Çağdaş ve aydınlık Türkiye’yi içlerine sindiremeyenler, cumhuriyeti hedef alarak, sinsice, bazen de açıkça aydınlanma ve ilerlemeye karşı durmaktadırlar. Üstelik de bunu din eksenine oturtma çabası içinde, halkın kutsallarını istismar ederek yapmaktadırlar.
Batı’nın karanlıkta yaşadığı dönemde kurulan Osmanlı, o günün koşullarında üç yüz yıl dünya siyasetinde başrol oynadı. Bu rol, bugün bazılarının söylediği gibi tümüyle hoşgörü ve anlayışa dayalı değildi. Fethedilen yerler ya vergilendirilerek ya da İslamlaştırılarak yönetilmiştir. Bugün bile Batılı, çocuklarını «Türkler geliyor” diyerek korkutmaktadır. Batının bugünkü durumu karanlıktan aydınlığa geçişle gerçekleşmiştir. Bu da «kralın hakkı krala, kilisenin hakkı kiliseye” verilerek, dinin siyaset dışı bırakılması, kısaca laisizm ve sekülerizm ile sağlanmıştır.
Cumhuriyetimiz de Osmanlı’nın içine sürüklendiği bataklıktan, laiklikle kurtulmuştur. Laik olmak, birey olmaktır. Birey olunmadan laik, laik olunmadan da özgür olunamaz. Nitekim cumhuriyet bu sayede kuruluş aşamasında ve sonrasında dünyada saygın ve onurlu yerini almıştır. Bu gelişme dinde reform yapılarak değil, insan aklını özgür kılarak, Türk ulusunu karanlıktan çıkarmakla olmuştur. Karanlık insanın yürümesini ve görmesini engeller. Laik Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının gideceği yolu eğitimle aydınlatmış, hızlı ve büyük adımlarla ilerlemesini sağlamıştır.
Bugün İslam ülkelerinin büyük bir çoğunluğu bağnaz, dini kendi çıkarları ile egemenlikleri adına kullananların baskı yönetimleri ile varlıklarını sürdürmektedir. Bunların içinde bir kısmı zengin olsalar da, bu onların sahip oldukları petrole dayanmakta ve petrol geliri de sadece birkaç ailenin elinde bulunmaktadır. Aydınlıktan korkan bu ülkelerin dayanağı da emperyalizmdir. Bugün Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren savaşlar egemenlerin iktidarının devamı içindir. Ölenler halk, yaşayanlar ise her dönem olduğu gibi şeyh ve krallardır. Zenginliklerinin kaynakları akıl değil, paradır. Gün gelip bu kaynaklar bittiğinde, o ülkeler kendi karanlıklarında köleliklerine devam edeceklerdir.
Aydınlıkla karanlığın çatışması bir alın yazısı değildir. Bunun böyle olmadığını Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal göstermiştir. Osmanlı dünyadaki gelişmeleri hep iki yüz yıl geriden izlemiştir. Batıda aydınlanmadan sonraki teknolojik gelişmeler ile oluşan ekonomik ilerleme, önce askeri gücü geliştirmek için Osmanlı ülkesine getirilmek istendiğinde, karanlık anlayış «bunlar gavur icadıdır” diyerek hep karşı çıkmıştır. Cumhuriyetin kurucu kadrosu ise, bu söylemleri ellerinin tersi ile iterek aydınlanma yolunu açmıştır. Bu gelişmelerden korkanlar ve çıkarları zedelenenler dini siyasete kalkan yaparak sonunda emperyalizmle işbirliği yapıp iktidarı ele geçirmiştir. Adım adım ülkeyi yeniden aydınlıktan karanlığa dönüştürmek için dini gerekçeler gösterilerek uygulamaya geçilmiştir. Örtünme, içki ve giyim-kuşamda gösterdikleri tepki ve eğitimdeki uygulamalar karanlığa dönüşün gözümüze soktukları fütursuz işaretlerdir.
Devrimler aydınlanmaya açılan yoldur. Ama devrimler zaman zaman kesintiye uğrayabilirler. Hatta geriye dönüşler bile olabilir. Biliriz ki, her gecenin bir sabahı olduğu gibi, devrimlerin de her zaman için şafak vakti vardır. Çünkü sabahlar yaşamak için insana güç verir. Yeter ki insan içinde sakladığı yaşama sevincini yitirmesin. Tevfik Fikret oğlu Haluk’a « Geceler tul-ü haşre kadar sürmez, sabah olacaktır” diye seslenirken, Nazım Hikmet « Sen yanmasan, ben yanmasam, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” diye bağırıyordu.
Cumhuriyetin temeli aydınlanma ile atıldı. Harcı aklın üstünlüğü ve çağdaşlıktır. Şeyhlerin, Emirliklerin ve Suudiler’in aklı ile yön bulanlar, kısa süre sonra kılavuzlarının ne menem şey olduğunu görecekler ve saplandıkları bataklıkta yok olacaklardır. Cumhuriyetin dayanakları olan akıl ve aydınlık sabahın geceyi boğduğu gibi günümüz uygulamalarını boğacak ülkemiz üzerine güneş yeniden doğacaktır.