Yeter Sebep İlkesi

Geçtiğimiz ay, nişanlım Fadik’in arabası “Motor Soğutma Suyu Arızası” uyarısı vermeye başladı. Sanayiye gittik. Usta arabayı aldı, 2 gün sonraya randevu verdi. İşin ilginci, iki gün sonra arabayı almaya gittiğimizde ve “Arabanın nesi bozulmuş ustam?” diye sorduğumuzda, “Hiçbir şeyi bozulmamış.” yanıtını aldık. Öyleyse neden bu uyarıyı veriyordu? “Nedeni yok” dedi usta.

Usta’nın hakkını yemeyeyim, gerçekten de araba sapasağlam, çalışıyor. Yine de bu yanıt beni tatmin etmedi. Kuşkusuz, arabanın bu uyarıyı vermesinin bir nedeni vardı, ancak usta bu nedeni saptayamamıştı!

Eğer siz de benim bu konudaki sezgimi paylaşıyorsanız, size de çekici gelebilecek felsefi bir ilkeden bahsedeyim: Yeter Sebep İlkesi [Principle of Sufficient Reason]. Bu ilkeye göre nedeni olmayan hiçbir şey yoktur. Her şeyin neden başka türlü değil de, tam da olduğu şekilde olduğunun bir açıklaması olmak zorundadır. Nedensiz yere gerçekleştiğini düşündüğümüz olaylar bile, olsa olsa, aslında bir nedeni olan ancak bizim bu nedeni saptayamadığımız olaylardır.

Bu ilkeye benzer düşünceler Parmenides, Arşimet ve Spinoza gibi düşünürler tarafından benimsenmiş olsa da ilkeye adını veren kişi Leibniz’dir. Yalnız, Leibniz için bu ilkenin ereksel ve tanrısal bir anlamı vardır. Başka bir deyişle, Leibniz, doğal açıklamaların eninde sonunda Tanrı’nın isteklerine ve amaçlarına bağlanacağını düşünür. Her şeyin temelinde Tanrı’nın zihni vardır, dolayısıyla her şeyin akılcı bir açıklaması olabilir.


Yeter Sebep İlkesi, Leibniz’deki ereksel ve tanrısal çağrışımları yüzünden, genellikle doğalcı bir çerçevede çalışan günümüz felsefecileri arasında pek de popüler değildir. Oysa ben, ilkenin bu çağrışımlardan arındırılmış bir şeklinin günümüzde de son derece kullanışlı olabileceğini düşünenlerdenim. Her şeyin bir nedeni, bir açıklaması olduğunu savunmak için her şeyin Tanrı’nın iradesi tarafından temellendirildiğini kabul etmek gerekmez.
Hatta günümüz felsefe literatüründe ilkenin yer yer kullanıldığını görebiliriz. Tabii felsefeciler genelde arabaların verdikleri uyarılarla ilgilenmezler. Daha soyut konuları çekici bulurlar. Örneğin, yeter sebep ilkesince, kaba yatkınlıkların [brute dispositions] var olamayacağını savunurlar. Bununla ne kastettiğimi açıklamaya çalışayım.


Şu an yanımda bir kupa çay var. Bu kupayı ele alalım. Bu kupanın camdan yapılmış olma, şeffaf olma gibi bazı özellikleri var. Ama bir de halihazırda gözlemleyemediğim, yalnızca belli koşullar sağlanırsa tezahür edecek özellikleri var. Örneğin, kupa şu an kırık olmasa bile sertçe yere atarsam kırılır; yani, kırılganlık özelliğine de sahip.

Çayı alırken yanında bir paket de toz şeker verdiler. Ama ben şeker kullanmıyorum, dolayısıyla paketin içinde öylece duruyor. (Bunu, çaya şeker atmadığını her fırsatta söyleyen gıcıklardan birisi olduğum için değil, felsefi bir kavramı açıklayabilmek için söylüyorum, vallahi!) Paketin içindeki şekerin bazı özellikleri var: beyaz, tatlı, vb. Ancak, çayıma atmadığım için şu an çözünmüş halde olmamasına rağmen çözünürlük özelliği de var. Bu çözünürlük özelliği yalnızca belli koşullar sağlanırsa kendini gösterecek.


İşte kırılganlık ve çözünürlük gibi özelliklere yatkınlık ya da eğilim [disposition] adını veriyoruz. Şimdi size hayali bir senaryo sunayım. Aynı masamdaki gibi bir paket şeker daha hayal edin. Her iki paketin içindeki şeker, ötekiyle tam olarak aynı moleküler yapıya sahip. Aynı miktarda, aynı ağırlıkta ve aynı sıcaklıktalar. Şimdi size, bu paketlerden birinin içindeki şeker çözünürlük özelliğine sahip ama diğeri değil desem, bana ne dersiniz? İkisinin farklı yatkınlıklara sahip olmalarını açıklayacak bir farkları olmalı diye düşünmez misiniz?

Bu şekilde, öteki tüm özellikleri aynı olduğu halde farklı yatkınlıklara sahip olan nesneler varsa, onlar kaba yatkınlıklara sahip olacaklardır. Yani, sahip oldukları yatkınlıklar açıklanamaz olacaktır. Birçok filozofa göre bu kabul edilemez bir durumdur: Nesnelerin sahip olduğu yatkınlıklar, (moleküler yapı gibi) öteki özellikleri tarafından açıklanmalıdır. Dolayısıyla, bizi yatkınlıkları hariç diğer tüm özellikleri aynı olan iki nesnenin var olabileceğini reddetmeye götüren akıl yürütme şöyle görünmektedir:


İki nesne, öteki tüm özellikleri aynı olduğu halde farklı yatkınlıklara sahip olabilselerdi, bu açıklanamaz bir durum olurdu.

Ancak bu durum açıklanamaz değildir.


Öyleyse, iki nesne, öteki tüm özellikleri aynı olduğu halde farklı yatkınlıklara sahip olamazlar.

İşte, bu son derece makul görünen argümandaki ikinci öncül, bize yeter sebep ilkesini anımsatır. Neden bahsi geçen durumun açıklanamaz olduğunu düşünelim ki? Yeter Sebep İlkesini benimseyen bir filozofun bu soruya yanıtı hazırdır: Bu durum açıklanamaz değildir, çünkü hiçbir şey açıklanamaz değildir. Her şeyin bir açıklaması vardır.

Yeter Sebep İlkesi, son derece kuvvetli ve dolayısıyla bir o kadar da tartışmalı bir ilkedir. Bu yazıda, onun doğru olduğunu kanıtlamaya çalışmaktan ziyade, onun neden çekici bir ilke olduğunu açıklamaya çalıştım. Eğer açıklamada başarılı olamadıysam bile, bu yalnızca benim bu konudaki başarısızlığımı gösterecektir: Ne de olsa, her şeyin bir açıklaması vardır!

Bunları da sevebilirsiniz