Bir muhalefet düşünün ki ülkenin en eğitimli, en müreffeh, en anlayışlı ve en dayanışmacı seçmen kesimine dayanıyor. Bir muhalefet düşünün ki ülkenin tek tek en becerikli insanları arkasına almış. Arkasına almakla da kalmamış, kitlesinin fersah fersah gerisine düşmüş. Sözüm sadece CHP’ye değil. Baştan söyleyeyim.
Son yirmi yılı düşünelim. Kaç temiz isim siyaseti bıraktı? Sadece ünlü olanları düşünsek bile yeter. Bir şeyler yaparım umuduyla parti kapılarını aşındıranları, telefonla yetkililere ulaşmaya çalışanları, kitle örgütlerine hayatını vakfedenleri düşünürsek kahroluruz. Parti fark etmeksizin bazı değerli isimleri sayacağım. Bakalım kimleri unutmuşuz, bizi nasıl unutmuşlar.
Ama önce birkaç noktaya daha değineyim. Diyelim ki haklıyım: Kirli siyaset temiz siyaseti kovuyor. Başka şekilde söylersek kirli isimler temiz isimleri kovuyor. Peki, ne yapacağız? Temiz isimler veya temiz olmak isteyenler ne yapmalı? İlkelere ve birbirilerine sarılmalılar. Peki, hangi ilke? Altıok mu? Marksizm-Leninizm mi? Sosyal demokrasi mi? Hiçbirini kast etmiyorum. Temiz siyaseti inşa etmek için gerekli ilkeleri kast ediyorum. İtiraf etmeliyim, bu ilkelerin sayısını bilmiyorum. Dolayısıyla, en yükseklerden söylev vermeyeceğim. Ama birkaçı aklıma geliyor: Liyakat, şeffaflık, hesap verilebilirlik, yasalara ve hukuka bağlılık. Bana bunlar yeterli görünüyor. Ama çok iddialı olmayacağım. Bu ilkelere sıkı sıkıya sarılsak tehlike yok mu? Elbette var. Peki, ne gibi tehlikeler var? Öncelikle, temiz insanlar bu ilkeleri gözetmeye başladığında ”ben yeterli değilim, benden daha yetkinler var” deyip geri çekilebilirler. Çoğu zaman böyle de oluyor. Ya da ”acaba, yeterince şeffaf olabilir miyim?” diye soruyorlar kendilerine. Zaten kendi kendine bunu soranları siyasete sokabilsek yeter. İstisnalar hariç, siyasettekiler bunları hiç sormayan kişiler. Hal böyleyken ”temiz”lerin en büyük engeli kendileri. İsmet Paşa’nın dediği gibi davranmalıyız. Namuslular en az namussuzlar kadar cesur olmalı.
Şimdi, sözümü tutma zamanı. Bazı temiz kişileri sayacağım: Emrehan Halıcı, Taylan Yıldız, Suat Çağlayan, Emine Ülker Tarhan, Nasuh Mahruki, Ali Türkşen, Levent Kırca, Emre Kınay, İrfan Değirmenci, Serhat Özcan, Candan Erçetin, Yusuf Halaçoğlu, Algan Hacaloğlu, Onur Öymen, Şükrü Sina Gürel, Ümit Kocasakal, Hüseyin Aygün, Namık Kemal Zeybek, Hacer Foggo, Aykut Erdoğdu…
Sırf örnek olsun diye bazı temiz kişilerin adlarını saydım. Dikkat ederseniz bu kişiler arasında ideolojik veya felsefi bir ortaklık yok. Tek ortak noktaları, liyakat sahibi, yetkin, cesur ve sorumluluk sahibi insanlar olmaları. Ama bu kişilerdense birilerinin vekil kıldığı ”yıldız”lar, ”işbitirici”ler, ”siyasi akil”ler siyasette köşe kapıyor.
Hadi tüm bu isimlerin ”işe yaramaz” olduğunu varsayalım. Tüm araştırmalarda başlıca sorunlarımız olarak görülen, ekonomi, deprem, göçmen/sığınmacı, sağlık, gıda, beyin göçü ve terör başlıkları altında dişe dokunur bir şeyler söyleyebilen kaç kişi siyasette? Ya da partiler bu konularda yetkin üyelerinden kaçına kulak veriyor? Bu kişilerden kaçını halkla buluşturuyor?
Türkiye’nin dört bir yanında, biliminsanları, araştırmacılar, sektörden insanlara muhalefetin kapısını çalıyor, katkı koymaya çalışıyor, kendi mecralarından sesleniyor. Seslerini duyuyor musunuz? Twitter da olmasa tamamen kör, sağır ve dilsiz olacağız. Şimdiyse varlık içinde yokluğu deneyimlediğimizi görebiliyoruz.
Artık yetkililere seslenmenin bir anlamı yok. Temiz, namuslu ve yetkin insanlara ”el atın şu siyasete” diye yalvarmaktan başka yapılacak bir şey kaldı mı? Ya namuslular bir adım öne çıkacak ya da niteliksizlik ve kötülük kazanacak.