Madeni gördüm dün Soma’da. Gördüklerimi yazmak zorundayım Günler geçmiş, daha bir savcı, bilirkişi, görüntü alan, fotoğraf çeken, tutanak tutan bir tek görevli yoktu ortalıkta. Koşuşturup duranlar, dışarıda ocak önünde nöbet tutan acılı aileler, adet yerini bulsun diye koca koca markalarını göze sokmak için çadır kurmuş, araçlarını getirip park etmiş fiyakalı firmalar vardı… Turistik merkez gezer gibi gezip dolaşıp hatıra fotoğrafı çekenler. Ne kanıtların tespiti yapılıyor, ne bir ses, ne bir nefes var güven veren, varsa da ben görmedim…
Malum, hukuk güvenliği gözden yiteli çok oldu bu ülkede, artık kimse aramıyor. Hukuk çözer mi bu katliamı? Zor. Deliller kararır mı? Kararır böyle giderse. Ne ihtiyati tedbir kararı var, ne olası şüpheliler hakkında yurtdışı çıkış yasağı, ne de başka bir adli kontrol talebi. 300 candan söz ediliyor, 300 can dile kolay. Yanan bir sobada gibi kavrulmuş canlar binlerce metre aşağıdan çıkartılırken ne devletin ihmali, hatta işbirliği sorgulanıyor ne bişey. O havasız ortamda bile suni teneffüs yapıp, can kurtarmaya çalışırken düşüp can verenler, ölürken birbirine sarılıp, kardeş olanlar var dediler. Herkes bir şey anlatıyor, sayılar havada uçuşuyor. Listelere kimse güvenmiyor. Tam bir kaos.
Oğlu ölen çok kadın gördüm dün Soma’da, Kınık’ta. Oğulları aynı gün ölen bir kadın.
Kınık’ın içinde, döne döne çıkılan yolu toprak bir köyün içinde, Elmadere köyünün içinde bir yoksul ev. Evin içinde acıların acısı. Beton üstüne atılmış şiltede ağlayan 10 anne. Her birinin birer, birinin iki oğlu birden yok artık. Küçücük yoksul bir dağ köyünün kaybı, acısı, dağın yamacına kazıp defnettikleri taze oğulları, şimdiden dolmuş, özenle hazırladıkları küçük şehitlikleri… Orman köyü, hayvancılık yapamıyorlar, arazi yok, madenin üç kuruşuna mahkumlar… Sehitliğin de içinde bulunduğu orman alanını da maden için satmış devlet onu anlattı acılı gençler, artık kalamayız buralarda, «bize göç yolları göründü” dediler bir ara.
Oğullarını kaybeden o kadınsa herşeyden unutulmazdı. İkisi birden aynı yerde aynı gün ölmüşlerdi. Beni görmüyordu, sadece haykırıyor ve oğullarını anlatıyordu. Sanki yeryüzü, gökyüzü, oturduğu taş zemin, eşyalar onunla ağlıyor, sanki yüreğindeki yangın sönsün ister gibi üstünü başını yırtmak istiyordu. Kalk oğlum, kalk oğlum, kalk kuzum dayanamam diye haykırıyor, ikisi birden gitti tek kızım kaldı artık diye sayıklıyor. İçinin ateşi yüzüne vurmuş, yanıyor.
Ve herkes, ama herkes kaderiyle başbaşa, başetmeye çalışıyor. Devlet yok, belediye başkanı hiç uğramamış. Bense, kendime kırgınım niye burda kalamıyorum hep. Dünyaya kırgınım niye bu kadar kötü, niye bu kadar yüreklere zarar bir yer. Ülkeme kırgınım niye bu çağda kurulan köle pazarlarına engel olamadık, niye insanlar başka insanların sahibi? Kızgınlık olsa, ağlarsın, kavga eder hepsiyle, olmadı barışırsın, geçer ama öyle değil işte. Bu kırgınlık çok ağır, çok.
Böyle dehşetli anlar, acıdan yanmış mekanlar görmedim ben. Gencecikti çoğu, annelerinin ciğer pareleriydi, canlarının parçaları. Evlat yitirmek nedir, evlat acısı nedir, bize bir yıldır öğrete öğrete bitiremediler. Yine bu ay başlamışlardı geçen yıl, daha bitiremediler. Böyle siyaset olmaz olsun diyorum. Buna da sessiz kalmamız, sakin olmamız filan isteniyorsa ilgililere duyururum ki, «o kadar uzun boylu değil”, uzun tamam ama o kadar da değil!
Evet, duymayacaklar. Fıtratında nefret olanlar sussun, sonsuza dek sussun diyeceksin. Duymayacaklar. «AB standardında iş güvenliğimizle biz muhteşemiz, tek suçlu ölenler, bla bla diyenlere, «matemimiz çok derin, onlar bu derin matemi hakediyor biraz sessizlik, susun” diyeceksin. Ama susmayacaklar. Parmak sallayıp azarlamaya, aşağılamaya, yoksul düşmanlığına, «sandık da sandık” demeye devam edecekler. Hay sandığınız başınızda paralansın, hırsızlık gibi, cinayeti de mi artık sandık aklıyor söyleyin? Sussun tekmeci, yumrukçu halk düşmanları sussun ki, anneler, çocuklar, gencecik gelinler sessizce yasını tutsun, bu katliamın hesabı sorulsun diyeceksin duymayacaklar.
«Siyaset, insanın yaşaması, mutlu olması için yapılır, katliamları aklamak için, kanlı paraları istiflemek için değil” diyeceksin, aldırmayacaklar. «Onların kömür tozlu çizmeleri ülkenin en temiz şeyleriydi, kalbi kirli olanlar utansın” diyeceksin utanmayacaklar. «En onurlu, en temiz, en yoksul adamlar toprağın altında, ya onursuz, kirli ve en zenginler” diyeceksin anlamayacaklar.
Olanlardan vicdanlar sızlasın istiyorum, olmuyor. Pekala, sızlamayanlar için onların yerine varsın bizim vicdanlarımız tekrar tekrar ve tekrar sızlasın. Varsın bu kadar güzel adam ölmüşken biz yaşamaktan ağır utanalım.