Gelişim ile değişim birbiriyle iç içe geçmiş iki kavramdır. Bunlardan biri gerçekleştiğinde diğeri de etkilenir. Bu etkileşimde öncelik gelişimdedir. Her türlü gelişim, ister kültürel, ister teknolojik olsun, kaçınılmaz olarak toplumda etkisini gösterir. Toplumların içinde bulunduğu çağdaş bilgi ve yaşam biçimine uyması adeta bir zorunluluktur. Bütün bu gelişim ve dönüşümler insan aklının bir ürünüdür. Zira, yalnız özgür akıl araştırıcı ve yaratıcı bir niteliğe sahiptir.
Tarihsel olarak avcı toplumdan tarım toplumuna geçişle birlikte, insan kendi yaşamını kolaylaştırmak ve geliştirmek için sürekli uğraş içinde olmuştur. Araştırıcı ve irdeleyici aklın olmadığı yerde, yeni buluş ve oluşumların olması olası değildir. Nitekim bir İslam ilahiyatçısı Profesör « Müslüman yeni buluş yapamaz, bulunanları kullanır” dediğinde, İslamiyet’in bu konudaki açmazı ister istemez akıl ve İslam konusundaki çatışmayı düşündürmektedir. İnsan aklını iki etken hep tutsak etmek istemiştir. Bunlardan biri din, diğeri de iktidar sahipleridir. Söz konusu iktidar sahipleri genel olarak iktidarlarını devam ettirmek için dini bir kalkan ve korku unsuru olarak kullanırlar. Oysa dinin, toplumsal ahlak olarak insanlar arasındaki ilişkiyi olumlu bir şekilde etkilemesi gerekir. Siyasal ve dinsel korku insanı sarmalına aldığı andan itibaren, insan aklını kullanamaz olur. Bunun sonucu bağnaz ve durağan bir toplum oluşur ki, bu da erk sahiplerinin yönetimini kolaylaştırır.
Kullanılan akıl, yani özgür düşünen insan, sınırsız düşünmeyi kendisine ilke edinir. Bu nedenle araştırıcı ve eleştireldir. Bu süreç yeni buluşlara ve ilerlemeye ivme kazandırarak teknolojinin gelişmesini sağlar. Her yeni buluş daha yeni buluşların da önünü açar. Bu döngü nedeniyle bilgi ile teknoloji birbirinin itici gücü olurlar. Yani, yeni bir teknik gelişme, yeni bilgilerin gelişmesine yol açar. Bu etkileşim kaçınılmaz olarak kültürel gelişmenin de değişimine sebep olur. Böyle bir gelişim ve değişim toplumun ilerlemesini ve değer yargılarının yenilenmesinin nedeni olur. Bu yenilenme siyasetin işlevini çok önemli aşamalara taşımak zorunda kalır. İşte bu nedenledir ki, toplumlar çeşitli siyasi rejimleri aşama aşama yaşayarak, bugün önem kazanan demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkelerini kazanmış durumdadır.
Ülkemiz bu gelişim ve değişimi Cumhuriyet ve O’nun devrimleri sayesinde elde etmiştir. Bu yenilenmeden çıkarları zarar görenler bazen etnisiteyi, bazen dini, bazen de kişisel hırslarını kullanarak toplumun gelişmesinin ve dönüşmesinin önüne set çekmeye çalışmıştır. Tüm karşı koymalara karşın, Cumhuriyet kısa bir sürede eğitim sayesinde zar zor bugünlere gelmiştir. Osmanlı’nın emperyalist güçler tarafından dağıtılmasından sonra bir ulusal kurtuluş savaşı ile kurulan Cumhuriyet, tüm yeni kurulan Müslüman ülkeler dikkate alındığında gelişebilen ve Batılı yaşam tarzını ve hukukunu özümseyen bir ülke olmuştur. Buna rağmen, ülkemiz bugün yeniden bağnaz Müslümanlar tarafından sıkıştırılmaya başlanmıştır. Çıkar çevreleri ve bazı aymaz kesim mensupları bu geriye gidiş ve dönüşün payandaları olmayı içlerine sindirmiş bulunmaktadır. Bu gidiş mutlaka Cumhuriyet sevdalıları tarafından durdurulmak zorundadır.
Bu iktidar sahipleri geçmişte «bir insan hem Müslüman hem laik olamaz” demek suretiyle İslam’ın çarpıtılmış bir inanışını topluma dayatmaktadır. Gel gör ki, dini siyasete alet ederken, çeşitli uydurma ve aldatmacalarla toplumu bir lokma bir hırkaya muhtaç kılmaktadırlar. Dün Harun olanlar bugün dini siyasete katarak Karun kadar zengin olmuşlardır ve olmak için de her tür çareye başvurmaktadırlar. Devleti kendi çıkarları adına yapılandırırken, lanetlenmiş faşizmi topluma yasalarla dayatmaktadırlar. Yolsuzluk ve hırsızlıkların üstünü örtmek ve adalet yolu ile aklanmak için bir taraftan kolluk güçlerini darmadağın ederken, diğer yandan da kendilerini yargılayacak yargıçları köşe başlarına atamaktadırlar. İleri demokrasi adına, dünyanın en gerici, en baskıcı demokrasisini din içine gizleyerek topluma benimsetmeye çalışmaktadırlar. Siyasal erki elinde tutan günümüz iktidarı, dini siyasete alet ederek, siyaseti dinin içine gizleyerek, faşizme doğru yol almaktadır.
Laik olunmadan demokrat olunamaz. Bu gerçeği gizleyerek kendi düşüncelerini yurttaşlara benimsetmek için bir taraftan AB’ye diğer yandan ABD’ye sırtını dayayarak çağdaşlık taslamaktadırlar. Mazlum Müslüman insanlarımız bağnazlıktan kurtulmadıkça bunlardan kurtulmak zordur. Kıldıkları namazı Allah adına değil, kasalarına doldurdukları dolar ve avro adına eda etmektedirler. Oysa din Allah ile kullar arasındaki bir ilişkidir. Bunlarınki ise, din ile para ilişkisidir. Bunu anlamak için iktidar mensuplarının siyasete girmeden önceki mal varlıkları ile bugünkü mal varlıkları arasındaki farkı görmek gerekmektedir. Ortaçağ Avrupa’sı da aynı konumda, zenginliği kiliseye nasip (!) eylemişti… Onlar bu açmazdan aydınlanma ile kurtulmuştur. Cumhuriyet kısa süreli aydınlanma sürecinde toplumu çağdaşlaşma yolunda laik ve devrimci bir tavırla yaşatmıştır. Çok partili demokratik rejime geçişle birlikte, din tekrar siyaset eksenine oturtulmuş ve ülke bu günlere getirilmiştir.
Cumhuriyet bugün hastadır ve laisizmden günden güne uzaklaşmaktadır.
Yanı başımızda komşumuz olan Suriye’yi Muaviye dönemine dönüştürmek için El Kaide ve El Nusra gibi güçlere destek vermektedir. Sınırımızda oluşan bu bağnaz yapılaşmanın yarın başımıza bela olacağı bugünden görünmektedir. Zira, her gelişimin bir dönüşüme uğrayacağı eşyanın tabiatı gereğidir. Kararlı ve dirençli tavrımızla, toplumu dinin içine hapsetmek yerine, dini insanın vicdanına yerleştirerek cumhuriyeti yeniden kuruluş felsefesine taşımak için çalışmalıyız. Başka tür bir kurtuluş yoktur