Ülkemiz ateş altında. Gençlerimiz katledildi. Asker ve polislerimiz şehit
ediliyor. Daha zor günlerin habercisi bir sarmala girdik.
Son 13 yıldır uygulanan iç ve dış politika hataları, halkını koruması
gereken devletin bizzat teröre kapı aralaması, terör örgütlerinin
beslenmesi ve taban kazanması için uygun ortam sağladı. Kimin ne
istediğinin, kimin ne vereceğinin bir türlü anlaşılamadığı bir sürecin ve
silah bırakmamış bir terör örgütüyle masaya oturmanın PKK’yı nasıl
güçlendirdiğini de, cihatçı terör unsurlarının, sınır güvenliği olmayan
Türkiye’ye geçişte hiçbir zorluk çekmediğini de gördük. MİT tarafından
taşınan silahlarla Suriye’de savaştıkları, sırf Esad’a muhalif olduğu için
IŞİD’ e destek verildiği iddiaları ayyuka çıktı. Hatta, Türkiye Cumhuriyeti
Cumhurbaşkanı dünya kamuoyunda «terör destekçisi” olarak kabul edilmeye
bile başlandı. PKK’nın Güneydoğu dışında ülkenin her bölgesinde taban ve
güç kazanmasına, Oslo görüşmelerinde açığa çıktığı üzere, «şehirlerin
bombalarla doldurulmasına” göz yumuldu. IŞİD’in uyuyan hücrelerinin gün
gelip uyandırılacağı uyarıları duymazdan gelindi. PKK terörü yetmezmiş gibi
Türkiye, masum insanların IŞİD vahşeti ile burun buruna geldiği bir savaş
alanına dönüştürüldü.
Sınırlarımız, PYD ile IŞİD savaşına sahne olurken Türkiye bir etkisiz
elemandan öteye gidemedi. Hala ses etmeye hiç niyeti yoktu ki, tıpkı
Reyhanlı’da olduğu gibi gözle görülür istihbarat zaafiyeti eşliğinde patlak
veren Suruç vahşeti ile karşılaştık… Ardından peşpeşe işlenen PKK
cinayetleri ve bunca zamandır belli ki göz yumdukları terör hücrelerini her
nasılsa elleri ile koymuş gibi buldukları operasyonlar… Birdenbire, terör
örgütü üyeleri, yöneticileri, adeta gözü kapalı etkisiz kılınmaya
başlandı. Soru- Madem teröristlerin nerede yuvalandığını biliyordunuz,
canlı bombalar, PKK ve IŞİD yöneticilerinin kim ve nerde olduklarından
haberdardınız daha önce aklınız nerdeydi? Demek, isteseniz, tüm bu
cinayetleri önleyebilecektiniz, neden önlemediniz?
Daha dün yere göğe sığdıramadığınız süreç ortaklarınıza yönelttiğiniz
hamasi «sabrımızı sınamayın” kabadayılıklarıyla terör engellenemez.
Zamanında yapılması gereken hamleleri yapmayıp, halkın temsilcileriyle
değil, silahını halkın başına dayamış terör örgütüyle masaya oturduğunuzda
yuları çoktan kaptırmıştınız. Irkçı bir örgüte de, kafa kesen canilere de
pozitif ayrımcılık yapılamayacağını öğretmediler mi size?.. Öcalan’ı «bir
bilen” konumuna getirirken ne hayal ediyordunuz? Son Osmanlı havzasının
ucuz cengaverliğine soyunanlar, her seçim öncesi danışıklı ateşkesin
ekmeğini yemeye teşne olanlarla, ‘terörist de severim, Türkiye partisi de
olurum’ diyenlerin birlikte barış güvercinleri uçuracağını mı hayal
etmiştiniz? Açılımı, Dolmabahçe mutabakatını Angeline Jolie ile mi
yapmıştınız ki, şimdi esip gürlüyorsunuz. Kısa bir süre önce Başbakanın
Genel Kurmaya Suriye´ye müdahale hususunda talimat verdiği, askerin yazılı
emir istemesi ve yazılı emir verilmesine rağmen emrin yeni kurulacak
hükümet tarafından verilmesi gerekçesiyle uygulanmadığı basında
yazılmışken, soruyoruz. Peki şimdi ne değişti?.
Halkının cangüvenliğini sağlamamış bir düzene hukuk devleti denmez.
Cinayetlerin olduğu bir düzene demokrasi denmez. Elbette ve kesinlikle
Türkiye’nin iç ve dış güvenliği sağlanmalıdır. Demokrasi ve özgürlüğün en
büyük düşmanı olan terörle sonuna kadar mücadele edilmesi gerektiğine
inanıyoruz. Ancak şu an PKK ve IŞİD terörü ile mücadelede doğru gibi
görünen bir yöntem bu güne kadar hiç doğruyu yapmamış, yanlış kişilerin
elinde ne hale dönüşür, kuşkusunu ise kamuoyu ile paylaşıyoruz. Birilerinin
bu toz duman içinde getiremediği “başkanlık saltanatını” getirmek için,
anti terör, hatta savaş siyasetini deneyebileceğine de dikkat çekmek
istiyoruz. Evet, terör felakettir, hele bu kaostan savaşa sürüklenmek
katmerli bir felakettir. Biz ‘savaşa hayır’, gençlerimizin yanlış dış
politikalar nedeniyle erken seçim, başkanlık hesaplarına kurban
edilmesine «hayır” diyoruz. Doğabilecek kaos ve savaş ortamı sadece
çocuklarımızı elimizden almakla kalmaz, kişisel hırsları ile nam salmış
yöneticilerin pek hoşlandığı puslu havaları, otoriter yapıları besler.
Oysa, bu ülkenin asla ve asla apoletli ya da apoletsiz yeni 12 Eylüllere
ihtiyacı yoktur. Ülkemizde iki aydır sandığı yansıtan bir iktidar yok ve
meclis içi siyaset paradigması tıkanmıştır. İnanç, kimlik ve mezhep
tandanslı siyaset yani 12 Eylül siyaseti artık sürdüremeyecek boyuttadır.
Dört parçalı yapı çökmüştür buna alternatif geliştirmek gerekir ki, her
zaman ve her durumda bir çıkış yolu mutlaka vardır. Ülke olarak bunu bulmak
zorundayız.