Özel Birleşim Sorusu – I

Geçtiğimiz hafta, Peter van Inwagen’in Material Beings [Maddi Varlıklar]i kitabını okumaya başladım. Kitap aslında tek bir soru üzerine kurulu ama var olmak, özdeşlik, hafıza, muğlaklık, sağduyu gibi birçok konuya değiniyor. Kitap bu bağımsız konuları etkileyici biçimde birleştirip bir bütün haline getiriyor.

Elbette kitap mecazî olduğu kadar fiziksel bir bütünlüğe de sahip. Kapak ve sayfalar basımevi tarafından bir bütün oluşturacak şekilde bir araya getirilmiş. Bu yönden kitap, masamın üzerindeki dağınık halde duran çalışma kâğıtları ve kalemlerden ayrılıyor. Masamın üzerindeki kağıt kalem bir bütün oluşturmazken, kitabın sayfaları tek bir bütünün parçaları olarak varlar. Peki, bir yanda masamın üzerindeki ıvır zıvır ile öteki yanda kitap arasında nasıl bir fark var ki? Neden masamın üzerindeki kağıtlar bir bütün oluşturmuyor da kitabın sayfaları oluşturuyor? Soruyu daha genel bir düzlemde şöyle ifade edebiliriz: Hangi koşullar altında birtakım nesne bir bütün oluşturur? Ne zaman çokluk içinden birlik doğar? İşte bu soru “özel birleşim sorusu” olarak adlandırılır. Soru ilk defa van Inwagen’in bahsettiğim eserinde bu şekilde adlandırılmış ve sonradan çağdaş analitik ontolojide yoğunlukla tartışılan konulardan biri haline gelmiştir.ii

Bu yazıda özel birleşim sorusuna verilebilecek iki yanıtı inceleyeceğiz. Yazı dizisinin devamında ise başka yanıtları incelemeye devam edecek ve kendi pozitif yanıtımızı üretmeyi deneyeceğiz.

Kitap ile masamdaki nesneler arasındaki farka odaklanmak akla şu yanıtı getirebilir: Birtakım nesne ancak ve ancak temas halinde olduklarında bir bütün oluştururlar. Bu yanıtı “Temas” olarak adlandıralım. Kuşkusuz, kitabın her sayfası diğer tüm sayfalara doğrudan temas etmiyor. Ancak temas ilişkisini geçişli bir ilişki olarak anlayabiliriz. Böylece, örneğin, 1. sayfa 5. sayfaya doğrudan temas etmese dahi 3. sayfaya temas ettiği ve 3. sayfa da 5. sayfaya temas ettiği için 1. sayfa 5. sayfaya temas ediyor diyebiliriz. Temas yanıtı bu anlamda geçişli bir temas etme ilişkisi kavramını kullansın. İlk bakışta Temas, kitap ile masamın üzerindeki nesneler arasındaki farkı yakalayabiliyor gibi görünüyor. Kitabın tüm parçaları temas halinde. Öte yandan çalışma kağıtlarım ve kalemlerim masanın üzerinde dağınık bir halde duruyorlar. Dolayısıyla, kitabın sayfaları bir bütün oluştururken masamın üzerindekiler oluşturmuyor.

Ancak Temas özel birleşim sorusunun doğru yanıtı olamaz. Biraz düşünürsek, nesnelerin bir bütün oluşturmaları için temas etmelerinin ne gerekli ne de yeterli olduğunu görebiliriz. Öncelikle yeterli olmadığını göstermeye çalışalım. Basitçe, çalışma kağıtlarımı toparlayıp kalemlerimin üstüne koyduğumu düşünün. Kuşkusuz, bu durumda yeni bir nesne, yeni bir bütün yaratmış olmam! Öte yandan, temas etmeleri nesnelerin bir bütün oluşturmaları için gerekli de değildir. Atomları oluşturan atom altı parçacıklar veya galaksileri oluşturan gezegen ve yıldızlar temas halinde değiller.

Temas yanıtının eksikliği bizi bütünü oluşturan parçalar arasında daha “sıkı” bir ilişki aramaya yöneltebilir. Mesela, parçaların birbirlerine bir şekilde bağlanmaları gerektiğini düşünebiliriz. Öyle ki, parçalara bir şekilde zarar vermeden parçaları birbirinden ayırmak biraz zor olmalı. Birtakım nesne ancak ve ancak (anlattığım şekilde) birbirlerine bağlı olduklarında bir bütün oluştururlar. Bu yanıtı da “Bağlanma” olarak adlandıralım.


Bağlanma da kitap ile masamdaki ıvır zıvır arasındaki farkı açıklayabilir. Kitabın sayfalarına ya da cildine zarar vermeden parçalarını birbirinden ayırmak pek mümkün değildir. Ancak kağıtlar ve kalemler için böyle bir durum söz konusu değildir. Hem, bu yanıtın Temas’a göre daha başarılı olduğu söylenebilir. Bağlanma yanıtının savunucusu şöyle diyebilir: Kalemleri ve kağıtları üst üste koyarak yarattığım yığın temas halinde olmasına rağmen bir bütün oluşturmaz çünkü bu yığını kolayca hiçbir üyesine zarar vermeden dağıtabilirim. Dolayısıyla, Temas’a karşı öne sürdüğümüz ilk karşı örnek Bağlanma’ya karşı başarılı olmayacaktır. Hatta, Temas yanıtına karşı öne sürdüğümüz ikinci türden karşı örnekler de Bağlanma tarafından açıklanabilir: Atom altı parçacıklar birbirlerine güçlü ve zayıf nükleer kuvvetler ve elektromanyetik kuvvet ile, galaksileri oluşturan gezegen ve yıldızlar ise kütle çekimi kuvveti ile birbirlerine bağlıdır. Dolayısıyla, atomları da galaksileri de parçalarına ayırmak (epey) zordur. Yani Bağlanma, bu nesnelerin temas etmedikleri halde nasıl birer bütün oluşturduklarını açıklayabilir.

Ancak van Inwagen bu yanıtın da yanlış olduğunu düşünür. Bunu göstermek için verdiği örnek şudur. Sizinle el sıkıştığımızı düşünün. Ancak tam el sıkıştığımız sırada ikimiz de kısmi birer felç geçiriyoruz ve parmaklarımız sımsıkı kenetleniyor. Herhangi birimize zarar vermeden bizi ayırmak zor: Bağlanmış haldeyiz. Bağlanma’ya göre bizim bu anda yeni bir nesne oluşturmamız gerekir. Oysa, van Inwagen düştüğümüz komik durumun yeni bir bütün oluşturmamız için yeterli olmadığını düşünür. Ona göre bu durum dünyanın envanterine yeni bir nesne eklememiş, daha ziyade, yalnızca dünyadaki nesnelerin başka türlü düzenlenme imkanını kısıtlamıştır. Dolayısıyla, Bağlanma özel birleşim sorusunun doğru yanıtı olamaz.

Felsefedeki tartışmaların ilginç özelliklerinden biri, bir görüşü çürütmek için ileri sürülen karşı-örneklere “göğüs geren” bir tutum benimsemenin mümkün olmasıdır. Başka bir deyişle, benimsediğim bir görüşün nahoş (yani, ilk bakışta yanlış görünen) bir sonucu olduğunu öğrendiğimde, doğrudan görüşümden vazgeçmek zorunda olmayabilirim (tabii bu nahoş sonuç apaçık bir çelişki değilse). Bunun yerine, bu sonuca rağmen görüşümün rakiplerine göre üstün olduğunu savunmaya çalışabilirim.

Ben, van Inwagen’in aksine, Bağlanma yanıtını kısmen çekici buluyorum. Dolayısıyla, ortaya koyduğu örneğe karşı böylesi bir tutum benimseyebilirim. van Inwagen aslında yalnızca şunu gösterdi: Eğer Bağlanma doğruysa, el sıkışırken felç geçiren bir çift insan yeni bir bütün oluşturur. Bu koşullu ifadeden ise şu sonucu çıkardı: Öyleyse, Bağlanma yanlış. Bu sonucu çıkarabilmesi için el sıkışırken felç geçiren bir çift insanın yeni bir bütün oluşturmadığını düşünmesi gerekir. Bu düşüncenin makul olduğuna itiraz etmiyorum; bence de gündelik hayatta böyle bir durumda iki kişinin yeni bir nesne oluşturduğunu düşünmeye meyilli olmazdık.

Öte yandan, Bağlanma görüşü de en az bir o kadar makul değil mi? Bağlanma görüşünün bu “nahoş” sonucun yanlışlığından daha makul olduğunu düşünüyorsam, aynı koşullu önerme benim van Inwagen’inkinden farklı bir sonucu benimsememe yol açacaktır. Yani, “Eğer Bağlanma doğruysa, el sıkışırken felç geçiren bir çift insan yeni bir bütün oluşturur” önermesiyle karşılaştığımda şu sonuca varırım: “Öyleyse, el sıkışırken felç geçiren bir çift insan yeni bir bütün oluşturur”! Evet, gündelik hayatta bu önermeyi onaylamayız. Ama felsefi düşünce günlük hayattaki kanılarımızın hatalı olabileceğini sık sık bize hatırlatır. Biz gündelik hayatta böyle bir nesneyi tanımıyoruz diye bu onun var olmadığını anlamına gelmeyebilir. Özellikle, eğer Bağlanma görüşünü benimsemek için yeterince güçlü sebeplerimiz varsa, van Inwagen’in ortaya koyduğu koşullu önermeyi, Bağlanma görüşünü reddetmek yerine daha önce tanımadığımız bir nesneyi kabul etmek için sebep olarak görebiliriz.iii

i

? van Inwagen, Peter, Material Beings, Ithaca, N.Y.: Cornell University Press (1990)

ii

? Neden adı “özel birleşim sorusu”? “Birleşim” sözcüğü, Türkçe olması sayesinde, yeterince anlaşılır: Ne zaman çoklar “bir”leşir? Peki neden “genel” değil de “özel”? Çünkü van Inwagen soruyu “genel birleşim sorusu” adını verdiği başka bir sorudan ayırmak istiyor. Genel birleşim sorusu şudur: Birleşim nedir? Bu soruyu yanıtlamak, özel birleşim sorusuna göre daha zordur – ancak bu durum maalesef özel birleşim sorusunu yanıtlamanın kolay olduğu anlamına gelmez.

iii

? Son üç paragrafta kabaca betimlemeye çalıştığım fenomeni, ilgililer için, daha teknik ve açık bir dille anlatmaya çalışacağım. Genel bir görüşün nahoş bir sonucu olduğunu mantıkta koşullu önermeler ile ifade edebiliriz: p (hedef görüş) doğru ise q (nahoş sonuç) doğrudur. Ancak bu koşullu önerme, tek başına, p’nin yanlış olduğunu ortaya koyamaz. Ancak q yanlış ise bu çıkarımı yapabiliriz. “p doğru ise q doğrudur” ve “q yanlıştır” önermelerinden “öyleyse, p yanlıştır” sonucunun çıkarsanmasına modus tollens denir.

p görüşünün savunucusu ise şunu demekte özgürdür: “Evet, p doğru ise q doğrudur. Ancak p doğrudur, dolayısıyla q da doğrudur. q, ilk bakışta bize doğru görünmeyen bir önerme olabilir. Oysa, p’ye inanmak için öyle güçlü sebeplerimiz var ki, onun q’yu gerektiriyor oluşu yalnızca önceden yanlış olduğunu zannettiğimiz q önermesini kabul etmemiz için sebep oluşturur. Yoksa, p’nin yanlış olduğunu göstermez”.“p doğru ise q doğrudur” ve “p doğrudur” önermelerinden “öyleyse, q doğrudur” sonucunun çıkarsanmasına modus ponens denir. Dolayısıyla, p’nin savunucusunun bir modus ponens gördüğü yerde, p’nin rakibi bir modus tollens görebilir.

Bunları da sevebilirsiniz