«Dağarcık Türkiye” internet gazetesinde yazmış olmaktan dolayı çok heyecanlıyım. Buraya taşımak ve sizlerle paylaşmak istediğim başka bir heyecanım daha var. İlk yazımda, Aralık ayında başladığım ve aniden hayatımın içine giren bir projeden bahsetmek istiyorum.
Ben aslında; yirmi beş sene boyunca, yatırım bankacılığı yapan çeşitli kurum ve bankaların pek çok kademesinde çalıştım. Bunun son on dokuz senesinde ise; üst kademe yönetici olarak görevde bulunup Haziran 2009’da bu sektöre veda ettim. Ardından, başka bir «veda” ile karşılaştım. Bu «Veda”, Zülfü Livaneli’nin yazdığı, yönettiği ve müziklerini de kendisinin yaptığı bir Atatürk filmi.
Benden talep edilen görev ise; çekimleri bitmek üzere olan bu filmin reklam, halkla ilişkiler ve her türlü tanıtım işlerini yürütecek olan firmalarla koordinasyonu sağlamak, kısaca filmin pazarlamasını yapmaktı. Sektörler çok farklı olmakla birlikte, neticede pazarlama ortak alan olduğu için, «Neden olmasın?’’ dedim.
Bu teklif, içimde iki türlü heyecan yarattı. Öncelikle bu bir Atatürk filmiydi. Ayrıca, bankacılıktan sonra sinema sektörü çok cazipti. Tabi senaryoda Atatürk’ün nasıl anlatıldığı her şeyden önemliydi. Hiç şüphesiz senaryoyu okuyarak işi kabul etmek en doğrusuydu. O gece senaryoyu sabaha kadar gözyaşları içinde okudum. Senaryonun beni bu kadar içine çekmesinde Zülfü Livaneli’nin duygusal yaklaşımlarının mı; ilkokuldan beri İstiklal Marşı’nı bile her dinlediğinde ağlayan biri olarak kendi duygusallığımın mı etkisi var bilemiyorum.
Gerçek bir dostun yüreğinden Atatürk
Film, Atatürk’ün en yakın dostu ve yaveri Salih Bozok’un anılarından oluşan ve altı yaşından başlayıp ölene kadar süren bir dostluğun hikâyesi. Kısaca; «Ata ölür, ben de ölürüm. Onsuz bir yaşam benim için yoktur’’ diyerek intihar eden gerçek bir dostun yüreğinden anlatılan bir Atatürk.
Hemşire olarak rol aldığım Veda filmi, benim için inanılmaz bir tecrübeydi. Film çekimlerinin son günlerinde, Çanakkale Savaşı’nın çekimleri için İzmir Seferihisar’a gittim. Hayatımda ilk defa bir film setinde, şaşkın vaziyette dolaşırken, bana hemşire olur musun diye sordular. İnanamadım! Hem bir Atatürk filminde, hem de savaş sahnesinde… Hemen «olur” dedim ve beni giydirip, savaş sahnesinin ortasına yolladılar. Tabi ayakkabımdan, çorabıma kadar her şey o döneme uygun olarak…
Ne anlatılsa az
O anda, film çevrildiğini tamamen unutup film setinde değil de savaşın tam da içindeyim gibi hissettim. Hislerim çok derin ve çok yoğundu. Sanki zamanda bir tünel açıldı ve ben geriye gittim. O günlere dair ne anlatılsa azdır. O nesle ve Mustafa Kemal Paşa’ya ne kadar minnet duysak ve ben ne hissetsem azdır.
Sinema sayesinde hiç gitmediğimiz ülkelerin kültürleri ve yaşamları hakkında hem bilgi hem de fikir sahibi olma imkânı bulabiliyoruz. Günümüz eğitim sistemini ve gençlerin okuma alışkanlıklarını da dikkate alırsak; onlara kültürümüzü, tarihimizi ve zenginliklerimizi anlatmanın en etkili yollunun yine sinema olduğunu söyleyebiliriz.
«Veda” 26 Şubat’ta sinemalarda
İşte bu amaçlarla çekilen Veda filmi, 26 Şubat’ta seyircisiyle buluşuyor. Ata’nın her gününden bir film çıkabileceği düşünülünce bu iki saatlik filme sığabilenler, anlatılacakların yanında elbette ki çok az. Bu yüzden yapımcı şirket olan Kamerafilm diğer filmlerin proje alt yapılarını oluşturmaya şimdiden başladı. Hepsini keyifle seyredeceğimizi düşünüyorum.
«Veda” filmiyle seyredeceklerimizi ve bu sürece girdikten sonraki duygularımı sizlerle paylaşmak istedim. Hepsi sadece bu…