Önceki yazımda somut nesneler hakkında konuşmaya başlamıştık. Özellikle, nesnelerin yalnızca sahip oldukları özelliklerin toplamından ibaret olduğunu ifade eden demet kuramıyla tanışmıştık. Yalnız, demet kuramının önemli bir sorunu vardı: Aynı özelliklere sahip iki ayrı nesnenin var olmasını imkânsız kılıyordu. Bu yazıda somut nesneler hakkında bu sorunla karşılaşmayan iki görüşe göz atacağız.
Filozoflar bazen “bireyleşim ilkesi” [ing. principle of individuation] diye bir şeyden söz eder. Burada kastedilen, iki ayrı nesnenin ayrı oluşunu temellendiren ilkedir. Demet kuramı başarılı bir bireyleşim ilkesi öne süremediği için sorunluydu: Aynı özelliğe sahip iki nesnenin nasıl olup da birbirlerinden ayrı bireyler olduğunu açıklayamıyordu. Bazı filozoflar bu sorunu çözebilmek adına nesnelerin sahip oldukları özelliklere ek olarak bireyleştirici rol oynayan farklı bir bileşene daha sahip olduğunu iddia etmişlerdir.
Bu görüşü anlatmak için bir metafora başvurmama izin verin. Nesnenin sahip olduğu özellikleri renkli toplu iğneler gibi düşünelim. Demet kuramcısına göre bir nesne bir yığın toplu iğneden ibaret olacaktır. Substratum ya da dayanak görüşüne göre ise, somut bir nesne, toplu iğneler (özellikler) ile toplu iğnelerin saplandığı yastık şeklinde bir iğnelikten (dayanak) oluşur. Bu görüşe göre dayanak, hem özellikleri bir arada tutma, hem de iki nesnenin neden iki ayrı nesne olduğunu açıklama görevi görür. Aynı özelliklere sahip iki nesnenin ayrı olduğunu söylememizi olanaklı kılar, çünkü bu görüşe göre iki nesneyi birbirinden ayırt eden sahip oldukları farklı dayanaklardır. Elbette asla iğneleri ayıklayıp altlarında yatan dayanağı ortaya çıkaramayız. Onun var olması gerektiğini düşüncemizle kavrarız.
Dayanak, özelliklerin altında yatan ama kendisi hiçbir özelliğe sahip olmayan tikel bir şey olduğu için bazen “çıplak tikel” [ing. bare particular] olarak adlandırılır. Elbette tüm filozoflar çıplak tikellerin varlığını kabul etmez. Özellikle, Berkeley ve Hume gibi ampirist filozoflara göre çıplak tikeller saçmalığın daniskasıdır! Hiçbir niteliğe sahip olmayan, dolayısıyla hiçbir şekilde gözlemlenemeyecek olan bir şeyin var olduğuna inanacağız öyle mi? Yok ya!
Ayrıca, demet kuramcısı, ontolojisinin temeline yalnızca tek bir türden varlığı, özellikleri koyuyordu. Somut nesne kategorisini özelliklerden türetiyordu. Dayanak görüşüne göreyse somut nesneler iki ayrı kategoriden varlığın, özelliklerin ve dayanakların, birleşmesiyle oluşan şeyler. Bu anlamda, demet kuramı bize daha sade bir ontoloji sunuyor.
Somut nesnelerle ilgili bahsetmek istediğim bir diğer görüş ise Aristotelesçi görüş ya da hilomorfizm. Aristo’ya göre somut nesneler madde ile formun birleşiminden oluşur. Aristo “madde” sözcüğünü bizlere göre daha geniş bir anlamda kullanır. Ona göre, örneğin, nasıl bir kılıcın maddesi çelikse, bir ordunun maddesi de askerler, ya da bir sözcüğün maddesi de onu oluşturan harflerdir. Öte yandan, form, nesneye biçim ve işlev kazandıran, nesnenin olduğu şey olmasını sağlayan bileşendir. Bu açıdan çağdaş terminolojideki özelliklere benzetilebilirler. Örneğin ben, bu beden (madde) ile insanlık formunun birleşiminden oluşan somut bir nesneyim. Bu görüşe göre bireyleşim ilkesi de madde olacaktır. Örneğin, siz ve ben, ikimiz de insanlık formuna sahibiz. Ancak farklı bedenlere sahip olduğumuz, başka bir deyişle, farklı madde yığınlarından oluştuğumuz için iki ayrı nesneyiz.
Doğrusu hilomorfizmi artık bir takım Neo-Aristotelesçi dışında pek kimse savunmuyor. Ancak Aristo’nun Batı Düşünce Tarihi üzerinde eşsiz bir etkisi olduğu için bu görüşten de bahsetmek istedim. Hatta, Orta Çağ Batı Felsefesinin büyük oranda Aristo’nun görüşleri ile Hristiyanlıktaki çeşitli öğretileri birleştirmek üzerine kurulu olduğu sıklıkla söylenir. İşte bir örnek: 13. yüzyıl Dominikan rahip Aquino’lu Thomas’a göre her melek tamamen ayrı bir türe mensuptur. Çünkü Thomas şöyle düşünür: Aynı forma sahip olan nesneler, normalde, sahip oldukları maddeye göre birbirlerinden ayrılırlar. Oysa melekler maddî değildir. Dolayısıyla, hepsi aynı forma, örneğin “Meleklik Formuna” sahip olsaydı, nasıl olup da yalnızca bir tane değil de birçok meleğin var olduğunu açıklayamazdık. Dolayısıyla, her biri ayrı bir forma sahip olmalı, ayrı bir türe mensup olmalıdır.