AKP iktidarı ve O’nun kurucu Genel Başkanı, o yıllarda ülkenin demokrat ve özgürlük sevdalılarını yanına çekmek amacıyla, inanmadığı söylemlerle liderlik sıfatı kazanmaya çalıştı. Kendisini yere göğe sığdıramayıp yandaşlaşma yarışına girenler ülkeyi bir bataklığın içine çektiklerinin ayırdına varamadılar. Anayasa Referandumu ile son hamlesini yapan Erdoğan, hem kendi partisi içinde hem de ülkenin genelinde tek söz ve karar sahibi oldu. Buraya gelinceye kadar merdiven basamaklarını teker teker çıkarak, devletin tüm kurumlarını yandaşlara teslim etti. Bu süreç bir taraftan yandaşları ikbal sahibi yaparken diğer yandan yeni zenginler yaratarak iktidarını muktedir yaptı. İhtiras ve aç gözlülük faşizme giden yolun parke taşlarını döşedi.
Genel Müdürlüklerden Cumhurbaşkanlığına varana kadar emir ve komuta zinciri içinde devleti ele geçirince, aslı astarı olmayan Ergenekon, Balyoz ,Casusluk, KCK, ODA Tv. v.s. davalarla topluma korku ile dehşet saçarak kendisine karşı olabilecekleri, ordudan aydınlara varıncaya kadar, Silivri zindanlarına doldurdu. Ülke adım adım bataklığa sürüklenirken, Erdoğan karşıtlarını aşağılarken, ailesini iş- güç ve milyon dolarlar sahibi yapıyordu. Kimse bu değirmenin suyunun nereden ve nasıl geldiğini sormaya cesaret edemiyordu. Yasa dışılıkları dillendirenler de sorgusuz-sualsiz Silivri Zindanlarını boyluyordu. Bunun adı da ileri demokrasi oluyordu. İleri demokrasinin yandaşları olan sol dönekler ve liberal sahte namuslular Bay Erdoğan’ı uluslar arası bir lider statüsüne yükseltiyor, onu nerede ise doğaüstü güç sahibi yapıyorlardı. Pohpohlandıkça azan Başbakan Türkiye’ye sığmıyor bir anda kendince dünya çapında bir lider oluyordu. Faşizmin kabına sığmazlığı kendisini saldırgan yapıyor, çevredeki ülkelere akıl vermekle kalmayıp, Onların iç işlerine de karışıyordu. Orta Doğu’dan Afrika ve Asya’ya varana dek ülkeleri şekillendirmeye kalkıyordu.
Mazlumluktan mağrurluğa, yoksulluktan zalimliğe geçiş öyle kendiliğinden olan bir olgu değildir. ABD işbirliği ve AB kriterleri kendisinin kabına sığmazlığına bir örtü oluyordu. İnanmadığı ne kadar çağdaş ilke ve kurum varsa hepsine sahip çıkıyor ama bu değerleri kullanırken aşağılamaktan da büyük zevk alıyordu. Güç baş döndürmüş, din anlamsız bir şekilde elinde bir silah olmuştu. Bir bölen olarak hem ülkeyi hem de dost ülkeleri karşıt guruplara ayırarak insanların bir birlerini kırmasına destek veriyordu. Bütün bu oluşumlar 17-Aralık ve 25 – Aralık -2013 tarihindeki yolsuzluk tutuklamalarına kadar gelişti. Bu tarihte oğlu Bilal’in sıfırlayamadığı evde bulunan paralar ile bakan çocuklarının yatak odalarına metres gibi doldurulan paralar halkın gözüne iktidarın ne işe yaradığını sergiliyordu.
Her geçen gün ülkeyi bataklığın içine çekerken, gelecek millete umut vermez oluyor, bu sürükleniş iktidar içi kavgayı biraz mezhepsel biraz da maddi güç elde etmek için körükler oluyordu. İktidarın Kumpas kanadı dün Erdoğan’a muktedirlik sağlarken bugün iktidardan uzaklaştırma görevi üsleniyordu. Bunun sonucu olarak emniyet mensuplarının kırk bini oradan oraya sürülüyor, savcı ve hakimler hallaç pamuğu gibi atılıyordu. Artık benim kolluk gücüm, senin kolluk gücün, benim savcı ve hakimim senin savcı ve hakimin şeklinde yeni bir yargı sistemi oluşturuluyordu.
Gelinen bu nokta Erdoğan’ın hakim devletinin son aşamasıdır. Adil devlet çökmüş, iktidar hem içeride hem dışarıda itibarsızlaşmış bulunmaktadır. Bataklıklarda sadece sivrisinekler yetişir. Onunla da hiçbir kimse ve toplum birlikte yaşamak istemez. Böyle bir durumda yapılacak tek şey; bu bataklığın kurutulmasıdır. Demokrasilerde bunun yolu da sandıktır.
Hükümet sıfır sorunla komşularla yaşamayı diline dolamışken, barışık yaşadığımız hiçbir komşu ülke kalmamıştır. Zira komşu ülkeler ağabeylik ve önderlik değil, yoldaşlık ve dayanışma istemektedir. İktidarın hırsı ve aymazlığı din anlayışı içinde erimiş olduğundan, komşu ülke insanlarını da kamplaştırmış, onları iç savaşlara sürüklemiştir.
Filistin’in Gazze bölgesini desteklerken, Batı Şeria bölgesi’ndeki laik Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Mahmut Abbas’la ilişkileri yüzeysel tutmaktadır. İsrail ile Hamas’ın arasında sık sık görünen çatışmanın ana nedeni Erdoğan’ın ikiyüzlü siyasetidir. İsrail ile çatışır, Gazze’yi korur görünürken, İsrail jet uçaklarının Gazze’ye bomba yağdırması için oğlunun gemisi İsrail limanlarına jet yakıtı boşaltmaktadır. Para, değer ve inanç yargılarını alt üst etmiş, ailede var olan para hırsı öncelik almıştır. Ölen her Gazzeli ve Müslüman’ın kanı Oğul Burak’ın kasasına dolar olarak girmektedir. Kısaca şunu belirtmek gerekir ki, yalnız ülkemiz bataklığa çevrilmedi, Suriye’den Mısır’a, Irak’tan Filistin’e ve Libya’ya kadar tüm dost ülkeler birer savaş bataklığına dönüştü.
Tarih bilinci olmayan, uluslar arası siyaseti algılayamayıp sadece var olan ortamda para kazanmayı düşünen bir insan, şimdi de ülkenin Cumhuriyet rejimini değiştirme sevdasına kapılarak Cumhurreisliği’ne adaylığını koymuş bulunmaktadır. Halkın seçeceği cumhurbaşkanlığı ile parlamenter sistemde seçilen Cumhurbaşkanlığını birbirine karıştırarak yürüttüğü görevden istifa etmemektedir. Devletin tüm olanaklarını kullanarak eşitsiz yürüttüğü kampanya ile rakiplerinin karşısında ahlak ve etik dışı bir tavır sergilemektedir. Devleti kendi malı sanan mantığı ile yaşamayı hak etmediği bu toplumda başa geçmek istemesi doyumsuz bir beyne sahip olduğunu göstermektedir. «Kendisinde Allah’ın tüm vasıflarının bulunduğunu” söyleyenlere inanarak, siyaseti dine bulaştırarak bin dört yüz yıl önceki bir inanışla ülkeye hakim olmaya çalışan bu zihniyete dur deme zamanı gelmiş ve hatta geçmiş bulunmaktadır. Bu sebeple önümüzdeki 10-Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçiminde oylarımıza sahip çıkarak ortak adayı seçmemiz bir zorunluluktur. Hiçbir sebep ve ideoloji İhsanoğlu’na karşı durmaya gerekçe olamaz. Gün bataklığı elbirliği ile kurutma zamanıdır. Atın bile sırtında taşımayıp yere attığı birini, ulus olarak üstümüzde tutmak zorunda değiliz.