Ölümün Islığı: Kör Baykuş

Kendi gerçeklerimizden sıyrılıp elimize aldığımız kitapta, yine gerçekliğin peşine düşüyoruz. Anlatılanların yaşanmışlığından şüphe ettiğimizde, tüm bunları yazdırabilecek gerçek bir acının mutlaka var olması gerektiğini düşünüyoruz. Hepsi için geçerli olmasa da okurken, yazarının hayatına aklımın gittiği kitaplar oluyor. Yazarın kendisi hakkında edinebildiğim bilgiler, ya kaldığım yerden ya da en baştan tekrar okuma isteği uyandırıyor ve hikaye bambaşka bir hal alabiliyor böylece. Ancak, gerçekliğe daha yakın olmanın endişesini ve sıkıntısını hissettiğim zamanlar da olmuyor değil…


Sadık Hidayet, bende tüm bu merakı ve endişeyi yaratan yazarlardan biri oldu. Kendimi aniden bir ölüm provasının içinde bulunca, hakkındaki her şeyi mümkün olduğunca öğrenmek ve paylaşmak istedim.


İran edebiyatında hikayeciliğin ve romancılığın kurucusu olarak görülen Sadık Hidayet, 17 Şubat 1903 yılının Tahran’ında nüfuzlu bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Kentin Fransız Liseli’nde eğitim gördüğü yıllarda Fransız edebiyatı ile tanıştı. Gizli ilimlere ve metafiziğe ilgi duyan Hidayet, ölüm ve hayvan sevgisi ile ilgili yazılar yayımlanmaya başladı. 1925 yılında yükseköğrenim için Avrupa’ya gitti. Ancak edebiyata olan yoğun ilgisinden dolayı mühendislik öğrenimini yarıda bırakarak Paris’e yerleşti ve ilk öykülerini de yine burada kaleme aldı. 1928 yılında Paris’teki Maren nehrine atlayarak ilk intihar girişiminde bulunan Hidayet kurtarılsa da bu onun son denemesi olmayacaktır…

1930 yılında Tahran’a dönerek Bank-i Milli’de muhasebe bölümünde işe girer ancak burada kendisini mutlu hissetmez. İlerici çevrelerce tanınan bir isim haline gelen Hidayet, İran’ın tarihini ve geleneksel inançlarını inceler. Mojtaba Minavi, Mesud Farzad ve Bozorg Alavi ile birlikte geleneksel İran edebiyatını sert bir uslupla eleştiren Rab’a Klübü’nü kurarlar. Monarşi karşıtı görüşleri ve ruhban sınıfına yönelik ağır eleştirileriyle Şah’ın dikkatini çekmişlerdir.

Baskılar ve yasaklamalar neticesinde Rab’a Klübü kapatılınca Hindistan’a giden Hidayet, burada dinler üzerine araştırmalarına ve yazmaya devam eder. Bütün eserleri arasında başyapıt sayılan “Kör Baykuş” romanı yasaklı yılların ardından ancak 1942’de İran’da yayımlanabilmiştir. Kör Baykuş, Üç Damla Kan ve Diri Gömülen ile birlikte Sadık Hidayet’in üçlemesini oluşturmaktadır. İlk olarak Behçet Necatigil’in Türkçe’ye kazandırdığı bu eser, 1977 yılında Varlık Yayınları tarafından basılmıştır.

Sadık Hidayet; Guy de Maupassant, Anton Çehov, Franz Kafka ve Rainer Maria Rilke gibi önemli edebiyatçıları okumuş, Tchaikovsky ve Beethoven’ın eşsiz eserlerini dinlemiş ve Batı kültüründen etkilenmiş olsa da kendisini hiçbir yere ait hissedememiştir. En büyük kavgasını kendisi ile veren Sadık Hidayet, Doğu’nun Kafka’sı olarak anılmaktadır. Şüphesiz ki onun tek arzusu kendi ülkesinin insanları tarafından anlaşılmak olmuştur zira yaşadığı dönemde ve hatta sonrasında bile İran’ın yasaklı yazarlarındandır.


“Hayat tecrübelerimle şu yargıya vardım ki, başkalarıyla benim aramda korkunç bir uçurum var, anladım. Elden geldiğince susmam gerek, elden geldiğince düşüncelerimi kendime saklamalıyım. Ve şimdi yazmaya karar vermişsem, bunun tek nedeni, kendimi gölgeme tanıtmak isteğidir.”


Kendisini gölgesine anlattığı Kör Baykuş’un sayfaları bir bir ilerlerken; gerçek ile düş, geçmiş ile şimdi karmaşası yaşamak mümkün. Sıradışı ve sarsıcı bir anlatım karşısında, yazarın gerçek yaşamına duyulan merak daha da artıyor. Kitaptaki anlatıcı, vakit öldürmek için kalem kutularına resim yapar ve unutmak için şaraba, esrara sığınır. Bir an önce unutma uykusuna teslim olmak isteyen kahramanımız, kendisini ölülerin ressamı olarak görür. Gerçekle hayal birbirine karışmış ve zaman kavramından uzaklaşmış olsa da Hikayet’e dair önemli ayrıntıların olduğu düşüncesi hiç azalmıyor.

Bu konuda arkadaşı Bozorg Alevî şöyle yazar: “Kör Baykuş’un eylemi, olayları, zaman ve mekân dışında kalır. Olayları bölüşenler tipik kimselerdir, daha doğrusu bir tipin değişik kişilerdeki varyasyonlarıdır, bu kişiler mitik bir psikoloji kanununa göre birbirlerine dönüşürler. Baba, amca, arabacı, mezarcı, ihtiyar hurdacı ve nihayet romanın “kahraman”ı, aslında tek kişidir, esrarengiz genç kız, bayader ile kahramanın karısı “kahpe” de öyle… Normal düzenin kalkışı bununla bağlantılıdır; şimdiki zamanla geçmiş zaman; anı, rüya ve hayal olarak birbiriyle kaynaşmıştır. Sebeple sonuç arasında bir nedensellik yoktur, onları birbirine masallardaki mantık bağlar. Ama buna rağmen olay, şüphe yok ki gerçek bir hayatı saptar. Korkular, özlemler, ümit, ümitsizlik, bu olay içinde, öteden beri insan kaderinde olduğu gibidir.


Kör Baykuş’ta ”Butimar” adlı bir kuştan bahsedilir. Butimar, İran mitolojisinde deniz kıyısına çöker, denizin bir gün kuruyacağını düşünür ve bu tasa yüzünden su içmezmiş. Hidayet de İran kıyılarına bir Butimar gibi çökmüş ve mümkün oldukca susmuştur.

Eserlerinde ölüm için yaptığı güzellemelere sıkça rastlanan yazar, “Sadece ölüm yalan söylemez! Ölüm geldi mi bütün kuruntuları yok eder. Biz ölümün çocuğuyuz. Dünyanın aldatmacalarından bizi ölüm kurtarır. Hayatın içinden bize seslenir, yanına çağırır. İnsanların dillini anlamadığımız yaşlarda, bazen oyun oynarken durakalırsak, sebebi ölümün sesini duymamızdır.” sözleri ile kendi ölümünün yazılı bir provasını yapmıştır.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında tekrar Paris’e dönen Hidayet, büyük buhranlara sürüklenir ve dört duvar arasında geçirdiği hayatını burada sonlandırma kararı alır. 9 Nisan 1951’de günlerce aradığı hava gazlı bir apartman dairesinde, tüm yaşam deliklerini kapatarak kendisini unutma uykusuna teslim eder. Tertemiz giyinmiş ve traş olmuş bir halde bulunan yazarın yakılmış müsveddeleri de onunla birlikte uçup gitmiştir artık.

Sadık Hidayet, üzgün hissettiği zamanlarda Tchaikovsky’nin Andante Cantabile’sini ıslıkla çalarmış. Onun biraz olsun hayata tutunmasını sağlayan bu ıslığa kulak verelim ve bizi aydınlık yarınlara taşıyacağına inandığımız ne varsa sımsıkı sarılalım! Yazarların hür, yasaksız ve bağımsız olduğu bir Cumhuriyet dileği ile…

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın