmüş haber bültenlerinin ve polis kordonlarının, endişeli kalabalığın olduğu, okulların çocukları güvenlikleri için evlerine gönderdiği bir gündü. Önceki iki gün gibi, Paris’te ve çevresinde kan ve vahşetin egemen olduğu bir gündü.”
Erlanger hayatta kalmayı başaran bir gazeteciden alıntı yaptı: «Her şey paramparça olmuştu. Çıkış yolu yoktu. Her yer dumanla kaplıydı. Korkunçtu. İnsanlar çığlık çığlığaydı. Kabus gibi bir şeydi.’’ Başka biri de ‘’devasa bir patlama oldu ve her yer karanlığa gömüldü’’ dedi.
Erlanger’e göreyse «ezilmiş cam, kırılmış duvarlar, yamulmuş ağaçlar, yanmış boya ve duygusal tahribatın’’ olduğu bir olaya oldukça benziyordu.
Bu son alıntılar bağımsız gazeteci David Peterson’ın hatırlattığı gibi, Ocak 2015’te değil 24 Nisan 1999’da gerçekleşen, Erlanger tarafından bildirilen fakat çok az dikkat çeken bir rapordan. Erlanger’in NATO’ya bildirdiğine göre bu, Sırp devleti ana yayın merkezine yapılan ve Sırbistan’da radyo ve televizyon yayınını keserek 16 gazetecinin ölümüne yol açan bir füze saldırısıydı.
NATO ve Amerikalı yetkililer bu saldırıyı «Yugoslavya başkanı Slobodan Milosevic’i devirmeye yönelik bir çaba” olarak savundu.
Pentagon sözcüsü Kenneth Bacon Washington’da kısa bir bilgilendirme yaparak «Milosevic’in ordusunun ölüm makinesi olduğu kadar Sırp televizyonu da öyle.’’ dedi, bu yüzden saldırının hedefi olması meşruydu.
Hiçbir öfke belirtisi, «We are RTV’’ (Biz RTV’yiz) şarkısı, saldırının Hristyan kültür ve tarihindeki köklerine inen herhangi bir araştırma olmadı. Hatta tam tersine basındaki saldırı övgü aldı. O zamanlar Yugoslavya elçisi olan son derece saygın ABD diplomatı Richard Holbrooke bu başarılı saldırıyı RTV’de «son derece önemli ve bence olumlu bir gelişme’’ olarak tanımladı. Bu görüş diğer yetkililer tarafından da dillendirildi.
Batı kültürü ve tarihinin araştırılmasını gerektirmeyen birçok olay daha var. Örneğin son yıllarda Avrupa’da meydana gelen en kötü terör vahşeti Temmuz 2011’de Hristyan ultra-siyonisti ve islamofobik Anders Breivik’in çoğunluğu gençlerden oluşan 77 kişiyi katletmesiydi.
Modern zamanların en aşırı terörist kampanyası ise ‘’terörizme karşı savaş’’ başlığı altında görmezden geliniyor. Bu, Barrack Obama’nın bir gün bize zarar verme ihtimali olan ve o sırada o bölgede bulunan talihsiz insanları hedef alan küresel suikast kampanyası. Başka talihsizlikler de var tabi, Aralık’ta ABD tarafından gerçekleştirilen ve 50 sivil vatandaşın ölümüne yol açan Suriye’deki bomba saldırısı gibi ki bu neredeyse hiç anlatılmadı.
Gazetecileri Koruma Komitesi’nin bildirdiğine göre NATO’nun RTV’ye yaptığı saldırıda bir kişi cezalandırıldı- Dragoljub Milanovic, istasyonun İnsan Hakları Mahkemesi tarafından binayı boşaltamadığı gerekçesiyle 10 yıla kadar hapis cezası alan genel müdürü. Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi NATO saldırısının bir suç olmadığı, ‘sivil kayıpların ne yazık ki çok sayıda olmasına rağmen’ orantısız olmadığı sonucuna vardı.
Bu olaylar arasındaki karşılaştırmalar düşünce özgürlüğü savunucusu olarak tanınan insan hakları avukatı Floyd Abrams’ın New York Times’ı kınamasının sebebini daha iyi anlamamıza yardımcı oluyor. «İnsanın kendine hâkim olacağı zamanlar vardır.” diye yazdı Abrams, «ama henüz hafızalarda taze, gazeteciliğe yapılmış bu en tehditkâr saldırının hemen ardından, [Times editörleri] ifade özgürlüğüne en iyi Charlie Hebdo’nun Hz. Muhammed ile dalga geçen ve saldırılara yol açan karikatürlerini yayınlayarak hizmet edebilirlerdi.”
Abrams Charlie Hebdo saldırısını yaşayan hafızamızda gazeteceliğe karşı yapılmış en korkutucu, tehditkar saldırı olarak tanımlamakta haklı. «yaşayan hafıza” deyiminin mantığı, onların bize karşı işledikleri suçları dâhil eden fakat aynı anda bizim onlara karşı işlediğimiz suçları titizlikle dışarıda bırakan, oldukça dikkatle düzenlenmiş bir kategori olması -öyle ki, bizim suçlarımız suç değil, bazen bilmeyerek de olsa kusurlu olan o en yüksek değerlerin soylu müdafaası olarak görülüyor.
RTV saldırıya uğradığında neyin savunulduğunu araştırmanın yeri değil, ancak böyle bir araştırma oldukça bilgilendirici olacaktır. (A New Generation Draws the Line’a bakınız.)
Bu ilginç «yaşayan hafıza” kategorisinin birçok başka örneği de mevcut. Birisi Kasım 2004’te denizden Fallujah’a yapılan ve Irak’taki İngiliz-Amerikan istilasının en kötü suçlarından biri olan saldırı.
Fallujah General Hospital’ın işgaliyle gerçekleşen saldırı da gerçekleştirilmesinden oldukça farklı olarak, büyük bir suç. Bu olay NYT’ın ön sayfasında «hastane personeli ve hastaların silahlı askerler tarafından telaşla hastaneden çıkarılmasını ve askerlerin, ellerini arkalarında bağlarken yerde oturmalarını veya yere uzanmalarını emrettiği bir fotoğrafla birlikte yayınlandı.
Hastanenin işgali övgüye değer ve haklı olarak görüldü: yetkililerin söylediğine göre militanlar için propaganda silahı olarak görülen yeri ele geçirdiler: Fallujah General Hospital, sivil kayıplarını bildirirken.
Sonuç olarak, bu ifade özgürlüğüne bir saldırı değildi ve «yaşayan hafıza” kalmaya yetecek kadar özellik taşımıyordu.
Başka sorular da var. Biri doğal olarak Fransa’nın nasıl hem düşünce özgürlüğünü hem de birlik beraberlik, özgürlük ve dayanışma kutsal prensiplerini beraber yürüttüğünü sorabilir. Örneğin sürekli uygulanan, devlete Tarihi Doğru’yu kararlaştırma ve onun buyruklarından sapmayı cezalandırma hakkı veren Gayssot yasasından dolayı mı? Katliamdan kurtulanların soyundan gelenleri Batı Avrupa’da işkence görmeye göndererek mi? Veya Kuzey Afrikalı göçmenleri Charlie Hebdo teröristlerinin cihatçı olduğu Paris banliyölerine tedaviye göndererek mi?
Cesur gazeteci Charlie Hebdo yorumlarından birinin Yahudi aleyhtarı olduğu gerekçesiyle karikatürist Sine’yi kovduğunda mı?Daha birçok soru geliyor akla.
Gözleri olan herkes diğer çarpıcı unutulanları hemen fark edecektir. Bu yüzden, vahşi şiddetin büyük meydan okumasıyla yüz yüze gelenler arasında öne çıkanlar, 2014 yazında İsrail’in Gazze’ye yaptığı, binlercesinin yanı sıra kimi zaman basın araçlarıyla birçok gazetecinin de öldürüldüğü hırçın saldırıda, bir kez daha Filistinlilerdir. İsrail ürünü olan açık hava hapishanesi inceleme yapıldığında anında çöken yalandan mazeretlerin enkazı altında kalmaktadır.
Görmezden gelinen bir başka şey de, Aralık ayında Latin Amerika’da 3 gazeteciye düzenlenen ve o yıl öldürülen gazeteci sayısını 31’e çıkaran suikasttır. Sadece Honduras’ta, 2009’daki Amerika’nın (ve de çok az ülkenin) etkin bir şekilde tanıdığı askeri darbeden sonra bir düzineden fazla gazeteci öldürüldü ki muhtemelen darbe sonrası Honduras kişi başına düşen gazeteci katli konusunda başı çekiyor. Ama yine de, basın özgürlüğüne yapılmış yaşayan hafıza tarzında bir saldırı değil.
Detaylandırmak zor değil. Bu birkaç örnek etkileyici bir bağlılık ve tutarlılıkla gözlemlenmiş genel bir prensibi gösteriyor: Düşmanlarımızı bazı suçlarla ne kadar suçlarsak zulüm o kadar büyük olur; suçlarımızın sorumluluğunu ne kadar üstlenirsek ve dolayısıyla onları sonlandırmak için ne kadar çok çabalarsak, kayıtsızlığa ve hatta inkâra yol açan kaygı o kadar az olur.
Bütün dokunaklı beyanların aksine, olay asla «Terörizm terörizmdir. Bunun iki tarafı yoktur.” değildir. Bunun kesinlikle iki tarafı vardır: Onlarınki ve bizimki. Ve bu sadece terörizm değildir.