Önceki yazılarımda1 özel birleşim sorusundan bahsetmiştim: Hangi koşullar altında birtakım nesneler bir bütün oluşturur? Sonra, bu soruya verilebilecek en radikal yanıtlardan birinden söz etmiştim: Tüm birleşik nesnelerin varlığını reddeden Hiççilik yanıtı. Bu yanıta göre nesneler hiçbir zaman bir bütün oluşturmaz. Hiççilik yanıtına karşı gündelik dilden hareket eden bir itirazın geliştirilebileceğinden bahsetmiş ve Hiççilik görüşünü savunanların bu itirazı nasıl yanıtlayabileceğini açıklamaya çalışmıştım. Bu yazıda öncelikle bu tartışmayı kısaca hatırlatacak, sonrasındaysa Hiççilik’e karşı daha güçlü olduğunu düşündüğüm bir itirazdan söz edeceğim.
Eğer Hiççilik doğruysa, masalar, sandalyeler, kediler ve köpekler yoktur. Masalar, var olsalardı, tabla, ayaklar ve vidalar gibi parçalardan oluşan birleşik nesneler olurlardı. Oysa birleşik nesneler yoktur. Dolayısıyla, masalar yoktur. Aynı şekilde kediler de var olsalardı kuyruk, patiler ve kafa gibi parçalardan oluşan birleşik nesneler olurlardı. Oysa birleşik nesneler yoktur. Dolayısıyla, kediler de yoktur.
Günlük hayatta birleşik nesnelerin varlığını sık sık onaylarız. “İçeride kedi var, kaçabilir. Kapıyı sakın açma!” deriz mesela. Bazen “Sofra bu masaya sığmayacak. Yan odada iki tane daha masa var, birini getiriver.” dediğimiz de olur. Böylece kedileri ve masaları “ontolojimize eklemiş” olmaz mıyız? Bu durum, Hiççilik’in yanlış olduğunu göstermez mi?
Hiççilik görüşünü savunanlara göre, bu gibi cümlelerle dile getirdiğimiz olguları Hiççilik’e uygun bir dille de ifade edebiliriz. Hiççi bir ontolojinin dışına çıkmadan, kedilerle ve masalarla ilgili ifadelerimizin hakkını verebiliriz.
Bir örnekle açıklamaya çalışayım. Günlük hayatta “Güneş bu akşam 19.00’da battı” gibi şeyler de söyleriz. Oysa Güneş’in battığı falan yoktur; Dünya’nın kendi etrafındaki dönüşünün sonucu olarak Güneş görüş alanımızdan çıkar, o kadar. İstesek aynı olguyu Güneş merkezli Kopernikçi astronomiye uygun bir dille de ifade edebiliriz: “Dünya kendi etrafında öyle döndü ki, Güneş görüş alanımızdan 19.00’da çıktı” diyebiliriz mesela. Benzer bir durum, Hiççilik için de geçerlidir. “Yan odada bir masa var” diyerek dile getirdiğimiz olguyu, “Yan odada masavari düzenlenmiş basit nesneler [simples arranged tablewise] var” diyerek dile getirebiliriz. Kedilerden bahsetmek yerine, kedivari düzenlenmiş basit nesnelerden bahsedebiliriz. Böylece, masalar ve kediler gibi birleşik nesnelerin var olduğunu kabul etmek durumunda kalmadan bahsi geçen olguları ifade edebiliriz. “Birleşik nesnelerle” ilgili tüm olgular, aslında “onları” oluşturan basit nesnelerin nasıl düzenlendiğine dair olgulardır.
Bu strateji Hiççilik’e karşı günlük dilden hareket eden itirazı yanıtlamakta başarılı görünüyor. Ancak, fark edilebileceği üzere, bu stratejinin çalışması için Hiççi’nin en azından basit nesnelerin varlığını kabul etmesi lazım. Oysa basit nesnelerin var olduğundan nasıl emin olabiliriz?
“Atom” sözcüğü, Antik Yunanca “atomos” sözcüğünden gelir. Demokritos ve Leukippos gibi Antik Yunan filozofları tarafından benimsenen bu sözcük tam olarak “bölünemez” anlamına gelir. Demokritosçu atomlar, kendileri daha küçük parçalardan oluşmayan, parçasız, basit nesnelerdir.
Günümüz biliminin “atom” olarak adlandırdığı nesneler bu anlamda atom değillerdir. Evet, John Dalton’un, 19. yüzyılın başlarında keşfettiği nesnelerin maddenin bölünemez yapıtaşları olduğunu düşünmesi normal olabilir. Ancak bugün biliyoruz ki atomlar da protonlar, nötronlar ve elektronlar olmak üzere daha küçük parçalardan oluşan birleşik nesnelerdir.
Daha sonra protonların da kuarklardan oluşan birleşik nesneler olduklarını öğrendik. Bugün ise protonları oluşturan kuarkların basit nesneler olduklarını düşünüyoruz. Ya hatalıysak? Ya John Dalton ile aynı yanılgıya kapıldıysak? Kuarkların da daha küçük parçalardan oluştuğunu tasavvur etmek son derece kolay görünüyor.
Hatta, tüm parçacıkların bu şekilde daha küçük parçalardan oluştuğunu tasavvur etmek de mümkün. Maddenin sonsuza kadar bölünebilir olmadığını, bir yerde daha fazla bölünemeyen Demokritosçu atomlara, yani basit nesnelere ulaşacağımızı nereden biliyoruz?
Her şeyin parçalara (o parçaların da daha küçük parçalara, o parçaların da daha da küçük parçalara…) sahip olduğunu düşünebiliriz. Maddenin bu şekilde sonsuza kadar bölünebilir olduğunu düşünenlere göre madde atomik değil vıcıktır [gunk].2
Şimdi, Hiççilik’e karşı yeni bir itiraz geliştirebiliriz. Eğer evrenimizde madde vıcıksa, Hiççi’nin yukarıda bahsettiğim stratejisi geçersiz kalır. Örneğin, “Yan odada masa var” demek yerine “Yan odada masavari düzenlenmiş basit nesneler var” diyemez, çünkü basit nesneler yoktur.
Hatta durum daha da kötü. Eğer Hiççilik doğruysa birleşik nesneler yoktur. Bunun yanında, maddenin vıcık olduğu bir evrende tüm fiziksel nesneler birleşik nesne olacaktır. Bu durumda, maddenin vıcık olduğu bir evrende hiçbir fiziksel nesnenin var olmaması gerekirdi! Bu da hiç makul bir sonuç değil. Öyleyse, Hiççilik yanlıştır.
2 Evet, “gunk” hakikaten felsefedeki teknik bir terim. İngilizce’de gündelik dilde bir şeyin “gunky” olduğunu söylemek, o şeyin vıcık vıcık olduğunu söylemek gibi bir anlama geldiği için “gunk” sözcüğünü “vıcık” sözcüğüyle karşılamaya çalıştım.