Bir önceki yazıda bir edimin/düşüncenin/tavrın seçim olabilmesi için gerekli koşulları şu şekilde sıralanmıştı:
– Seçim olabilmesi için seçenekler çokluğu gereklidir. (seçenekler çokluğu)
– Seçim olabilmesi için seçenin ne seçtiğini bilmesi gerekmektedir. (farkındalık)
– Seçimin özgür olabilmesi için seçmenin seçtiğini neden seçtiğini bilmesi gerekmektedir. (nedeni bilmek)
Oysa, yaptığımızı sandığımız birçok seçim biz farkında olmaksızın gerçekleşmektedir. Benlik algımız ve rasyonelleştirme yetimiz kendimizi bu seçimlerin faili olarak görmemize yol açıyor.
Benjamin Libet’in 1980’li yıllarda yaptığı araştırmaları özetlediği çalışması «Time of conscious intention to act in relation to onset of cerebral activity (readiness potential)” (1983) bu konuda çığır açmıştır. Çalışmada sözü edilen «hazırlık potansiyeli” (readiness potential) kavramı öznenin seçimi öncesinde gerçekleşen ve kişinin bilincinde olmadığı halde EEG cihazında görüntülenen bir nörofizyolojik sürece karşılık gelmektedir. Bu deneye göre belirli bir uyarana bilinçli tepki vermesi beklenen öznelerin uyaran-tepki etkileşimine eşlik eden beyin etkinlikleri ölçüldüğünde bilincinde olunmayan bir süreç «seçme edimini” öncelemektedir. Yapılan ölçümler, kişinin karar aldığını belirttiği anla seçme ediminin yapıldığı an arasındaki fark bilinçsiz bir «seçim”in olduğuna işaret etmektedir. Libet’in ölçümlerinin doğrulandığı ve henüz yanlışlanmadığı düşünüldüğünde bu sonuçların bilimselliğinden kuşku duymamızı gerektirecek bir durum olmadığı görülecektir.
Her ne kadar Libet’in deneyinin konusu olan olayın (bir görsel uyarana karşı elle tepki verme olayı) her durum için geçerli olmayacağı düşünülebilse de uzun karar alma süreçlerini deneyimleyen bizlerin karşılaştığı olayların büyük bir bölümünün son tahlilde bu türden uyaranlara tepkilerden oluştuğunu kabul etmek zor olmayacaktır.
Libet’in deneyinin önemi nedir?
Yukarıda seçimin koşulları arasında üç koşul saymıştık: Seçenek çokluğu, farkındalık, seçim nedenimizi bilmek.
Libet’in deneyine göre ortada bir seçenek çokluğu yer almamaktadır, zira kişinin seçtiği şeyi seçmeyip bir başka şeyi seçme şansı yoktur. Çünkü böyle bir şansın olması için mevcut seçimin öncesinde açık ve net bir karar alma süreci yer alması gerekirdi.
Seçim nedenimizi bilmek koşulu çok net ifade edilmedikçe Libet’in deneyiyle uyumlu olup olmadığı anlaşılamayacaktır. Eğer bu koşuldan kastımız seçim sonrasında seçim nedenimizi keşfedebilmemizse bu koşulun, Libet’in deneyiyle uyumsuz olmak bir yana, onun gereği olduğunu söylemek doğru olacaktır. Ancak kastedilen seçim öncesinde seçim nedenimizi bilmek ise bu koşul söz konusu deneyle kesinkes uyumsuz olacaktır.
Libet’in deneyi farkındalık koşuluna aykırı bir sonuca yol açmamaktadır. Dolayısıyla, karar alma süreci konusunda yanılgıya düşsek bile seçilenin ne olduğunun farkında olabiliriz.
Özetlersek, Libet’in deneyi, şayet seçim yapmak mümkünse, seçim kavramımızı değiştirmektedir. Seçilenin neden seçildiğini seçme sürecinde bilemeyebiliriz ancak bu nedeni bilimsel bir araştırma sonucunda keşfedebiliriz. Seçimimizin ya da seçilen şeyin seçildiğini fark edebiliriz. Dahası teorik anlamda bir seçenekler çokluğu içerisinde bulunduğumuzu da düşünebiliriz. Yine de bu soyut bir biçimde ele alınırsa bizi yanlışa sürükleyecektir. Seçenekler çokluğu çoğu zaman içinde bulunduğumuz durumların net bir biçimde bilinmemesinden, ifade edilmemesinden kaynaklanan bir yanılgı olabilir. Bir süredir aç olduğunu unuttuğu halde iradesinin zayıfladığını hissetmeyen bir tüketici almaktan kaçındığı bir eşyayı aldığında gerçekten de «almamasının mümkün olduğunu” söylemek ne derece doğrudur? Bu durumda ölçüm araçlarımız ve farkındalığımız yeterince keskin olmadığından kişiyi yaptığı «seçimden” ötürü suçlayabiliriz. Fakat, kanımızca en doğrusu, iradenin bir yanılgı olmadığını varsayarsak, kişi söz konusu «seçimden” değil, «aç aç tüketim yapacağı bir sürece girdiği” için suçludur. İnsanlar belirli koşullar altında belirli edimlere koşullanırlar, o halde değiştirilmesi, farkında olunması gereken temel etmen içinde bulunduğumuz koşulların nelere zemin hazırlayabileceğini fark etmektir.
Düşünsel karar alma süreçleri
Bu ara başlığı netleştirmek gerekmektedir. Yukarıda Libet deneyinde ele alınan olay, bir satranç oyununda yapılacak hamleden, kişinin kendi dinini seçme sürecinden, cumhurbaşkanlığı seçiminde oy kullanmaktan oldukça farklıdır.
Seçeneklerin kültürel, politik, rastlantısal etmenlerle ambalajlanması, gizlenmesi durumlarında da özgür bir seçimden söz etmek mümkün olmayacaktır. Dahası, bu tür seçimlerde arzu edilen hedefin tam anlamıyla dışındaki bir seçimin yapılması olanaklıdır. Kişilerin belirli imgelerle, hedeflerle, etmenlerle güdülenmeleri sonucunda seçimlerinin sakatlanması mümkündür. Bu konuda Türk seçmeni bir hayli yaralıdır.
Amaçlarla etkilerin ayrıştırılmaması durumunda seçim yapması beklenenlerin farkında olmaksızın güdülenmiş bir biçimde hareket etmeleri kolaylaşmaktadır. Birçoğumuz televizyonda müziğini, karakterlerini, metnini çok rahatsız edici bulduğumuz bir reklamdan kendimizi alamadan izlediğimizi fark etmişizdir. Kanalı değiştirdiğimizde, hatta aradan günler, kimi zaman yıllar geçse bile reklamda çalan «cıngıl”ın kulaklarımızda yankılandığını fark etmişizdir. Bu gibi reklamlarda reklamcı, seyircilerin sandığı gibi kulağa güzel gelen ya da mantığımıza hitap eden bir reklamdansa, hafızamızdan silinmeyecek reklamları hedeflemektedir. Belki de «reklamın iyisi kötüsü olmaz” deyişi bu çerçevede yeniden yorumlanabilir.
Hele bir de ilk yazımızda ele aldığımız cognitive bias (yanlılık) türleri ile birlikte düşünüldüğünde karar alma süreçlerimizin ne oranda sakatlandığını saptamak rahatsız edici bir hal almaktadır.
Peki, tüm bunların düşünsel karar alma süreçleri ile ilişkisi nedir? Düşünsel nitelikteki olaylar hakkında yapılan seçimlerin birçoğu önceden ilişkilendirilmiş duygusal-tepkisel olaylarca güdülenirler. Bu iki tür karar alma/seçme süreci öylesine iç içe geçmiştir ki duygusal olmasını beklediğimiz çoğu tepkimiz kültürel, törensel süreçlere eşlik etmektedir. Sevgilisi tarafından aldatılan kişinin duygusal tepkisi hiç de öyle beklendiği gibi anlık bir tepkiye hapsolmamakta, kültürel-sanatsal-törensel biçimlerle harmanlanıp uzun soluklu eylemler zincirinde kendini göstermeyi sürdürmektedir. Benzer şekilde, yaşamsal güçlüklerle boğuşan ve ruhsal açıdan kendini zayıf hisseden kişiler oldukça kültürel biçimlerde bu tepkilerini dışa vurmaktadır. Bunların da ötesinde farklı siyasal gruplar «anlık” öfkelerini farklı biçimlerde dışa vurmaktadırlar. Bir grup karşıt fikirli aydınları linç ederken diğer grup karşıt fikirli düşün insanlarını alaya almayı, mekanlardan kovmayı, aşağılamayı, onlara laf atmayı seçmekle yetinebiliyor.
Yukarıda yazılanlardan görüleceği gibi düşünsel karar alma süreçleri Libet’in deneyindeki olaylar denli evrensel ve anlık değildir. Ancak tüm bunlarda ortak olan seçim yapan öznelerin geçmiş deneyimlerinin, bilişsel durumlarının, içinde bulundukları koşulların belirleyiciliğinin boyutlarıdır. Her iki olayda da bu sayılan koşullardan bağımsız bir seçim olanağı yoktur.
Arzu edilmeyen sonuç ve seçimlerden kurtulmak için hangi koşullarda hangi zihinsel yapıların ne tür bir seçimde/eylemde bulunabileceğini araştırıp bu araştırma sonucunda içinde bulunduğumuz koşulları değiştirerek farklı sonuçları hedeflemeliyiz.
Alışkanlık edinme ya da mevcut alışkanlıktan kurtulma gibi hedefleri başaran kişileri görmüşüzdür. Dolayısıyla, söz konusu değişimler mümkündür. Esas mesele, bu değişimlerin nasıl yapıldığını bilimsel olarak saptamak ve söz konusu değişimler için yol haritası çıkartmaktır.
Genelde bu iki maddeyi başaranların tıkandığı üçüncü bir madde daha vardır: Yoldan dönüşlerin anlaşılması ve önlemler. Bu maddeyi anlayabilmek için çok bildik bir örnek yerinde olacaktır. Etrafımızda sigara içmeyi belirli sürelerde bırakabilen kişileri görmüşüzdür. Bu kişilerin başarıları, hiç kuşku yok ki, önemlidir. Ancak bizim açımızdan önemli olan sigara içmeye tekrar, neden, hangi koşullarda başladıklarıdır. Bu saptanmadıkça, yoldan dönüşleri önlemek zor görünmektedir.
Söz konusu değişimlerde unutulmaması ve kavranması gerekenlerin başında söz konusu değişim için gerekli adımların başında iradenin kullanımının öğrenilmesi gerektiğidir. İrade çoğu zaman doğuştan bir yetenek ya da çocuklukta edinilen ve sonradan bir daha geliştirilemeyen bir yeti olarak düşünülmektedir. Oysa, irade, öğrenilebilen, geliştirilebilen sürekli olarak diri tutulması gereken (bir kas gibi) yaklaşım ve davranış biçimidir. İradenin gelişimi ise iradeyi gerektiren davranış değişimlerden bağımsız olarak mümkün değildir. Uzun sözün kısası, irade, onu kullandıkça gelişmektedir. Dolayısıyla, irade sınavı vermesi gerekenler iradelerini geliştirme konusunda bir hayli avantajlıdır.
Kişinin kendisi için seçim yapması, karar alma ve uygulama süreçlerini başarıyla yürütmesi için üç zorunlu koşul bulunmaktadır:
1- Rasyonel düşünme becerisi, azmi, kararlılığı: Bu edinilebilir ve üzerinde çalışılabilir bir yetidir. Bunun için öncelikle eleştirel düşünme yöntemleri kavranmalıdır. Bu konuyu ileriki yazılarda açmaya çalışacağız.
2- İrade kullanımı, kararlılık, kendini adama: Yukarıda anlatılanlardan da görülebileceği gibi bu da edinilebilir bir davranış ve yaklaşım biçimidir. Bunun için iradenin sınanacağı değişim hedefleri, bu hedefleri ilerleme yolunun planlanması ve tüm bunların rasyonel bir biçimde belirlenmesi gerekmektedir.
3- Maddi koşullar: Kişinin bedensel, akılsal açıdan bir eksiğinin olmaması ve yaşamsal açıdan önünde ciddi bir engelin bulunmaması gerekmektedir. Değiştirilmesi en zor koşul budur. Ancak bu koşulu değiştirebilmek için ilk iki koşul gerekli olduğundan, bundan sonra esas olarak bu iki koşula odaklanılacaktır.