Henüz AKP kurulmamıştı. Dünün Başbakanı, bugünün Cumhurbaşkanı olan Erdoğan, daha belediye başkanı olduğu günlerde; «demokrasi bir araçtır, binerim, istediğim durakta inerim” demişti, Bu, bugün içinde bulunduğumuz durumu açıkça ifade etmekteydi, laf olsun diye de söylenmemişti…
Araç, yapılmak istenilen bir iş veya uygulamanın nesnesi, amaç ise ulaşılmak istenilen hedeftir. Etik ve ahlak değerlerini özümsemiş, yaşamını bu değerler üzerine inşa edecek insanlar için, amaç için aracı kullanmak doğaldır. Ama art niyetli, ürkek ve korkaklar için amaca varmak, epeyce bir karmaşık yolu dolanmayı gerektirir. Nitekim, aracı amaca uygulamak için AKP’liler çok virajlı yolu seçmişlerdir. Bunu yaparken de, uluslar arası örgüt ve güçlerden destek almayı ihmal etmemişlerdir. İnanmadıkları ve içlerine sindiremeyecekleri Kopenhag kriterleri ile AB değerlerini savunmayı hile-i şer olarak benimsemişlerdir. Her merdiven basamağı çıkıldıkça, indikleri araca yeniden binerek bir ileriki durağa yolculuklarına devam etmişlerdir.
Bu gelişmeleri sağlamak için uyguladıkları yöntem, faşizmin temeli olan yalan söylemeye dayalıdır. Bu yöntem, 1930 sonrası Alman Faşizminin ideologlarından biri olan propaganda bakanı Goebbels’in yalan söyleme yöntemidir. «Ne kadar büyük yalan söylenirse, kitleler o kadar güvenle inanırlar «diyordu Goebbels. Aldatılan yalnız sıradan halk değildi. Kendilerine aydın diyen başta liberaller olmak üzere, sol dönekler, sol adına ahkam kesenler, aleviler ve Kürtlerdi. Bugün bunların büyük bir kesimi günü ve yeri geldiğinde kullanılan bir peçete gibi kenara atıldılar. Çünkü İktidar onlardan alacağını almış, artık posaları çıkmış, toplumda itibarsızlaşmış ve değersizleşmişlerdi. Faşizmin özelliklerinden en başta geleni, insanlar işe yaradıkları sürece gereklidir. Nitekim, SA’ların komutanı Hermen Hess’in de iktidar sağlamlaştıktan sonra, Hitler tarafından katli vacip görülmüştü. Fettullah Gülen Cemaatine bugün uygulananlarla benzeşmiyor mu ?
Kitleleri yönetmenin en kolay yolu, toplumu sosyal ve etnik yapılarına göre bölüp parçalamaktır. Bu amaçla da ülke önce etnik ve dinsel olarak parçalandı. Daha sonra bu bölünme de kendi içinde parçalanarak her kesim diğerine düşman edildi. Böylece ülke bütünlüğü ortadan kaldırıldı. Ülke içindeki bu parçalanma az gelmiş olacak ki, yakın komşularımızın iç işlerine burun sokulup, emperyalizmle işbirliği edilerek yakın ve uzak dindaş komşular iç savaşa sürüklendi. Böylece çevremiz kan gölüne dönüştürüldü. 1938 Almanya’sı o günlerde çevresini nasıl ateş çemberine aldıysa, günümüz iktidarı da Ortadoğu’yu ateş yumağına döndürdü. Zira faşizm kan kokusunu sever. Bir kez araç amaçla özdeşirse hangisinin ne zaman kullanılacağı belli olmaz.
Dinler özgür yurttaş yerine kul yetiştirmeyi hedefler. Zira kul biat kültürü ile oluşur. Biat edenler de baş kaldırma yerine boyun eğmeyi yeğlerler. İşte bu nedenle faşist yönetimler din ve ırk kavramını kullanarak insanları yurttaş olmak yerine, sürü yapmayı amaçlar.İktidarlar, iktidar erkinin paylaşımını asla istemezler. Bu nedenle de din temelli yönetimler demokrasi yerine otokrasi, yani diktatörlüğü severler.
Cumhuriyet kurulduğu ilk günlerde çok partili rejime geçme denemeleri dinsel başkaldırılar nedeniyle engellenmişlerdir. Geriye doğru baktığımızda; çağdaşlaşma ne zaman ivme kazansa, karşısında dinsel karşı koymalarla karşılaşmıştır. Bugün, bilimsel eğitim ve öğrenim yerine dinsel öğretiler okutularak gelecek nesillerin bilimden uzak, irdelemez, sorgulamaz bağnaz nesiller olması amaçlanmaktadır. Böylece araçla amaç özdeşleşmiş, iktidar tramvayı tek vagon olarak yol almaya devam etmektedir.
Yönetimi din temeline oturtulan ne kadar devlet varsa, hepsi yoksul, faşist ve otoriterdirler. Zira, bu devletlerin halkı, biat ettikleri kadar da düşünüp irdeleme yeteneğinden yoksundurlar. Bu tür ülkelerin zenginlikleri yönetici kesimin kasalarında birikirler. Çünkü bu ülke halkları yurttaş eksenli birey yerine, toplumsal köledirler. Eşitliğin sağlandığı nokta yoksulluk ve yoksunluktur. Yeryüzünde dini İslam olup da, kalkınmış, gelişmiş ve ilerlemeye müsait tek ülke Türkiye Cumhuriyeti’dir. Onun dışındaki tüm İslam ülkelerinin petrol dışında hiçbir zenginliği ve üretimi yoktur. Bugün ülkemiz yönetimi, üretimi dışlamış, tarımsal üretimi yapılamaz konuma getirmiş, ithalata dayalı bir politika ile ülkemizde yoksullukta eşitlik sağlamıştır.
Halk yoksullaştıkça AKP yöneticileri zenginleşmektedir. Osmanlı son yıllarında Avrupa’dan aldığı borçlarla yaptıkları saraylarda ve köşklerde yaşarken, askerlerin ayaklarında postal yoktu. Bugün de beş yüz milyar dolar borç içinde yüzülürken, saltanat kayığında oturanların beş milyar dolara 2000 odalı saray yaptırmalarıyla dünyaya rezil olunmaktadır. Sınır tanımayan görgüsüzlük, bu milletin sırtında büyük bir utanç kaynağıdır. Silkelenip bu zülden kurtulmak gerekmektedir.
Önümüzdeki yıl yapılacak genel seçimlerde, bu araçla amacı özdeşleşmiş AKP iktidarına karşı güç birliği ve dayanışma yapılmazsa; gelecek asla aydınlık olmayacak, çok daha karanlık olacaktır. Bölünüp parçalanmak yerine, birleşip büyüyerek AKP iktidarı yıkılmalıdır. Halkı sürü olmaktan kurtarmak siyasi partilerin görevidir. Ülkenin toprakları karış karış dolaşılarak bizi nasıl bir geleceğin beklediği halka anlatılmalıdır. AKP’ nin adım adım, basamak basamak çıktığı iktidardan inmesinin ve halkın kurtuluşunun son şansı yaklaşan seçimlerdir. Unutmayalım ki, kurtuluş kendi ellerimizdedir.