Konuyla ilgili değişik kesimlerin kullandığı tanımlamaları alt alta sıralasak, ortaya bir dehşet tablosu çıkıyor. Sülfürik asit cehennemi…
Vahşi madencilik… İzmir’i tehdit… Doğa katliamı… Gediz Ovası’nın sonu… 2 milyon ağaç kesimi… Yeni Hiroşima… Listeyi daha da büyütmek mümkün. Son yıllarda sık sık tanık olduğunuz çevre talanı ve yağmasına yönelik bu tür değerlendirmeler uzayıp gider… Tüyler ürpertiyor doğrusu. Konumuz bu kez, Turgutlu Çaldağı. 2003’te Bosphorus Nickel Madencilik AŞ olarak işe başlayan, 2007 yılı mayıs ayında adını değiştiren Sardes Nikel Madencilik AŞ… Çevre katliamlarında adı sık geçen çokuluslu Rio Tinto’yla bağlantılı bir şirket… Yönetim kurulunda eski İngiltere Büyükelçisi David Logan. Vahşi madencilikle nikel çıkarılacak… Neden vahşi? 2 milyon ağaç kesilecek çünkü. Toprak, kazılarak, patlatılarak, delinerek oyulacak. Çıkan malzeme 18 milyon ton sülfürik asitle yıkanacak. (Türkiye’nin bir yılda endüstride kullandığı sülfürik asit miktarı yaklaşık 1 milyon ton.) 15 yıl boyunca günde 8 bin ton cevher çıkarılacak. Her gün, 24 saat boyunca ve her 3 dakikada bir, 15 tonluk bir kamyon dolusu cevher madenden tesise gönderilecek. İşletmeden çıkarılacak yaklaşık 100 milyon metreküp içinde halâ nikel olan ama ekonomik değeri bulunmayan kaya, yaklaşık 1600 dönüm sahaya depolanacak. Gediz Ovası açık hava kimya işletmesine dönecek, tehdit İzmir’e kadar uzanacak. Turgutlu’da durumu inceleyen bilim insanları da tepkili. İTÜ Öğretim Üyesi Kimya Yüksek Mühendisi Prof. Dr. İsmail Duman başta olmak üzere, Prof. Dr. Ali Osman Karababa, Prof. Dr. Yaşar Uysal, Jeoloji Yüksek Mühendisi Tahir Öngür ile Kıbrıs’tan gelen Yakın Doğu Üniversitesi Öğretim Görevlisi Yard. Doç. Dr. Ediz Tuncel uyarıyor. Sülfürik asit liç yöntemiyle açık madeni işletmesinin tüm Gediz Vadisi’ndeki yaşamı sona erdirecek kadar ciddi ve büyük bir tehlike yaratacak potansiyelde olduğunu savunuyor. Üç yıl önce, AKP Genel Başkan Yardımcısı Reha Demeç ve European Nickel Genel Müdürü Simon Purkiss’le akşam yemeğinde, Ali Babacan’a mektup veren eski Büyükşelçi David Logan, ne istiyordu acaba? Ne yazıyordu o mektupta? İşletmeye izin vermeyen AKP’li eski Çevre Bakanı Osman Pepe’yle mi ilgiliydi? Pepe’nin, “Bu maden için binlerce ağacın kesilmesine imza atmadığım için yeni kabinede görev alamadım…” demesi, neyin göstergesi? Olası bir depremde asit dolu dört büyük atık deposu ne olacak? Zehirli atıkların yeraltı sularına karışması nasıl engellenecek? AKP’nin Çevre Bakanı, dünyanın hiçbir yerinde sülfürik asit liç yöntemiyle Turgutlu’dakine benzer bir proje uygulanmamasını niçin değerlendirmiyor? Soruları uzatmak olası… Konunun yargısal boyutunda ise tam bir karmaşa söz konusu. Manisa’daki yerel mahkeme şirkete verilen orman tahsisini iptal etti. Bir başka yerel mahkeme ise ÇED’in iptaline ilişkin istemi reddetti. Her iki dava da Danıştay sürecinde. Bu arada Turgutlu’da başlayan çevre mücadelesinin halkaları giderek büyüyor. İzmir ve Ege’de TEMA ve çevrecilerin imza kampanyalarına destek on binlere ulaştı. Eylem, “Çaldağı’nı çaldırmayacağız” sloganıyla ülke çapında genişliyor. İktidar Turgutlu’da sessizliğini koruyor… Yılların ardından yukarıdaki yazıya eklemeler yapalım… Yargı sürecinde Danıştay 14. Dairesi maden işletmesi için iptal kararı verdi. Bakanlık ve şirket temyize gitti. Bu aşamada yeniden 9 kişilik bilirkişi oluşturuldu. Belirkişi heyeti oy birliğiyle baden işletmecisine verilen ÇED raporunun yanlış olduğunu bildirdi. Ancak mahkeme başkanının karşı oyuna rağmen mahkeme heyeti, bilirkişi raporunu reddetti… Burası Türkiye, iyi mi?