Bilinç, Bilinç-dışı Beynimizin Ürününden Başka Bir Şey Değil Mi Yoksa?

Sözcüğün tam anlamıyla “dillere pelesenk olan” bilinç, kafa karıştırmaya çok uygun bir konu. Bilinçli olmanın ne olduğu hepimiz biliriz. Esasen, etrafın farkında olmak ve etrafa tepki vermektir. Yine hepimiz bilincin nasıl işlediğine dair sağduyumuza uygun bir kavrayışımız vardır.

Gelin görün ki, sağduyu işleri kolaylıkla karıştırabilir. Şu soruları alalım örneğin: Bacağı olmayan birinin bacağında ağrı hissetmesi durumunda, ağrı nerededir? Yanıtınız, kafada olduğuysa, bacağı yerinde olsaydı da ağrı o kişinin kafasında mı olacaktı? Eğer yanıtınız evet ise, insanın bacağı olduğunu daha işin başında düşünmenizin nedeni nedir?

“Bilinci” açıklamadaki kafa karışıklığının kaynaklarından biri, sağduyu ve zihinsel yaşama dair araştırmayı çerçeveleyen biçimsel yaklaşımlardır. Bu yaklaşımlar sıklıkla ikili bir ayrım cinsinden tartışılır: bilinçli içsel süreçler ve bilinç-dışı istemsiz süreçler – bu ikili ayrımın ikincisi farkındalığımızın dışındadır. Sözgelimi, yürürken, bir yere gitmeye dönük bilinçli bir farkındalığımız söz konusudur. Ne var ki, bir ayağımızı diğerinin önüne atmak bilinç-dışı bir eylemdir.

Buradan hareketle, çoğumuza göre bilinç – öznel farkındalığımız – düşüncelerimizi, anılarımızı ve eylemlerimizi yaratmaktan ve kontrol etmekten sorumludur. Aynı zamanda, bu psikolojik süreçlerin bazılarının farkındalığımızın ötesinde işletildiğine kani olmuş durumdayız. Örneğin, elimize bir kalem aldığımızda ne hakkında yazacağımızı biliyor olabiliriz ama tek tek sözcüklerin seçimi ve birbirine eklenmesi bilinç-dışı süreçlerdir.

Bu geleneksel ayrımın ardında yatan şey, şu yöndeki güçlü inancımızdır: nedensellik, düşüncelerimiz, hislerimiz ve eylemlerimiz üzerinde kontrolümüz varmış gibi hissettiğimiz günlük deneyimlerimizle öznel farkındalığı birbirine bağlamaktadır. Gelgelelim, 100 yılı geçkin bir zamandır, giderek artan bir yığın kanıt, bu ikili ayrımı masaya yatırmaya yol açmaktadır. Günümüzde, psikolojik süreçlerimizin içeriklerinin tümü olmasa da çoğunun – düşüncelerimizin, inançlarımızın, duyumlarımızın, algılarımızın, duygularımızın, niyetlerimizin, eylemlerimizin ve hafızalarımızın – aslında perdenin arkasında, beynimizin hızlı ve etkili bilinç-dışı sistemlerince oluşturulduğu yönünde giderek büyüyen bir mutabakat bulunmaktadır.

Varlığın Bilinç-dışı Doğası

Önceleri, inkâr edilemez bir biçimde gerçek olsa da “bilinç deneyimi”nin veya öznel farkındalığın – farkındalık – neyse o olduğunu düşünüyorduk. Ne az ne fazla, tamı tamına bu olduğunu düşünüyorduk. Bilincin beyin sistemleri tarafından yaratılmış olsa da zihinsel süreçler üzerinde bir kontrolü veya bu süreçlerle arasında nedensel bir ilişki olmadığını öne sürüyorduk. Kişisel farkındalığın kişisel anlatının içeriğine eşlik ediyor olması olgusu, nedensellik bakımından da akla yatkındı. Ne var ki, bu kişisel anlatının altında yatan psikolojik süreçleri anlamakla ve açıklamakla zorunlu olarak ilişkili değildir.

Eğer bizler “bilinç-dışı yazarın konularıysak”, psikolojik durumları bilinçli olmakla bilinç-dışı olmak cinsinden ayırt etmeyi sürdürmenin bir yararı yoktur.

Bilişsel psikolojinin kurucularından George Miller’a ait bu alıntı, bu fikri açıklamak için yararlıdır. İnsan bir şeyi anımsadığında, “bilinç, yanıtın nereden geldiği konusunda hiçbir ipucu vermez; anıyı üreten süreçler bilinç-dışıdır. Eş zamanlı olarak bilinçte görünen şey düşünmenin sonucudur, yoksa düşünme süreci değildir.”

Bunu bir adım daha öteye taşıyarak (bilinçli olmanın nasıl bir şey olduğunun deneyiminin içten bir izi olan) öznel farkındalığın da bilinç-dışı süreçlerin bir ürünü olduğunu öne sürüyoruz. Bu gözlem, sosyal psikolojinin öncü adı Daniel Wegner’in şu satırlarında gayet güzel ifade edilmiştir: “Bilinç-dışı mekanizmalar hem eylem konusundaki bilinçli düşünceyi hem de eylemi yaratırlar, dahası düşünceyi söz konusu eylemin nedeni olarak algılayarak deneyimlediğimiz istenç hissini de üretirler.”

Hem öznel bilinç deneyiminin (kişisel farkındalık) hem de buna ilişkilenen psikolojik süreçlerin (düşünceler, inançlar, fikirler, niyetler ve dahası) bilinç-dışı süreçlerin ürünü olduğu yönündeki iddiamız, bilinç-dışı otomatik beyin sistemlerinin (solunum ve sindirim gibi) temel tüm biyolojik süreçleri etkili ve eksiksiz bir biçimde ve çoğu zaman bizler farkında olmaksızın yürütüyor olması olgusuyla tutarlıdır.

Öne sürdüğümüz bu iddia, doğa bilimlerindeki – özellikle de sinirbilimde – daha geniş kabul gören bir diğer gözlemle de tutarlıdır. Sinirbilimde, bilincin önceliği, psikolojideki gibi hiç de yaygın değildir. Canlı varlıklarda karmaşık ve zeki tasarımın, bilinçli süreçlerce yürütüldüğü varsayılmamaktadır. Bilakis, bunların doğal seçilimce birikmiş adaptif süreçlerden doğduğu düşünülmektedir.

İkili Ayrımdan Uzaklaşarak Yola Devam Etmek

Eğer gerçekten de “bilinç-dışı yazarın konularıysak”, psikolojik durumları bilinçli olmakla bilinç-dışı olmak cinsinden ayırt etmenin bir yararı yoktur. Bu ayrım, psikolojik süreçlere ilişkin teorik anlayışımızı sınırlandırmaktadır. Dahası, eğer tüm psikolojik süreçler ve bunların ürünleri bilinç-dışı sistemlere dayanıyorsa, beynin otomatik ve kontrollü süreçleri olduğu fikri üzerine de yeniden düşünmek gerekir. Bunların tümünü alternatif sistemler olarak düşünmektense bilinç-dışı işleyişlerin kendi içerisindeki farklılıklar olarak betimlemek daha iyi olabilir.

Böyle bir iddiayla, insanın kendi nitel kişisel deneyiminin sağduyu bakımından gerçekliği veya bilişsel sinirbilimin geçmişteki bulguları çatışmamaktadır. Gelgelelim, bu çalışmanın öne sürdüğü iddia, “bilinç” ve “bilincin içerikleri” terimlerinin kullanımından ileri gelen birtakım kafa karışıklıklarından kurtulmamıza fırsat vermektedir. Bu iki sonuç, bilincin psikolojik süreçleri ayırt etmedeki işlevsel bir rolü olduğunu işaret etmektedir.

Özgün Başlık: What if Consciousness is just a product of our non-conscious brain

Bağlantı: https://neurosciencenews.com/consciousness-brain-10383/

Kaynak: David A Oakley & Peter Halligan – The Conversation

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın